Destansı bir hayat hafız M. Niyazi Kasapoğlu

Benim zihminde Niyazi Hoca demek, her dem kursta ders başında bulunan bir âlim demektir. Kimi hocaları görev mahallinde bulmak zordur. Niyazi Hoca’yı ise görev mahallinin dışında bulmak zordur diyebilirim.

Eski insanlar çocuklarını mektebe verirlerken Hocaefendi’ye tam bir güvenin ifadesi olarak: ‘Hocam, bu çocuğumun eti senin kemiği benim’ derlermiş. Kimileri bu sözden menfi bir mana çıkarabilir. Fakat bu cümleyi hocaya söyleyen ana babaların zihinlerinde herhangi bir menfi düşünce olduğu kanaatinde değilim. “Kişinin ana babası onun dünyaya gelişine, kayın validesi ve kayın pederi dünya evine girmesine, hocaları ise cennete girmesine vesiledir” sözü halk nezdinde hocaya bakışın bir başka fotoğrafını bize verir.

Çocukluk yıllarımda bizim yörede, çocuğuna hafızlık yaptırmak isteyenlerin zihinlerinin bir köşesinde “Termeli Niyazi Hoca” diye biri hep var olmuştur. Bunda Niyazi Hoca’da hafızlık çalışan talebeler ve onların başarı öykülerinin hocamızın isminin etrafta duyulmasında önemli bir katkısı vardır.

İlk gurbet

“Hocamızın” diyorum çünkü bu fakir de Niyazi Hoca’nın rahle-i tedrisinden nasibini almış biridir. Ona talebe olabilmenin ne kadar hakkını verebildim bilemem ama üzerimdeki emeğinin ağırlığını her dem hissetmişimdir diyebilirim. Kumru’da bir yıl kadar Kur’an-ı Kerim’i yüzüne okuduktan sonra Hüseyin Al hocamda hafızlığa başlamıştım. Hüseyin hocamız bizi dört talebe arkadaş ile hafızlığa başlatmıştı. Belli bir süre sonra ben yola yalnız devam etmek durumunda kalmıştım. Kumru’da hafızlığa çalışmak benim için müşkil hale gelince babam günün birinde bana: “Oğlum seni Terme’ye vereyim, orada hafızlığa çalışma ortamı iyi imiş” deyince bu öneriyi kabul etmiştim. Öneri bana geldiğinde Ocak-Şubat ayları idi. Bir önceki yılın Eylül ayında ise köyümden birkaç arkadaş Terme’ye okumaya gitmişlerdi. Onların varlığından da cesaret almıştım.

Henüz oniki-onüç yaşlarımdaki halimle orada ilk defa gurbet duygusunu yaşadığımı söyleyebilirim. Yaklaşık elli talebenin gürül gürül hafızlık derslerine çalıştığı, her tarafın çın çın Kur’an sesleriyle yankılandığı ve aynı zamanda mescid olarak kullanılan bir ortamda kendimi bulmuştum. Niyazi hocamla tanışmamız ve hukukumuz da böylece başlamış oldu. Hocamı ilk gördüğümde kendisine dair bende oluşan ilk intiba şu idi: Hocaefendi oldukça titiz, ders konusunda tavizsiz, giyim kuşamında sade ve temiz, disipline önem veriyor… Bu intibaım sonraki zamanlarda beni yanıltmadı.

HAFIZ MEHMET NİYAZİ KASAPOĞLU

Trabzon’da Doğdu

Mehmet Niyazi KASAPOĞLU Hocaefendi 1941 yılında Trabzon Çaykara’da Süleyman-Vahide çiftinin yedi çocuğundan dördüncüsü olarak dünyaya geldi. Gerçekte doğum yılının 1942 (1943 diyen yakınları da vardır) olduğu da söylenir. Babası Süleyman Efendi ilim tahsili yapmış biri değildir lakin ilme merakı, dinlediği vaazları teyip gibi hafızasına kaydedip ev halkına ve dostlarına anlatması, konuştuğu zaman etrafındakilerin onu hoca zannetmesi ile tanınmış biridir. Annesi ise fevkalade ibadetlere düşkün bir kadındır. Bu fakirin hatırladığı kadarıyla Vahide Teyze, yaşlı haliyle Terme’de mahallenin kadınlarına Kur’an okutur, onlarla sohbet meclisleri kurar, evinin bahçesinde harıl harıl çalışırdı.

Fakirlik zamanlarında Niyazi Hoca’nın dedesi Muhammet Efendi, Terme ve Çarşamba’ya gelir. Kalaycılık sanatını bilenlerin yanında çalışarak bu sanatı öğrenirler ve zamanla Terme’ye yerleşirler. Ağabeyi Ahmet Efendi ile birlikte Niyazi Hoca ilkokula gidebilmiş değildir. Ancak onlardan sonraki kardeşlerinin ilkokula gidip okuma imkanları olmuştur. Niyazi Hoca çocukken mahalle mektebine gider. Kur’an öğrenir ve orada hafızlığa başlar. Henüz altı yaşlarındadır. Evinde kaldıkları Fadime isimli bir hanımefendi, evladı yerindeki Niyazi’nin okuması için fevkalade ehemmiyet gösterir. Belli bir aşamaya gelen Niyazi Efendi’yi, okuması için oğluna devreder. Oğlu, “Yahu anne bu çocuk çok küçük, hafızlığın üstesinden gelemez, zorlanır” dese de, Fadime kadın, “Hayır ben biliyorum o hepsinin üstesinden gelir” diyerek bu talebi geri çevirir. Henüz 1946-47’li yıllardır. Açıktan Kur’an okutmanın bir ölçüde sıkıntılı olduğu zamanlardır.

İki kapılı ev

Niyazi Hocamızın anlatmasına göre mezkür hanımefendinin o tarihlerde iki tane evi vardır. Evlerden birini sadece talebelere tahsis etmiştir. Talebelerini evladı makamında görür, onların her türlü yiyecek, giyecek, barınma (iaşe ve ibate) ihtiyaçlarını bizatihi tedarik eder, yemeklerini elleriyle hazırlar, hasbi olarak onları geceli gündüzlü okutur. Oğulları Hasan ve Mehmet Efendiler işleri icabı evde olmadıklarında talebelerin derslerinin okutulması işini de bizatihi kendisi yürüten cesur bir hanımefendidir. Onca sıkıntıya rağmen öylesine bereketli bir tedrisat vardır ki, bu durumu Niyazi Hoca: “İki yılda onbeş yirmi hafız yetişirdi onların evinde.” sözleriyle dile getirir. Söz konusu evde iki kapı vardır. Herhangi bir baskın olduğunda evin ormana bakan kapısından çıkan talebeler, ortalık yatışınca tekrar ders başı yaparlar. (Bu noktada Niyazi Hoca, küçükken Kur’an okuma yıllarında yaşadıkları bazı olumsuz uygulamaları da bir hüzün hikayesi olarak anlatmaktadır.)

Henüz küçük yaşlarında olan Niyazi Efendi’nin babası Terme’dedir. Zamanın ilçe müftüsü ile konuşur, hafız oğlunun durumunu arzeder. Henüz sekiz yaşlarında olan Hafız Niyazi Efendi ilk defa Terme’ye gelir ve ilçenin orta yerindeki büyük Pazar Camii’nde yaşlı başlı hafızlarla birlikte mukabele okur. Cemaat bağrına basar küçük hafızı! Bir miktar Terme’de kaldıktan sonra tekrar memleketine döner.

On yaşlarında iken Trabzon Of’ta Mehmet Aşıkkutlu Hocaefendi’ye okumaya gitmek ister. Hem klasik ilimlerdeki bilgisini ve hem tashih-i hurûfunu geliştirmek ister. Bir seneyi aşkın Aşıkkutlu Hocaefendi’nin yanında kalır. Oradaki tahsili sona erince Çaykara’nın büyük âlimi Hacı Hasan Yavuz Hocaefendi’de Arapça okumak ister.

(Not: Hacı Hasan Yavuz Hocaefendi ile ilgili geniş bilgi için bkz: Hazırlayan Yunus Vehbi Yavuz, Çaykaralı Hacı Hasan Efendi, I. Kitap, İstanbul, Çaykaralı Hacı Hasan Efendi İlme Hizmet Vakfı Yay., 508 sf.; II. Kitap 388 sf.)

Aşıkkutlu Hocaefendi’nin oluruyla Çaykara’ya gider. Askere gidene kadar sekiz dokuz sene Çaykara’da ilim tahsil eder. Klasik ilimlerden Sarf ve Nahvi kendi köyünün hocası, Ferşat Efendi’nin talebelerinden Hacı Cevahirzade Ahmed Efendi’de okumuştur.

HAFIZ MEHMET RÜŞTÜ AŞIKKUTLU

Aşıkkutlu Hoca

Aşıkkutlu Hocaefendi’ye dair Niyazi Hoca şu bilgileri verir.

“Aşıkkutlu Hocamız yeni gelen her talebe ile tek tek ilgilenirdi. Okuyan talebelerin tashih-i hurûf, aşere, ferâiz, hafızlık gibi grupları vardı. Hocaefendi evine haftada bir kere gider, diğer zamanlarını kursta talebelerle geçirirdi. Gece geç saatlere kadar kursta ders yapardı. Evinde bile talebe okuturdu. Ders okuttuğu mektep seksen metrekarelik bir yerdi fakat iki üçyüz kadar talebe orada okurdu. Her bir grubun gün içinde belirli ders saati vardı. Farklı yerlerden ilim için gelmiş talebelere halk kol kanat gerer, küçük talebeleri evlerine alıp kendi çocukları gibi bakardı. Biraz büyücek olanlar için de evler tahsis edilirdi. Oradaki her aile, küçük bir hafızlık talebesini ailesine almayı şeref kabul eder, onu bereket vesilesi sayar, kendisine talebe verilmeyen aileler ise kendini bu nimetten mahrum kalmış olarak görür ve mahcubiyet duyarlardı. Halk Kur’an hizmetini benimsemişti. Aşık Efendi feraiz ilminden yekta idi. Yaşça büyük talebeler Aşık Hocamıza derslerde yardımcı olurlardı. Hocamız her talebe ile ilgilenir talebelerin kaldığı evlere gidip kontroller yapardı. Geceleyin ibadet için kalkardı. Hatta bir arkadaşımın ifadesine göre uykusunda bile sanki uyumuyormuş gibi dururmuş. Resmi olarak Of Vaizi ve Huffaz Öğretmeni olarak görev yaptı.”

Askerlik dönemine kadar Hacı Hasan Efendi’de okuyan Niyazi Hoca askerlik sonrası da bir yıl kadar tahsile devam eder. Hacı Hasan Efendi’nin iki katlı evinin alt katı kurs olarak işlev görmüştür. Klasik ilim olarak kelam, fıkıh, usulü fıkıh, tefsir, beyan gibi önemli dersleri orada okuyan Niyazi Hocamızın ifadesine göre ders okunan yerlerde halkın talebeye olan yardımları fevkalade olmuştur.

Bir arkadaşı şöyle bir hikaye anlatmış: “Ben oraya talebe olarak gittiğimde yanımızda kumanya da götürmüştük. Fakat orada kaldığımız sürece her sabah, kaldığımız evin önüne yiyeceklerimiz konulurdu. Kimin bıraktığı da bilinmezdi.” Niyazi Hoca, zamanın önde gelen bölge siyasîlerinin de oradaki ilim tedrisini kolaylaştırıcı fonksiyonlarının olduğunu ifade eder.

Terme’ye gelir

Niyazi Hoca icazet sonrası askerliğini 1960-62 (iki yıl) arası Manisa’da piyade olarak yapar. Askerlik boyunca çeşitli eğitim ve hizmetler için Balıkesir Susurluk, İzmir Bornova’da bulunmuştur. Askerlik dönüşü memleketinde bir sene kalan Hocamız, annesiyle birlikte daha sonra Terme’ye gelir. Cüz’i bir para ile Kur’an kursuna hoca olur. O zamanlar köylerde imam hatiplik daha rahattır. Kendisini Terme’nin bir köyüne imam olarak isterler. Fakat o Kur’an hizmetine yönelir.

1964 yılında Terme’nin Çamlıca Köyü’nde fahri imam hatip olarak görev yapar. Orada yirmi beş kişilik talebe grubu oluşturup okutur. Yüzüne Kur’an okuma, hafızlık ve klasik ilimlerden sarf nahiv okutmaya başlar. Fakat orada hizmete devam edemez. Sonraki zamanlarda Amasya’ya geçer. Üç yüz hanelik bir köyde fahri imam hatiplik yapar. 1965-66’lı yıllarda vekil imam hatip olarak atanır ve sekiz sene kadar hizmet eder. “Orada ileriye dönük hizmet etmek istemiştim ancak köylü halkı gündüz tarlada işlerine giderdi ve ben de hizmette verimli olamamıştım” demektedir.

İlginç bir rüya

Amasya’da arzu ettiği hizmet kalitesini bulamayınca imamlıktan ayrılıp Terme’ye gelmek ister. Niyeti ticaret vb. işe atılıp ilim hizmetini fahri olarak yürütmeye çalışmaktır. Bu esnada ilginç bir rüya görür. Ankara’da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın eski binasındadır. Ve daha önce hiç gitmediği bir yerde rüya görmektedir. Binanın içinde ucu bucağı görünmeyen bir salon vardır. Salonun öbür tarafında bir adam onu çağırır ve eline bir süpürge tutuşturur: Haydi süpür burayı, der. Niyazi Hoca o salonu süpürürken uyanır. Rüyasına yorum yapamaz. Kendisi Diyanet’ten ayrılmak isterken ona rüyasında böylesi bir süpürme işi verilmiştir. Lakin süpürülmesi gereken salonun biteceği de yoktur! O sırada Kur’an kursu hocalığı için imtihan açılır. İmtihana müracaat etmeleri kendisine tebliğ edilir. Komşu köyde bir imam efendiye de aynı tebliğ ulaşmıştır. Birlikte Ankara’ya gidip imtihan için başvuruda bulunurlar. Temmuz ayı sıcağında imtihana katılanların sayısı oldukça kabarıktır. “Bize burada bir sene sıra gelmez!” diyen Niyazi Hoca, arkadaşı ile birlikte bir hafta kadar orada imtihanı beklerler.

Önce tashih-i huruf, tecvid ve dini bilgilerden sözlü sınavı yapılır. Kazananların isimlerini liste halinde dışarıya asarlar. Sözlü sınav sonrası Niyazi Hoca, arkadaşına; “Haydi gidelim biz burada kazanamayız” der. Fakat bir saat sonra listede kazandıklarını görürler. Ertesi günü yazılıya girip geri Amasya’ya dönerler. Bir ay sonra sınavı kazandığına dair yazı gelir. Amasya’da iken İmam Hatip Okulu’nu dışarıdan bitirmiştir. O zamanlar Amasya Taşova’da bulunan Niyazi Hoca 1973’te Terme’ye gelir. Terme Kur’an Kursu önceleri şehir içindeki İmam Hatip Lisesi binasındadır. Fakat binası hazır olan şehirlere 1974 yılında İmam Hatip Lisesi açılacağı söylenince oradaki kursu İHL için devrederler. Irmak kenarına yeni bir Kur’an kursu açılır. Ardından Garaj Camii Fatih Kur’an Kursu hizmete sokulur. On yıl kadar orada hizmet veren Hoca Efendi, kursu 1991 yılında yeni yapılan binaya taşır.

Tatlı bir hatıra

Askerlik dönüşü görücü usulüyle evlenen Niyazi Hoca evlilik sonrası Amasya’ya gitmiştir. Orada evliliğine dair resmi belge istenince daha önce dini nikahlarını resmiyete geçirme ihtiyacı hissedilir. Fakat bu işleri Terme’de görmesi gerekir. Ağabeyi Ahmet Bey’i arayıp durumu arzeder. O da Terme’de gerekli işlemleri yaptırır ve henüz dünyaya gelmemiş bulunan çocuklarını da orada nüfusa kaydettirerek kardeşi Niyazi Hoca’ya: “Niyazi Hoca, resmi nikah işlemleriniz yapılmıştır. Dünyaya gelecek çocuğunuz da Abdurrahman ismiyle kayda geçmiştir. Bilginiz olsun” der. Bunun üzerine Niyazi Hoca: “Yahu ağabey, bizim çocuk henüz doğmadı, kız mı erkek mi onu da bilmiyoruz, nasıl olacak?” diye sorunca ağabeyi: “Yahu içime öyle doğdu ben de ismini öyle verdim” deyip sözü bitirir. Hocefendi’nin ilk çocuğu Abdurrahman ismiyle dünyaya gelir. Huzurlu bir aile hayatı olan Niyazi Hocamızın üç oğlu dört kızı dünyaya gelir. Böylece çocuk sayısında da sünnete ittiba etmiş olur. Çocuklarından üç oğlu ve iki kızı hafızlığını bitirmiştir. Abdurrahman Hoca talebelik yıllarında değil de herhalde sonraki zamanda hıfzını kemale erdirmiş olsa gerektir.

Tedris hayatı boyunca tahmini bir rakamla 1973 yılından itibaren 1000’in üzerinde hafızlığını bitirenlerin olduğu tesbit edilmiştir. Bunlardan bir kısmı klasik ilimleri de tahsil etmiştir. 4000’e yakın talebe ise Kur’an okuma ve dini bilgileri öğrenmiştir. Niyazi Hoca on devre kadar icazet vermiştir. İcazetler hafızlığını bitirenler ile altı yedi sene kadar klasik ilimleri tahsil edenler olmak üzere iki farklı kategoride olmuştur. Uzun yıllar evinde ve bazı camilerde hatimle teravih kıldıran Niyazi Hoca 1990-91’de fahri vaizlik kursuna katılmış ve fahri vaizlik belgesi almıştır. Eskisi kadar sürekli olmasa da ihtiyaç hasıl olduğunda yine vaazlar vermeye devam etmektedir.

İlk haccı

İlk haccı 1974 yılındadır. Ağabeyi ile birlikte gittiği bu haccında 40 gün kadar kutsal beldelerde kalmıştır. 1985, 87, 89 yıllarında ise görevli olarak gider. Umreye 2005’te gitmiştir. Günümüz şartlarında imam hatiplik yapanlardan biraz müşteki Niyazi Hoca. Gerektiği kadar hizmete önem vermediklerini dile getiriyor. “Topluma önder yani imam hatip olma konumundaki kişi yön veremezse hedef kaybolmuş demektir” diyerek üzüntüsünü dile ediyor.

HACI HASAN RAMİ YAVUZ EFENDİ

Vaazlarında daha çok kul hakları, ibadet, ahlak ve ilim konularına ağırlık veren Niyazi Hoca’ya cemaat içinden bazen siyaset yaptığı söylenirdi. Halbuki özellikle muamelata dair konuları güncel olarak dile getirmesi herhalde kimi insanların farklı yorumlarına sebep oluyordu. Siyasi konularda oldukça dikkatli davranan Hocaefendi bilebildiğim kadarıyla talebeleriyle ders takriri ve başka zamanlarda ilme ve ahlaka öncelik veren bir metot takip ederdi. Hocası Hacı Hasan Efendi’yi anlatırken benzeri hususa değinir:

“Hacı Hasan Efendi çok temkinli, siyaseti güzel takip edebilen, hizmet için açık vermeyen biri idi. O zamanlar orada Halk ve Demokrat Parti vardı. Arkadaşlarımızın da bir kısmı Halk bir kısmı Demokrat Partili idi. Bazen talebeler arasında parti tartışması çıkınca hocamız; ‘Yahu çocuklar bu partilerin birbirinden farkı yoktur, siz derslerinize bakınız’ derdi.”

Tatlıgül Hoca

Halil Tatlıgül Hocaefendi ile tanışıklığı olan Niyazi Hocamızın, Halil Hoca’nın cenazesine geldiğini hatırlıyorum. Halil Hoca’ya dair şunları söylemektedir: “1985 veya 87 yılı olabilir Hicaz’da birlikte idik. Onunla sohbetimiz oldu. O çok ihlaslı ve değerli biri idi. Sohbetlerinde bulunduk. Kendisiyle gönül beraberliğimiz vardı. Orada çok sıkı ilişkimiz oldu. Duyduk ki, Hocaefendi rahatsız olmuş ve kendisini hastaneye yatırmışlar. Onu biraz teselli etmiştik. İcazetlere ben kendisini davet ederdim. Bir keresinde katılmıştı da. Biz cenazesine geldik. Halil Hoca ölmemişti. Öylece yatıyordu. Gerçekten öyleydi. Terme’den olan ihvanlarına şunu söylediğini duyduk: Niyazi Hoca’yı size emanet ediyorum. Ona sahip çıkın, demiş. Biz ahirette onlarla birlikte olacağız. Bir insan ölürken, melekler, o kişi en çok kimi seviyorsa onun suretinde gelirmiş. Onun için mümin, dünyada iken insanları seçmelidir. Biz Allah dostlarını seveceğiz. Tabi Müslüman buna siyasi sahada da dikkat etmelidir.

Çok talebe yetiştirdi

Yukarıdaki bilgileri hocamla 04.09.2005 tarihinde Terme Fatih Kur’an Kursu’nda kendisiyle yaptığım bir söyleşiden derlemiş oldum. Aşağıda kaleme alınacak olan bilgiler ise benim talebelik yıllarımdaki hatıralarım cümlesindendir.

Hemen her talebenin ilkokuldan itibaren hafızasının bir köşesinde yer eden özel ve önemli hoca fotoğrafları vardır. Talebeleri nezdinde Niyazi Hoca’nın böyle bir yeri olduğuna şüphem yoktur. İkiyüz elli üçyüz kadar yatılı ve gündüzlü talebenin eğitim ve barınma faaliyetinin başında müdür sıfatıyla bulunsanız ne yaparsınız? Talebelerin hemen bir çoğu kişilik kazanma aşamasında ise bunun ne kadar zor olabileceği tahmin edilebilir. Dahası talebelerin bir kısmı fakir aile çocukları olunca onların eğitim ve barınması için hocalarının eğitim hizmeti dışında başka uğraşlarının olması kaçınılmazdır.

Kış mevsiminde sabahın dört buçuğunda Niyazi Hoca evinden kursa gelir. Şehirde insanlar henüz uykuda iken sabah ezanlarına bir buçuk saat kala Hocamız kursta olurdu. Sabahın beş-beş buçuk civarlarında derslerini yapmış talebelerin ezberleri dinlenilmeye başlanmıştır. Sabah namazının ardından dersler daha hızlı tempoda devam eder. Hocamızın bazen aynı anda iki üç talebeyi dinlediği de olurdu. Demir hafız olduğu için ders verirken müşabeheye kaçan veya yanlış/galet okuyanları rahatlıkla yakalayabilirdi. Tabi bu şekilde dinlediği talebeler genelde derslerini iyi yapmışlardan oluşurdu.

Kursun yemeğinden yemezdi

Günün ilerleyen saatlerinde bazı talebelerin velileri gelirdi. Hocamız onlarla da tek tek ilgilenir, talebesinin ders durumları hakkında onları bilgilendirirdi. Kuşluğa doğru hocamıza evinden süt getirilirdi ve onun sabah kahvaltısı bir küçük şişe süt olurdu. Yemek konusunda oldukça temkinliydi. Naif yapısı da bunun işaretidir. Bilebildiğim kadarıyla kursun yemeğinden yemezdi. Ancak Terme’de bazı zenginler iftar verir ve talebelerin arasında iftar veren kişi de iftarını açarsa onu kırmamak için hocamız da o kişiyle aynı sofrada bazen görülürdü.

Öğlen sonrası hafif bir kaylule uykusu uyuduğu olurdu. Namazlar kursun mescid kısmında yine çoğu kere hocamızın imametinde kılınırdı. İkindi sonrası hafızlık çalışan talebeler için bir tür rahatlama devresi idi. Çünkü Niyazi Hoca artık klasik ilimleri tedris eden (sarf ve nahiv okuyan) talebelerle ilgilenirdi. Muhtelif ders gruplarında bulunan talebeler gönüllü olarak derse gelir, İmam Hatip’te iken öğrendikleri pratik Arapça yanında klasik Arapçayı da öğrenme imkanına ererlerdi. Yatsı namazından nice zaman sonra hocamız gecenin karanlığında evinin yolunu tutardı. Bazen kursta müdür odasında kaldığı da görülürdü.

Evine gitmeden önce kursun yemekhanesindeki eksikliklerin temini, yatakhaneler, sınıflar hemen her tarafın tam tekmil kontrolü günlük rutin işlerin içindeydi. Kursun işlerinin yürütülmesinde ona yardımcı hocalar da vardı. Son zamanlarında Mustafa Dindar Hocanın bu tür işlerde emeği büyüktür diyebiliriz.

Çok disiplinliydi

Ramazanlarda hocamızın işleri dersler haricinde daha da yoğunlaşırdı. Özellikle Yeni Camii’de teravih sohbetleri verirdi. Sohbet sonrası evine gider, hatimle teravih kıldırırdı. Yeni Kur’an kursu yapıldıktan sonra hatimle namazı orada kıldırdığını hatırlarım. Günlük gazete okur ve haberleri takip ederdi. Derslerinde herhangi bir talebesini herhangi bir siyasi partiye yönlendirdiğine tanık değilim. İlmî bilgiyi önemser ve bunu talebelerine ihsas ettirirdi.

Fevkalade disiplinli olduğu için biz talebeleri hocamızın görüş mesafesindeki herhangi bir yerde top veya başka oyunlar oynamaya çekinirdik. Dahası kursun bahçesinde bizim zamanımızda böylesi bir düzenek de yoktu. Sonraki zamanlarda yapıldığını gördüğümü hatırlıyorum. Bu manada Niyazi Hocamız evinden kursa gelirken kimi talebeler onu uzaktan görür görmez “Niyasça geliya!/ (Niyazi Hoca geliyor!)” dediği andan itibaren fısıltı halindeki bu ses dalgası bütün kursu kaplar ve hemen bütün talebeler yoğun şekilde ders çalışıyormuş havasına bürünerek her biri bir köşeye dağılırdı.

Niyazi Hocamız kursun kapısından girip beşinci kattaki müdür odasına geçene kadar her bir katta en ufak bir laubaliliğin olması imkansız gibiydi. Talebeleri derse zorlayan herhalde bu psikolojik disiplin havasıydı. Niyazi Hocamızın bundan taviz verdiği de olmazdı. Hocamız talebeye dayak atar mıydı? Dersini yapmayana terbiye bağlamında birkaç sopa attığı olurdu. Ancak sonraki zamanlarda bunu da bıraktığını biliyoruz. Tabi o tarihlerde böyle bir eğitim zihniyetinin bulunduğunu hesaba katmamız gerekir.

İcazet merasimi

Hafızlığını bitirenler ile klasik Arapça okumada belli seviyeye gelenler için icazet denilen bir tür diploma töreni yapılırdı. Etraf bölgelerden hocaefendiler, müftüler, hatırı sayılır iş adamları da davet edilir, coşkulu bir merasim yapılırdı. Cuma günü başlayan icazet merasimi Pazar günü sonuna kadar devam ederdi. İcazet merasiminde sohbetler verilir, aşırlar okunur, Kur’an baştan sona huffaz tarafından hatmedilir ve dua ile merasimin sona gelinirdi.

Kimi zaman Niyazi Hoca talebeleriyle birlikte etraf köylere kurs için yardım mahiyetinde odun, fındık vb. toplamaya giderdi. Hatta bir keresinde Kumru’ya fındık toplamaya gelmişler, halk arasında Yukarı Camii olarak bilinen camide Cuma sohbeti vermişler. O tarihte Mehmet Özbek Hoca mezkür camide imam hatip olarak görev yapmaktadır. Niyazi Hoca, Özbek Hafız’ın okuduğu hutbenin bir adet kopyasını isteyince; “Hocam ben hutbeyi irticalen okumuştum” cevabıyla karşılaşmış ve şaşırmıştır. Elinde usulen bir metin bulunduran Özbek Hafız gerçekte elindeki değil kafasındaki metinden okurmuş hutbeyi.

Her zaman kurstaydı

Niyazi Hoca’nın misafirlik zamanları veya gelenleri olmaz mıydı? Misafirleri gelirdi fakat kendisinin herhangi bir yere misafirliğe gitmeyi tercih ettiğini pek tahmin etmem. Ancak şartlar gerektirdiğinde kifayet miktarınca bunu uygulamış olabilir. Benim zihnimde Niyazi Hoca demek, her dem kursta ders başında bulunan bir âlim demektir. Kimi hocaları görev mahallinde bulmak zordur. Niyazi Hoca’yı ise görev mahallinin dışında bulmak zordur diyebilirim.

Yedi tane çocuğu yanında annesi de herhalde hocamızla kalırdı. On nüfuslu bir aileyi, başka bir geliri de olmadığı halde bir tek maaşla nasıl geçindirirdi sorusuna cevap bulmakta insan zorluk çeker. Fakat kanaat, israftan uzak bir yaşam tarzı ve bereket bu soruya cevap teşkil edebilir. Bununla birlikte hocamızın maaş, geçim sıkıntısı konularına bir defa dahi değindiğini ben hatırlamam. Herhangi bir mevlid, Kur’an okumala girme gibi bir tarafı da hiçbir zaman olmamıştır. Camilerde veya evlerde hatim okunması için gelen taleplere talebelerini göndermiştir.

Özellikle romatizmadan muztarip olduğunu ve bunun için zaman zaman deniz kenarına kum banyosu yapmaya gittiğini duyardım. Başkaca bir hastalığı olmuş mudur bunu bilmiyorum. Ancak onun dert edindiği husus, yetişen nesli iman, ahlak ve ilimle donatmak olmuştur diyebiliriz.

Nüktedandı

Derslerde talebeleri rahatlatmak babında kimi zaman hoş nükteler anlattığı olurdu. Bu bazen dedeleri veya hocaları, bazen bir ayetin tefsiri veya önemli bulduğu bir gazete yazısını gündeme getirme şeklinde kendini gösterirdi. Bilebildiğim kadarıyla kursta herhangi bir kütüphane yoktu. Yüzüne okuyanların dini bilgiler, tecvid kitapları ve Kur’an yanında hafızlar için sadece Kur’an vardı. Böylesi bir ortamda Hocamızın anlattığı hikayeler, hatıralar bizim için aramakla bulunmaz türünden şeyler olurdu.

Hafızlık çalışırken haftada bir saatliğine çarşı iznimiz vardı. Acaba niçin böyle bir usül takip edilirdi sorusuna uzun süre cevap aramışımdır. Bu konuda vardığım son karar şu olmuştur: Gerçekte hafızlık çalışmak tam bir yoğunlaşmayı gerektirici ilim sürecidir. Dolayısıyla talebenin bu aşamada başka şeylere kafa yorması onun yoğunlaşmasını bertaraf edebileceği için böylesi bir yöntem uygun görülmüştür. Herhalde bunun için olsa gerektir ki, bizler ders çalışırken rahlelerimizi önümüze alır yüzümüzü duvara dönerek ham sayfayı ezberlerdik. Zira bu şekilde yoğunlaşma ezber yapmamızı kolaylaştırırdı.

Turan isimli bir arkadaşımız vardı. Hafızlık çalışırken roman okumaya bayılırdı. Önünde rahlesi olduğu halde o sürekli ders çalışıyormuş gibi sallanıp durur fakat gözü romanın satırları arasındadır. Turan’ı bu halde iken gören hocamızın ona fevkalade kızdığını hatırlarım. Zira öncelik ezberin yapılması idi. Söz konusu okumalar daha sonraki zaman dilimlerine ait çalışmalar olabilirdi.

Destansı bir hayat

Özetle söyleyecek olursak Niyazi Hoca’nın yazılacak destansı bir hayat hikayesi vardır. Her kap içinde olanı dışına sızdırır fehvasınca Osmanlı devrinde yetişmiş Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Trabzon havalisinin mühim âlimlerinin ilim zihniyeti ve yaşam tarzlarını anlayabilmek için Niyazi Hoca’yı iyi anlamak gerekir. Eğer ilim bir gelenek meselesi ise onu bir meş’ale gibi elden ele devredenlerin hayat hikayeleri sonraki nesillere sağlıklı olarak aktarılması lazım gelen bir görevdir.

Hayatta olan hocalarımızın bu manada eli kalem tutanlara, hem hocalarının hem kendi yaşam serüvenlerini anlatmada cömert davranmalarını gönlümüz ne çok arzu eder. Benim bu yazıda Niyazi Hocama dair kaleme almaya çalıştıklarım özetin özeti şeklindedir. Halbuki Hocamızın pek çok talebesi içinde eli kalem tutan kişiler olduğunu varsayarsak artık bizler için yaşayan bir tarih olan Niyazi Hoca’nın hayat hikayesinin kaleme alınmasının pekala mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Hatırlatalım istedik.

Muhterem Hocamıza hayırlı uzun ömürler diliyor, hürmet ve muhabbetlerimi sunuyorum.

Not: Hafız Mehmet Niyazi Kasapoğlu Hocamız 19.01.2021 tarihinde vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin.

Prof. Dr. Ahmet Çapku/ İrfanDunyamiz.com

KARADENİZ ÇEVRESİ İRFAN DÜNYAMIZ

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Selât-ü selam hassasiyeti…

Yüce Allah, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in kendi katındaki değerinden dolayı ona salat-ü selam …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.