Emri bil maruf sorumluluğumuz…

Cihadın en önemli türlerinden olan emri bil maruf görevini hakkıyla yapanlar, gerçek anlamda halife[5] sıfatını da kazanmış olurlar. Hüküm, bu ibadetin ifasına göre şu ifadelerle verilmiştir: “Kim marufu emreder ve münkeri yasaklarsa O’nun arzında Allah’ın, Peygamberinin ve Kitap’ının halifesidir.”1

Yalnız şu hususun iyi bilinmesi gerekir ki bu görevi yapacak olanların dikkat etmesi gereken önemli noktalar vardır. Büyük âlim Süfyan es-Sevrî; “Kendisinde üç özellik bulunmayan kimseler emri bil maruf ve nehyi anil münker yapmasınlar demiştir.

Üç özellik

Bu üç özellik şunlardır: Kişinin emrettiği ve yasakladığı konularda insanlara rıfk ile (nezaketle) muamele etmesi, emrettikleri ve yasakladıklarında âdil olması ve emrettiği ve yasakladığı konuları iyi bilmesi.”2 Bu şartlar ahlak ve dinde derinleşmekle alakalı önemli kurallardır.

Emri bil maruf ve nehyi anil münker’den amaç; Allah Teâlâ ile insanlar arasındaki engelleri kaldırmak, hakikati ortaya çıkarmak ve Sünnet’i takip ederek bir kimsenin hidayetine vesile olmak veya her türlü haksızlığı önlemektir.

Karşımızdakini yenmek, onu küçük düşürmek, kendimizi üstün göstermek, âlim geçinmek veya insanların teveccühünü kazanarak sahte kahramanlık taslamak emri bil marufun amacı değildir. Marufu emretmek asla maddi çıkara dönüştürülmez.

Bu görevi yaparken Sünnet’in mücessem şekilleri olan sahabeyi örnek almalıyız. Diğer ibadetlerin kabulünde şart olan ihlasın, emri bil marufta da şart olduğunu bilerek bu görevi yapmalıyız. İçerisine riya karışan ibadetler Allah katında makbul olmazlar.

“Âdemoğlunun, marufu emretmek, münkeri yasaklamak ve Allah’ı zikretmenin dışındaki bütün konuşmaları aleyhindedir”3 buyuran Peygamber Efendimiz, Medine’ye varır varmaz Müslümanlardan bu görevi gereği gibi yapacaklarına dair söz (biat) almıştır.4 Sahabe de verdikleri sözlerini bir ömür boyu hakkıyla yerine getirmişlerdir.

Vaktinde yapmalı

Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, her işin vaktinde yapılmasının önemine vurgular yapmış ve emri bil marufun da vaktinde yapılmasını istemiştir. İş işten geçtikten sonra yapılsa bile gerekli etkiyi sağlamayacağı için şu uyarıyı yapmıştır: “Dua edip de dualarınıza karşılık verilmeyeceği gün gelmeden evvel marufu emredin ve münkeri yasaklayın.”5

Zira öyle zamanlar gelir ki bu ibadeti yapsanız da yararlı olmayabilir. Emri bil marufun yararlı olamayacağı anları bir soru üzerine Peygamber Efendimiz, şöyle açıklamıştır: “İsrailoğulları arasında meydana gelenler; fuhuş ve zina eşrafınız arasında yaygınlaştığında, siyaset alçak (bayağı, niteliksiz ve ahlaksız) kimselere kaldığında ve ilim de en rezillerinizin uğraşı alanı olduğunda, emribilmaruf fayda sağlamaz.”6

Bu durumda deyim yerindeyse tuz kokmuştur. Her Müslüman bu hadisler çerçevesinde yaşadığı coğrafyanın ve zamanın değerlendirmesini yapabilir. Marufu emretmek günümüzde çoğu zaman yarar sağlamadığı gibi davetçilerin; “Merkep leşi kadar bile değerinin kalmadığı”7 günleri idrak ediyoruz.

Artık değer ölçüsünü finans çevreleri ve tüketim kurumları belirliyor ve Müslümanlar da onların koyduğu ölçülere göre birbirlerini değerlendiriyorlar. “İnsanın tükettiği kadar değerinin olduğunu” savunan kapitalist anlayış Müslümanlar arasında da revaç buldu.

Sözde dini hareketleri ilim erbabı değil de sermaye sahipleri yönetmeye başladı. Artık ilmi olan değil de parası olanlar istişare ehlinden sayılıyor. Esefle belirtelim ki parası olan her şey hâline getirildi. Akıl ve ilim ayaklar altına serildi. Böyle insanlık dışı bir değer ölçüsünü reddedip İslâm’ın ölçülerini etkin kılmak üzerimize yüklenen çok önemli bir dinî sorumluluktur.

Kendine bak mı?

Finans çevrelerinin terbiye ettiği liberal ruhlu modern insana İslâm’ın yükümlülüklerini hatırlatınca, “Kendinize bakın!” denilmektedir. Böyle bir karşılığı erken dönemde hoş karşılamayan Abdullah bin Mesud; “Din kardeşine ‘Allah’tan kork’ dediğinde, ‘sen bana neyi emrediyorsun ki? Önce sen kendine bak’ diyenden daha büyük günah işleyen kimse yoktur.”8 buyurmuştur.

Bütün bunlara rağmen Müslümanların, marufu emretme konusuna ve usulüne hâkim olanlarının bu görevi hakkıyla yerine getirmeleri üzerlerine farzdır. Zamanımızda ise en önemli ve öncelikli farzlardandır. Bu farzı yerine getirenlere Müslümanlar değer vermeli ve onlara bakışlarını müstakim bir çizgiye oturtmalıdırlar.

Peygamber Efendimiz, emri bil maruf’u hakkıyla yerine getiren kimselere yaptıkları görevin ulviliğinden dolayı dokunulmazlık alanı biçmiş ve onların hayatına kast edenlerin yaptığı günahı nasıl bir suça denk gördüğünü sorulan soru üzerine şu hadisinde dile getirmiştir: “Kıyamet gününde insanların en şiddetli azaba çarptırılacak olanları, peygamberlerini ve emri bil maruf nehyi anil münker görevini yapanları öldürenlerdir.”9

Bu kutlu insanları öldürmek elbette en büyük günahlardandır. Fakat davette etkin görev alabilecek yetenekli, akıllı, hikmetli, ahlaklı ve ilim sahibi Müslümanlara gereken değeri vermemek de onları yaşarken öldürmek değil midir?

Toplumdan kopmak

Pasif yaşamayı ve toplumdan kopmayı yeren Peygamber Efendimiz, Müslüman’ın hayatının topluma adanmasını tercih etmiştir. Bununla ilgili, sahabeden birinin Peygamber Efendimiz’e yapmış olduğu bir müracaata verilen cevap oldukça düşündürücüdür. Olay şöyle nakledilmiştir. 

Sahabeden birisi bir vadiye uğramış, orda güzel manzaralarla; sularla, ağaçlarla karşılaşmıştır. Kendi kendine, orada kalıp ibadet etmeye; ölene kadar namaz kılmaya karar vermiş ama Peygamber Efendimiz’den onay almadan da bu kararının doğru olmayacağı sonucuna varmıştır.

Peygamberimize gelmiş ve durumu (detaylarıyla) anlatmıştır. Peygamber Efendimiz, adama dönmüş ve şöyle buyurmuştur: “Sakın böyle bir şey yapma. Sizden birisi, bir deve sağımı kadar bile Allah yolunda (küfre karşı) kıyam edecek olursa ona cennet vacip olur.”10

Bir başka ifadesinde ise; “Küfre karşı bir anlık kıyam, altmış yıllık ibadetten (nafile namazdan) daha faziletlidir”11 buyurmuştur. Bu uyarı ve yönlendirme karşısında ne kadar şükredilse azdır. Bu hadisi iyi düşünen bir Müslüman hem ibadetlerdeki öncelikleri bilir hem de en kötülükleri engellemenin en önemli ibadetlerden bir olduğunu kavrar.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

1 Zemahşeri, Keşşaf c.I,, s.389
2 el-Hanbeli, İbni Recep, Câmi’u-l ülum, c.II, s.256
3 İbni Mace, Fiten, Had. no:3974, c.III, s.1315
4 Bak: İbni Kesir, el- Bidaye, c.III, s.163
5 İbni Mace, Fiten,20,Had. no:4004,  c.II, s.1327
6 Ahmed, Müsned, c.III, s.187
7 Zemahşeri, Keşşaf c.I, s.389
8 Heysemi, Zevaid, c.VII, s.271
9 Taberî, Câmi’ü-l Beyan, c.III, s.216
10 Darimi, Sünen, c.II, s.260; Heysemi, Zevaid, c.V, s.279-80
11 Heysemi, Zevaid, c.V,s.326; İbni Kayyım, İlam’u-l Muvakkin, c.IV, s.247

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Faizi niyetinden tamamen çıkar!

İmam Hatiplik yaptığım yıllarda bir gün cemaatimizden sevdiğim bir esnaf abiden telefon geldi. Kendisi ile …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.