Ehl-i Kitabın bilgisine güven olmaz…

Kur’an-ı Kerim risaletin önemi üzerinde çok durmuş ve peygamberlerin tevhid mücadelesinden bahsetmiştir. Peygamberlerin tamamının tevhid mücadelesi önemli olmakla beraber, “seyyid’ü-l enbiya” diye bilinen; Hazreti Muhammed, Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa ve Hazreti İsa peygamberlerin mücadelesi çok daha farklıdır.[1]

Peygamber Efendimiz de peygamberlere imanın önemini sahabesine sıkça anlatmıştır. Resûlullah, kendi peygamberliği ile alakalı açıklamalarda bulunmuş ve kitap ehlinin, Peygamberimizin risaletini tasdik etmelerinin şart oluşuna vurgular yapmıştır. Kitap ehlinin, Peygamber Efendimizin risaletine inanmalarının olmazsa olmazlığına işaret eden şu hadis oldukça önemlidir.

Peygambere iman

Resûlullah sallellahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Canımı elinde tutup hayatıma hâkim olan Allah Teâlâ’ya yemin olsun ki bu (davet) ümmetinden herhangi bir Yahudi veya Hristiyan, peygamberliğimi işitir de benim kendisiyle gönderildiğim şeriate/ dine iman etmeden ölecek olursa mutlaka cehennemiklerden olacaktır.”[2] Bu rivayetin bir başka tarikinde hadisin sonu; “Bana iman etmezlerse cennete giremezler” şeklinde hitam bulmuştur.[3]

Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e iman edilmeden de cennete gidilir diyen sapık düşünce sahiplerinin şu rivayeti düşünmeleri lazım: “Bir adam geldi ve Peygamber Efendimiz’e; “Ey Allah’ın elçisi! Şöyle bir adam hakkında ne buyurursun? Hristiyanlardan birisi, İncil’e inanıp bağlanıyor, Yahudilerden birisi de Tevrat’a inanıp tutunuyor, Allah’a ve peygambere de iman ediyor fakat sana tabi olmuyor. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: “Herhangi bir Yahudi veya Hristiyan benim peygamberliğimi duyar da bana tabi olmayacak olursa cehenneme girecektir.”[4] Çünkü Resûlullah son peygamberdir ve kendisinden sonra peygamber gelmeyecektir.[5] Kıyamete kadarki bütün insanlığa gönderilmiş bir peygemberdir.[6]

Resûlullah, peygamberliğinin önemine şu hadisiyle açıklık getirmiştir: “Her kim ki Allah’tan başka ilah olmadığına, benim de Allah’ın elçisi olduğuma şehadet ederse, Allah Teâlâ onu cehennem ateşinden korur.”[7] Dolayısıyla ona iman edilmeden iman geçerli olmaz. Hakikat böyleyken Yahudiler ve Hristiyanların İslâm’a girmeden de cennetlik olabileceklerini savunmak veya görüş beyan etmek tam bir sapkınlık ve cehalet örneğidir. Köksüz bir beyandır. Peygamber Efendimizin görüşlerini hiçe sayarak kişilerin kendi beyanlarını sünnetin önüne geçirmektir. Resûlullah’ın risaletine iman edilmeden Müslümanlık geçerli olmadığı için, böyle bir kişi cennete giremez.

Cennet Müslümanlar içindir

Peygamber Efendimiz’in, Hayber’in fethinde kitap ehlinden olan Yahudilerin içerisinde Halid bin Velid’e şu duyuruyu yapması için emir vermesi oldukça önemlidir: “Cennete Müslümanlardan başkası giremeyecektir.”[8] Benzeri bir rivayet Abdullah bin Abas kanalıyla da gelmiştir.[9] Hazreti Ali radıyellahu anh da Mekke’ye Resûlullah tarafından görevlendirildiğinde; Cennete Müslümanlardan başkasının giremeyeceği talimatını hacılara duyurmuştur.[10]

Resûlullah böyle buyurmuşken, onun üzerine söz söyleyerek “Yahudilerin ve Hristiyanların da cennetlik olacaklarını söylemek” sapkınlıktan başka bir şey değildir. Üstelik bu düşünce sahiplerinin Kur’an’dan ve sünnetten hiçbir delilleri yoktur.

Resûlullah’a iman etmeden cennete girilemeyeceği ile alakalı şu rivayetler de önemlidirler: Peygamber Efendimiz; “Beni görüp de iman edene ne mutlu, beni görmeden iman edene ise yedi defa ne mutlu; Allah onlara güzellikler ve cennetini versin”[11] buyurmuştur. Hatta Resûlullah, kendisini görmeden iman edenleri “kardeşlerim” diye anmıştır.[12] Bu hadisler, imanın kemalinde risaletin önemini vurgulamaktadırlar.

Hoşnut olmazlar

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, kitap ehline karşı sahabesini teyakkuz hâlinde tutmuştur. Kur’an’ın da beyan ettiği gibi, Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanları kendilerine benzetmek için yoğun çabalar sarfetmişlerdir. Bu bağlamda şu ayetin iyice idrak edilmesi çok önemlidir:

“Yahudiler de, Hıristiyanlar da, kendi dinlerine uymadığın sürece, senden asla hoşnut olmayacaklardır. (Siz Allah’ın ayetlerine iman ettiğiniz sürece, onlar sizi hiçbir zaman benimsemeyecek, hiçbir zaman dost ve müttefik olarak görmeyeceklerdir. Uydurdukları hurafelerle ve yaptıkları iftiralarla Allah’ın dinini tanınmaz hâle getiren bu zâlimlere) de ki: ‘Asıl doğru yol, (sizin kuruntu ve iddialarınız değil) Allah’ın gösterdiği yoldur!’ Yemin olsun ki sana (bu Kur’an aracılığıyla gerçek) ilim geldikten sonra, yine de onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, kendini Allah’ın gazâbından kurtaracak ne bir dost bulabilirsin, ne de bir yardımcı!”[13]

Yüzlerce ayet, Müslümanların, Yahudileri ve Hristiyanları veli edinmemeleri hususunda nazil olmuştur. Çünkü onların amaçları, Müslümanları dinlerinden ayırmaktır. Bunları en iyi bilen Resûlullah Efendimiz, kitap ehline karşı Müslümanlara şu uyarıyı yapmıştır: “Sakın ha kitap ehline (dinle alakalı) bir şey sormayınız. Kendileri haktan sapan bir toplum size nasıl doğruyu göstersin.”[14]

Muhayyer bırakıldı

Bir defasında Resulullah’ın yanında şu ayet okundu: “Ey Rasûlüm, eğer sana indirdiğimiz kıssa ve haberlerden şayet şüphe edecek olursan, senden evvel kitap (Tevrat) okuyanlara sor; (o kitabın aslında da bu haberler vardır). Yemin olsun ki, onlar hak ve doğru olarak Rabbin tarafından sana geldi. O halde sakın şüphe edenlerden olma.”[15]

Kitap ehline sormayı muhayyer bırakan bu ayet nazil olunca Peygamber Efendimiz; “Kur’an’dan asla şüphe etmiyorum ve onlara da sormuyorum” buyurmuştur.[16] Cabir bin Abdillah kanalıyla gelen rivayette ise; “Kendileri sapıtmış bir toplum olan kitap ehline sakın (dinle alakalı bir şey) sormayın. Şayet sorarsanız, sonunda ya bir batılı kabul etmiş veya bir hakkı yalanlamış olabilirsiniz. Aranızda bugün Musa peygamber bile olsaydı bana tabi olması gerekirdi.”[17] Çünkü Resûlullah son peygamberdir ve onun gelişiyle beraber önceki dinlerin uygulamaları ilga edilmiştir.

Abdullah bin Mesud, şayet sorarsanız, söylediklerine bir bakın. Kur’an’a uygun düşenleri alın, Allah’ın kitabına aykırı olanları ise reddedin.”[18] Sahabenin şehadetiyle sabittir ki kitap ehli, Tevrat’ı İbranice olarak okuyup Müslümanlara Arapça tefsir ediyorlardı. Resûlullah bu durumda şu tavsiyeyi yaptı: “Onları tasdik de etmeyin, yalanlamayın da. Deyin ki: Rabimizin bize indirdiklerine iman ettik.”[19]

Tahrif hareketleri

Yahudiler tefsir ederken metinde olmayan şeyleri katarak Müslümanlara yanlış bilgiler sunabilirler. Bundan dolayı Peygamberimiz temkinli olmayı tavsiye etmiştir. Onların bu tahrifkâr ve tebdilci tutumlarını bilen Ebû Musa el-Eşarî şu tespiti yapmıştır: “İsrailoğulları elleriyle bazı kitaplar yazıp onlara tabi oldular ve Tevrat’ı terk ettiler.”[20] Bu rivayet Buhari tarafından hadis olarak da verilmiştir.[21]

Sahip oldukları yanlış bilgilerden ve vahye ihanetlerinden dolayı müfessir sahabi Abdullah bin Abbas kitap ehline soru sormakla alakalı şu uyarıyı yapmıştır: “Yanınızda en yeni haberleri içeren Allah Teâlâ’nın kitabı dururken nasıl olurda kitap ehline sorular sorarsınız. Yahudiler, elleriyle kitaplar yazıp vahyi değiştirdiler, tahrif ettiler; sonra da aldıkları paralar karşılığında bu uydurma kitapların Allah katından geldiğini söylediler. Allah’ın gerçek vahyi yanınızdadır. Ona hiçbir beşer sözü karışmamıştır. Onlardan biri size hiç Allah’ın indirdikleriyle ilgili soruyorlar mı?”[22]

Bu çerçevede İbni Abbas’ın şu değerlendirmesi çok önemlidir: “Kur’an-ı Kerim, müheymindir. (Tüm geçmiş kitapların arzedildiği denetleyici ve gözetleyici kaynaktır.) Daha önceki kitapların üzerine de emindir.”[23] Denetleyici ve güvenirlik özelliği Kur’an’ın temel vasıflarıdır. Her şey ona arz edilecek iken gayrimüslimlere dinle alakalı sorular sormak vahyin ruhuna aykırıdır.

Bilgi almayın

Allah’ın ahkâmını değiştiren ve küfreden[24] bu kimselerden bilgi almayı Peygamber Efendimiz hoş karşılamamıştır. Konuyla ilgili şu örnek tüm zamanlar için çok önemlidir: “Hazreti Ömer, bir gün Resûlullah’ın meclisine geldi ve “Ey Allah’ın Elçisi! Kureyza Kabilesi’nden bir zata uğradım ve Tevrat’tan birçok şey yazdım. İstersen sana arz edebilirim” dedi. Bu söz üzerine Resûlullah’ın (üzüntüden) rengi değişti. Durumu gören Abdullah bin Mesud, Hazreti Ömer’e döndü ve “Allah senin aklını alsın! Resûlullah’ın rengi değişti. Yüzünü görmüyor musun?”

Durumun vehametini gören Hazreti Ömer şöyle dedi: Biz, Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, peygamber olarak Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e razı olduk” dedi. Peygamber Efendimiz, Hazreti Ömer’in bu sözlerinden dolayı çok sevindi ve şöyle buyurdu: “Bugün Musa aranızda olsa da siz bana değil de ona tabi olsanız dalalette olursunuz. Ümmetlerden siz benim payıma, peygamberlerden de ben sizin payınıza düştüm.”[25]

Burada Resûlullah, kendisinin son peygamber oluşuna ve şeriatının da önceki şeriatları ilga ettiğine dikkat çekmektedir. Konu Hazreti Musa aleyhis selam değil; zatının son elçi ve dininin nâsih olmasıdır. Buna iman etmeyen kimsenin hidayeti yoktur. İslâm’ın dışındaki hiçbir din makbul değildir.[26]

Peygamber Efendimiz böyle buyurmuşken Müslümanların, dinlerini müsteşriklerden öğrenmesi düşündürücüdür. İslâm’ı öğrenmek için Avrupa’ya Hristiyanlardan din öğrenmeye gidenler, gerçekten İslâm’ı mı tahsil ediyorlar, yoksa Hristiyanlar, Müslümanların kafalarına şüphe tohumları mı ekiyorlar. Bizim kanaatimiz ikincisidir. Batıdan gelen ilahiyatçılarımızın çoğunun dinimizin kaynaklarıyla sorunlu olmasının nedenleri üzerinde durulmaya değer.

Velhasıl, İsrailiyat dâhil kitap ehlinden nakiller yapanların veya yapılmasına cevaz verenlerin çoğunun bu rivayetlerden haberleri yoktur. Bir iki rivayeti alıp bunlar üzerinden genelleme yapmak ilmi bir üslup olamaz. Ayrıca bu hadisler öğrenilip fıkhı yapılmadan oryantalistlerden din öğrenilmez. Daha açık söylemle kâfirden İslâm öğrenmek asla doğru bir uygulama değildir. Zaten kâfirlerden İslâm’ı öğrenip de arızasız ve hastalıksız hakka Müslüman kalan kaç kişi vardır.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

1 Hâkim, müstedrek, Had. No: 4007, c. II, s. 596.
2 Ahmed, Müsned(Tah: Muhammed Şakir), Had. No: 8188, c. XVI, s. 86; Müslim, 1, iman, 70, Had. No: 153, c. I, s. 134; Hâkim, Müstedrek, Had. No: 3309, c.II, s. 372.
3 Ahmed, Müsned(Tah: Muhammed Derviş), Had. No: 19553, c. VII, s. 132
4 İbni Hamza, Esbab-u vurid’i-l Hadis, (tah: Yahya İsmail), Had. No: 1776, c. III, s.
5 Et-Tahavi, Cafer, Müşkil’ü-l Âsar, Had. No: 1298, c. II, s. 35; Heysemi, Zevaid, c. III, s. 274.
6 Nesai, Gusül, Had. No: 21, c. I, s. 209-210.
7 İbni Hamza, Esbab’ı Vürud’i-l Hadis, c. I, s. 230.
8 Hâkim, Müstedrek, Had. No: 5292, c. III, s. 337.
9 Hâkim, Müstedrek, Had. No: 3198, c. II, s. 336. 
10 Hâkim, Müstedrak, Had. No: 4376, c. III, s. 54.
11 Ahmed, Müsned, c. III, s. 155.
12 Ahmed, Müsned, c. III, s. 155; Tahavi, Müşkil’ü-l Âsâr, c. III, s. 2636.
13 Bakara 2/120
14 Abdürrezzak, Musannef, Had. No: 19209, c. X, s. 312; Beyhaki, salat, 119, Had. No: 2238, c. II, s. 17.
15 Yunus 10/94
16 Abdürrezzak, Musannef, Had. No: 10211, c. VI, s. 126.
17 Ahmed, Müsned, c. III, s. 338.
18 Abdürrezzak, Musannef, had. No: 10162, c. VI, s. 112.
19 Ahmed, Müsned, c. IV, s. 136; Hazin, Lübab’ü-t Te’vil, c. I, s. 89.
20 Dârimi, Sünen, c. I, s. 135.
21 Heysemi, Zevaid, c. I, s. 192.
22 Abdürrezzak, Musannef, Had. No: 10159, c. VI, s. 110;Hâkim, Müstedrek, Had. no: 3041, c. II, s. 289.
23 Buhari, 66, Tefsir, I, c. VI, s. 96.
24 Şâfii, er-Risale, s.8.
25 Abdürrezzak, Musannef, Had. No: 10164, c. VI, s. 113; Ahmed, Müsned, c. III, s. 470.
26 Hazin, Lübab’u-t Te’vil, c. I, s. 282.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Selât-ü selam hassasiyeti…

Yüce Allah, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in kendi katındaki değerinden dolayı ona salat-ü selam …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.