Zulme karşı direnme ahlakı…

Kur’an’da iki yüze yakın ayet siyasal velayetle ilgilidir. Bunun nedeni Müslümanların üzerinde hiçbir zalim ve hangi türden olursa olsun kâfirin velayet hakkının olmadığını gönüllere pekiştirmektir. Bunu başarabilirse Müslümanlar, özgün siyaset yapmanın hidayetine de ererler. Aksi durumda siyasal şirkten kurtulamazlar ki bu anlayışın sonu, Müslüman olduğunu iddia eden birinin hayatında politeizmi doğurabilir.

Ameli anlamda Müslümanlık dışı şeyler iman edilerek uygulamaya konulduktan sonra Müslümanım demenin de zaten hiçbir anlamı ve sahibine yararı yoktur. Velayet makamını ellerinde tutan ve Müslümanlığını ciddiye alan yöneticiler, Kur’an ve Sünnet’le çatışan bir icraat yapamazlar; yapmamalıdırlar. Yaparlarsa iddia ettikleri Müslümanlıkla çelişkiye düşerler. Her yapılan eylemde ve işte dinimizin buyrukları, onay veya retleri devreye girmelidir. Gerçek Müslümanlık budur.

Tek örnektir

Velayetle ilgili ayetlerin pratiğini yapan Peygamber Efendimiz, tüm zaman ve mekânlardaki yöneticiler için tek örnektir. Her konuda olduğu gibi siyasette de hidayettir. Yöneticilerin idarede vahyi gözettikleri gibi yönetilenlerin de itaatte vahyi gözetmeleri şarttır. Zira Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Başınıza öyle idareciler gelecek ki sizlere zulmedecekler ve yalan söyleyecekler. Kim ki onların yalanlarını tasdik eder ve zulümlerinde yardımcı olursa benden değildir; ben de ondan değilim. (Kıyametin dehşet anında bu zalim yöneticilere yardım edenler) havuzuma gelemezler. Kim de onların yalanlarını doğrulamaz ve zulümlerinde yardımcı olmazsa o bendendir, ben de ondanım. (Kıyametin dehşet anında zalimlere yardım etmeyen bu Müslümanlar) elbette havuzuma gelecekler (ve benimle olacaklardır.)”1

Hadis metnindeki “Benden değildir” ifadesi bir Müslüman için oldukça ağırdır. Eğer Peygamber Efendimiz’in ümmetlikten reddettiğini düşünecek olursak zulme itaat etmenin korkunçluğunu daha iyi anlamış oluruz. Aynı bağlamdaki şu rivayet, idareciler ile idare edilenler arasındaki bağın inançla ilgili sonuçlarına ışık tutmaktadır: “Bir kimse Allah’ın gazap ettiği bir hususta yöneticileri razı etmek ister (ve Rabbine isyan içeren konularda itaat eder)se Allah’ın dininden çıkmış olur.”2

Zulme engel olmalı

Zalim, ister idareci olsun ister birey olsun ayırım yapmadan Müslümanların zalime ve zulme mani olmaları imanlarının gereğidir. Şayet zalime engel olunmazsa gelecek musibetler hadiste de beyan edildiği üzere umumidir: “Bir toplumun içerisinde çokça isyan işlenir ve bu isyanları engellemeye gücü yeten kişi(ler) mani olmazlar ve kötülükleri değiştirmezlerse Allah Teâlâ’nın vereceği musibetler de umumi olur.”3 Velev ki toplumun içerisinde taat ehli insanlar olsa bile zulme engel olmadıkça umumi belalardan kimse kurtulamaz.4

Peygamber Efendimiz; Mazlumun/ zayıfın hakkını zalimden almayan bir toplumu Allah Teâlâ’nın temize çıkarmayacağını”5 beyan etmiş ve zulme rıza göstermeyip “Malını, ailesini, dinini ve canını korumak için ölenlerin şehit olacağı”6 müjdesini vermiştir. Çünkü korunması gereken bu değerler kıyamet gününe kadar dokunulmazlık alanına girmektedir.7 Bütün bu rivayetler Müslümanlara kutsalları uğruna direnme ahlakını öğretmektedir.

Kendinizi aşağılamayın

Vahyin ikliminde yetişen sahabe, Kur’an ve Peygamber Efendimiz’den aldığı ruhla zulmün hiçbir türüne onay vermemiştir. Müslümanlığın özünde zulme karşı çıkma ve kıyam etmek vardır. Zulme karşı çıkmamak insan için aşağılayıcı bir durumdur. Bu nedenle Peygamber Efendimiz, ümmetini zillet ve alçaklıktan kurtarmak için şu evrensel uyarıyı yapmıştır: “Sizden biriniz sakın ola ki kendini küçük düşürmesin/ aşağılamasın.”

Sahabe; “Biz kendi kendimizi nasıl aşağılarız?” diye sordukların ise Efendimiz şöyle demiştir: “Görmüş olduğu bir anormal durum nedeniyle Allah için konuşması gereken bir yerde susar ve hiçbir şey söylemezse; Allah Teâlâ kıyamet gününde ona şöyle buyurur: “Konuşman gereken şu hususlarda niçin konuşmadın? Seni engelleyen ne idi?” Bu soruya muhatap olan kişi de “İnsanların korkusu” münasebetiyle hakkı konuşmadığını söyler. Bunun üzerine Yüce Allah; “En çok korkman gereken Ben değil miydim?” buyurur.”8

Bu hadis bizlere hakkı yerinde ve zamanında söylememenin insan onuruna ve yaratılış amacına uymayan aşağılık bir davranış olduğunu hatırlatmaktadır. Zira hakkı yerinde haykırmak bir ibadettir. Yerine göre bu ibadet, kıldığımız namazlardan bile faziletlidir. Zulme isyan bilincini ümmetinde meleke hâline getirmek isteyen Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, evinden çıktığında şu duayı yapmış ve bizlere de öğretmiştir:

“Senin isminle çıkarım ve işime başlarım Ya Rabbi! Zilletten/ aşağılanmaktan, sapıklıktan, zulmetmekten, zulme uğratılmaktan sömürmekten/sömürülmekten, cahillikten ve cahil birinin tasallutundan sana sığınırım.”9 Bu duadaki bilinç insanda karakter hâline gelebilirse insan daimi bir yakaza hâli yaşar; ne sömürür ne de sömürülür.

Peygamber Efendimiz, zulme uğrayan Müslümanları korumayı ümmetine bir vecibe olarak yüklemiştir. Bu anlayışa göre; “Her kim ki bir mü’mini münafıkların ayıplamasından/ kınamasından korursa Allah Teâlâ, kıyamet gününde bir melek gönderir ve bu mü’mini cehennem ateşinden korur. Kim de bir Müslümana zulmeder ve ona karşı çirkin davranırsa söylediklerinin cezasını çekene kadar Allah Teâlâ onu cehennemin dibine hapseder.”10 Bu hadis Müslümanlardan din kardeşlerine karşı duyarlı olmalarını istemektedir. Zira bir Müslümanın dinine, canına, malına, aklına ve namusuna yapılan saldırı bütün Müslümanlara yapışmış sayılır.

Öncelikli emir

Fıkıh kitaplarında, mazlum Müslümanları coğrafyalarına bakmaksızın savunmak ve korumakla alakalı onlarca fetva vardır. Hatta bu mazlum Müslümanlar sebebiyle günümüzde cihad bile hepimize farz-ı ayın olmuştur. Bu çerçevede zalim de olsa mazlum da olsa Müslümana yardım edilir. Zalimin zulmüne engel olmak da Müslümanlara yapılan yardım cümlesindendir.11

Biz bu hadisi hep tek taraflı anladık. Sadece mazlumun elinden tutmak zannettik. Hâlbuki zalimin zulmüne mani mâni olmak hadisteki öncelikli emirdir. Bu anlayış İslâm toplumlarının kendi içinde bile bir direnç ahlakı geliştirseydi bugün dünyanın durumu daha farklı olurdu. Biz Müslümanlar olarak şu hakikati unuttuk: “Allah Teâlâ, dünyada kullarına azap edenlere ahirette azap eder.”12

Ahiret inancı olan birinin insanlara zulüm yapması veya işkence etmesi imkânsızdır. Allah’ın kullarına azap etmek sadece fiziki işkence değildir. Onlara karşı yapılan her türlü hukuk zayiatı da azap ve işkencedir. Hatta buna gayrimüslimler de dâhildir. Onların dahi hukukunu koruma sadedinde Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kim zimmet ehlinden (İslâm toplumlarındaki devletle anlaşmalı Yahudi, Hristiyan vb. gruplar, vatandaşlar.) Birini (haksız yere) öldürecek olursa, kokusu kırk yıllık mesafeden duyulan cennetin kokusunu bile alamaz.”13

Bu anlayışa göre Müslüman birisi, kâfirin bile haksız yere kanını dökemez. Elindeki malını alamaz. Devletin en temel görevlerinden birisi de can ve mal emniyetini sağlamaktır. Müslüman olmayan vatandaşlarının mallarına kast eden siyasileri peygamber Efendimiz şu sözüyle uyarmıştır: “Dikkat edin! Kim anlaşmalı bir (gayrimüslim) vatandaşa zulüm yapar, malını ve ücretini eksik verir, ona gücünün üzerinde iş yükler veya rızası olmadan malını elinden alacak olursa kıyamet gününde onun/ zımminin koruyucusu benim.”14

Hukuka riayet

Dinin söylemi böyle iken emperyalizmin çıkarları uğruna Müslümanların mallarını talan eden, üzerlerine kurşun ve bomba yağdıran zihniyetler Allah katında iflah olamayacaklar ve öldürdükleri canların hesaplarını veremeyeceklerdir. Yeniden konuya dönersek Hanefi mezhebinin fıkıh kitaplarında zimmi ve müste’menlerin hukuku ile ilgili detaylı malumat vardır. Zaten bu hukuka riayet sayesinde Yahudiler ve Hristiyanlar Müslümanlarla beraber tarih boyunca dar’ü-l İslâm’da varlıklarını korumuşlardır. Aksine Müslümanlar Endülüs dâhil eski İslâm coğrafyasında varlıklarını devam ettirememişlerdir.

Bugün bile Müslümanlar dinlerine ait olan kuralları ve emirleri hayatı belirleyici konuma çıkaramadıkları için batıda tolere edilmektedirler. Onların batıda varlık nedenleri demokrasinin yerleşmiş olmasından kaynaklanmamaktadır. Müslümanların ideallerini yitirip sözde Müslüman olmalarından kaynaklanmaktadır. Zira batı kendine demokrat, özellikle Müslümanlara karşı zalim ve despottur. Şayet batı ülkelerinde yaşayan Müslümanlar dinlerini hayatın belirleyicisi yapma ve modern dünya görüşü ile hesaplaşma konumuna getirecek olsalar Müslümanların yaşama imkânları ellerinden alınacaktır.

Devlet dediğimiz siyasi organizasyon, vatandaşlarının doğuştan getirdiği fıtri hakları korumakla görevlidir. Bu görevini yaparken onlara haksızlık yapmamalı ve zulümden kaçınmalıdır. İslâm anlayışında “devlet zulüm yapmaz” güvencesi vardır. Eğer devlet zulüm yapıyorsa vatandaşlarının gözünde meşruiyetini yitirmiştir. Devlet; vatandaşlarının din, can, mal, namus ve akıl güvenliklerini sağlamakta azami titizliği göstermelidir.

Özellikle de mazlumların bedduasını almaktan sakınmalıdır. Zira mazlumun bedduası Allah’a anında ulaşır ki kültürümüzdeki bu anlayış Peygamber Efendimiz tarafından şöyle ifade edilmiştir: “Velev ki kâfir bile olsa mazlumun bedduasını almaktan sakının. Mazlumun bedduası ile Allah Teâlâ arasında perde yoktur.15

İş sadece beddua etmekle bitmiyor. Şayet insanların hakları gasp ediliyor ve insanlar dinen haram fiilleri yapmaya zorlanıyorlarsa dinlemenin ve itaatin de sınırları vardır. Zulmün başladığı yerde itaat olmadığını Müslümanlara Peygamber Efendimiz ve Raşid halifeler öğretmiştir.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

1 Ahmed, Müsned, c. V, s. 384; Heysemi, Zevaid, c. V, s. 248.
2 Suyuti, Celalaeddin, c. II, s. 511.
3 Abdürrezzak, Musannef, c. XI, s. 348;Ahmed, Müsned, (Tah: Muhammed Derviş, Had. no:19213) c. VII, s. 63; Hakim, Müstedrek, İman, c. I, s. 262; İbni Hamza, Esbab’ı Vürud’i-l Hadis, c. II, s. 23.
4 El- Humeydi, Müsned, c. I, s. 129.
5 Heysemi, Zevaid, c. IV, s. 196.
6 Nesai, Tahrim’ü-d Dem, c. VII. S. 116.
7 Heysemi, Zevaid, c. VI, s. 284.
8 İbni Mace, Fiten, Had. no: 4008, c. II, s. 1328.
9 Ahmed, Müsned, c. VI, s. 318.
10 Ahmed, Müsned, c. III, s. 441.
11 Darimi, Rikak, Had. no: 2753, c. II, s.401-2.
12 Ahmed, Müsned, c. III, s. 153;Beyhaki, Cizye, Had. no:18735, c. IX, s. 345.
13 Nesai, Kasame, c. VIII, s. 25.
14 Ebu Davud,  Sünen, c. III, s. 437.
15 Ahmed, Müsned, c.III, s. 153.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Yüz yüze iletişimde on altın kural…

Yüz yüze iletişim; doğrudan, aracısız bir iletişimdir. Bu iletişim iki kişi arasında olabileceği gibi, bir …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.