Emin Saraç Hoca’nın ağlatan hatırası

Emin Saraç Hocaefendi’yi Tokat’ın Erbaa ilçesindeki köyünde ziyarete gitmiştim. Kendisi ile orada bir müddet sohbet ettik. Hocaefendi’nin babası da dedesi de Osmanlı meşayihinden, ulemasından olan kimseler… Bana onların ders yaptıkları yerleri gösterdi.

Ziyaretimiz bittikten sonra ayrılacağımız vakit, arabamızın köyden ayrılacağı yer olan Şose’ye kadar bizi uğurladı. Bize o esnada kendisinin bu mevkide yaşadığı bir hatırasını anlattı. Bu hatıra şu anda hepimiz için çok lazım…

Bir hatıra

. Bu hatıra 1950’den önceki bir dönemde yaşanıyor. İktidarda din düşmanı insanların olduğu, fırtınalı bir zaman diliminde…

Emin Saraç hocamızı, on beş – on altı yaşlarına kadar köyünde babası okutuyor. Hafızlığını bu şekilde tamamlıyor. Bir gün babası ona diyor ki:

– Oğlum sana hafızlığı okuttuk ama bundan sonrasını okutamayacağım. Abinle beraber İstanbul’a gidin, orada Karagümrük’te Üçbaşlı Mescidi’nde Ali Haydar Efendi var. Onun ilim halkasına katılın, size Arapça okutsun.

Abisi ile beraber hazırlık yapmaya başlıyorlar. Plan yapıyorlar: Falan gün Erbaa’ya kadar yürüyecekler, oradan bir kamyona binecekler Tokat’a gidecekler, Tokat’tan da bir otobüsle İstanbul’a gidecekler. Plan bu şekilde.

Evden ayrılış

Planladıkları gün gelince, köyde sabah namazını kılıp, Şose mevkiine kamyon beklemeye gitmek için evden çıkıyorlar. Ellerinde çuvalları var… Köylüler de alim bir aileye mensup oldukları için onları yolcu etmeye gelmişler. Evden çıkarken köylülerden biri çuvalı sırtına almış. O esnada annesi gelmiş demiş ki:

– Emin, benim bahçede işlerim var oğlum, sen gidersin! Hadi sen git!

Annesi kazmasını alıp bahçeye gitmiş. Emin Hoca çok alınmış bundan… Şose’ye kadar gelmedi, köyün meydanından bizi saldı diye annesine iyice içerlemiş. Bir elli – yüz metre kadar daha gidince babası demiş ki:

– Emin, oğlum ben de bahçeye gideyim, sen gidersin!

O da yoldan geri dönmüş. Akrabası bile olmayan köylüler Şose’ye kadar onu götürüp yolcu etmişler. Emin Saraç Hocaefendi bunu anlatırken diyor ki:

– Çok alınmıştım bundan. Bahçe sanki kaçıyor muydu da bahçeye gitme numarasıyla beni oyaladılar…

İstanbul günleri

Derken İstanbul’a kadar gelmişler. Üçbaş Medresesi’ni ve Ali Haydar Efendiyi bulmuşlar. Derslere başlamışlar. Fatih Camii’ne gidiyor geliyorlar.

Emin Hoca bu dönemde annesini, babasını kafasından silmiş. “Bahçeleri benden kıymetli madem, ben de mektup yazmıyorum!” diyerek üç ay mektup yazmamış onlara… Protesto etmiş annesini, babasını.

Bir gün Fatih Camii’nde köylülerinden birisini görmüş. Adam gelmiş, “Emin!” demiş, “Buyur Amca!” derken sarılmışlar. Bir yere gitmişler, çay içmişler, sohbet etmişler. İkindi vakti gelene kadar uzamış sohbetleri. Demiş ki o adam:

– Emin! Epeyce zamandır sohbet ediyoruz. Sen, hiç anneni, babanı sormuyorsun. Merak etmiyor musun? Bak, ben köyden geliyorum, iki gün önce köydeydim dedim sana…

Emin Saraç Hoca o zaman on altı yaşlarında genç bir delikanlı.

– Yok etmiyorum, diye cevap vermiş.

Adam:

– Niye yok oğlum? demiş,

Emin Saraç Hoca:

– Görmedin mi orada, birisi bahçeye gideceğim diye beni kapıdan attı, öbürü de yoldan attı. Beni sevseler beni Şose’ye kadar getirirlerdi. Köye gelen misafirleri bile Şose’ye kadar uğurluyorlar, beni uğurlamadılar.

Adam demiş ki:

– Bak yavrum, böyle düşündüğünü biliyordum. Yanlış düşünüyorsun. Bak üç ay oldu sen İstanbul’a geleli. Anneni ben her sabah görüyorum. Seni uğurladığı yerden ağlaya ağlaya tarlaya gidiyor, bahçeye gidiyor. Annen hâlâ ağlıyor. Babana da “Emin nerede?” diye sorulduğunda o da ağlamaya başlıyor.

Emin Hoca:

– Madem bu kadar seviyorlardı da niye beni uğurlamadılar?

Adam:

– Yavrum, o olayı biz biliyoruz. Baban annene demiş ki: “Bak Hatun, bu çocuğu biz aşağı kadar uğurlarsak sen orada muhakkak ağlarsın. Ben de ağlayacağım. E, bu çocuk anasının, babasının ağladığı yerden giderse üç- beş ay sonra geri gelecek. Bırak içimize gömelim hasretimizi, bizi sert bulsun, burayı özlemesin, koca bir âlimin talebesi olsun, onun evladı olsun, yoksa yetiştiremeyiz biz bu çocuğu.”

Tabii Emin Saraç Hocaefendi bunu öğrendikten sonra pişman oluyor. O günler için; “Çok ağladım, çok üzüldüm.” diyor; “Annem, babam için böyle yanlış düşündüğümden…”

Sonra Ali Haydar Efendi onu Mısır’a gönderiyor. Dokuz yıl orada çok büyük alimlerden ders alıyor. Birçoklarından da icazet alıyor. Sonunda kendisi de çok büyük bir alim oluyor.

Nureddin Yıldız/ İrfanDunyamiz.com

Yayın Yönetmeni Notu: Elbette her anne baba gibi muhterem Emin Saraç Hocamızın annesi ve babası da onu çok sevmekte ve evladı için en güzel temennilerde bulunmaktaydı. Onlar o kadar güzel bir aile idi ki evlatlarının ahiretini kurtarmak için onları daima İslami ilimleri öğrenmeye teşvik ediyorlardı. Büyüyünce güzel bir alim olmalarını ve İslam’a hizmet etmelerini istiyorlardı. İşte bu güzel duygularla daha çocukları on beş yaşlarında iken bağırlarına taş basıp, evlatlarını gurbet ellere yolladılar. Evlatları ilimlerle meşgul olsunlar, yuvalarını pek düşünmesinler diye de anlaşılan o ki onları yolculamaya bile gitmediler. Bizim bu hatıradan anladığımız şudur ki, bir takım fedakarlıklar yapılmadan güzel neticeler almak mümkün değildir. İşte Emin Saraç hocamız gibi kıymetli değerler böyle fedakarlıkların neticesinde yetişmiştir. Her ilim talebesi, bu ulvi yolun yolcusu olmak ve hayırlı sonuçlara vasıl olmak istiyorsa bir takım zorlukları mutlaka göze almak durumundadır.

EMİN SARAÇ HOCA İLE İLGİLİ DİĞER YAZILAR

Hatıra Arşivi ↗

Alimler, arifler, hocalar ve önemli şahsiyetlerin hatıralarını okumak için tıklayın.

İyi Haberler ↗

İyiliklere, erdemlere, örnek davranışlara dair beyaz haberler okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Örnek bir Müslüman İpek hoca…

İsmiyle müsemma, amel-iman birlikteliğinin timsali, gerçek anlamda peygamber vârisi üstün insan İpek Hoca… Burada kullanılan …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.