Emin Acar Abi siz misiniz?

Ankara’da görev yaptığım yıllardı…

İslami cenahtaki hangi toplantıya gittimse bir çoklarında Emin Acar’ın ismini duyardım.

Merak ettim tanışmak için adresini araştırdım, Hacı Bayram Camii civarında olduğunu öğrendim.

Bir gün ziyaret için gittim Hacı Bayram türbesine… Sakin, gri paltolu bir amca geliyordu ona; “Bu camiye yakın bir yerde Emin Acar Abi varmış onu tanıyor musunuz?” dedim.

Tebessüm etti; “O aciz benim” dedi.

Fesuphanallah tevafukun böylesi dedim içimden. Eline öpmek istedim, müsaade etmedi.

Musafaha yaptık, elimi bırakmadı hal hatır sordu, sohbet ederek kendine ait mekana geçtik.

İçerisi çok kalabalıktı. İki bölüm vardı birisi hastalar için muayene yeri. Diğeri sohbet dinlemek için gelenlere ayrılan bölüm.

Önce hastalarına gerekeni yaptı sonra bizler ile ilgilendi.

O günkü sohbetinin konusu ülkemizin üzerinde emelleri olanlar ve etrafımızdaki tehlikelerdi. Çok güzel tahliller yapıyordu.

İçimden dedim ki; “Tam Dışişleri Bakanı olacak bir insan.”

Sohbet çok uzundu, fakat sunum çok güzeldi, hiç kimse ayrılmak istemiyordu.

Ara sıra kapının zili çalıyordu.

Yaşlısı, genci, hastası derken gelenler çoktu.

Rahmetli Emin Abi sürekli içecekler ikram ediyordu ve ekliyordu; “Rahatlıkla içebilirsiniz. Burada yenilen içilenleri kendi ellerimiz ile hazırlıyoruz. Yazın soğuk, kışın sıcak içecekler. Hepsi de ecdadımızın usulüne uygun Osmanlı içecekleri.”

Bir ara zil çok uzun çaldı. Emin Abi gülerek; “Bizim adam geliyor açın kapıları.”

Biz de merak ettik kimmiş şu bizim adam dediği.

Meğer Hacı Bayram Camii etrafında ne kadar gariban, meczup, özürlü varsa hepsi oraya geliyor, aç karınlarını doyurup giderken de Emin Abi’ye o günkü yaptıklarını anlatıyorlarmış.

İçlerinden birisine anlat bakalım bu gün neler yaptın dedi.

Karşısındaki kişi; “Abi bugün çok para topladım çoook.”

Emin Abi; “Eee söyle bakalım paralar nerede“ diye sorunca; “Abi gittim çoook simit aldım öteki arkadaşlara (meczuplara) dağıttım” demez mi.

Emin Abi bizlere döndü; “Kendini akıllı sananlar şunlar gibi paylaşmayı bilselerdi dünyada kimse açlıktan ölür müydü?” dedi.

İnanın bu ziyaret beni çok mutlu etti. Bazen sayfalarca kitap okursunuz ama böylesi bir sahneye şahit olmak bambaşka bir şeydi. Ders desem, mutluluk mu desem bilmiyorum; insanı halden hale götürüyor.

Ömür boyu gittiğim her yerde bu gibi yerleri ziyaret ettim. Kimi iğne iplik satarak, kimi ayakkabı tamiri yaparak, kimi evinin bir bölümünü misafirhane yaparak bir şeyler yapmanın derdini çekiyorlardı.

Ne güzel demişler; “Gönlünde derdi olanın, gözü yatakta olmaz.”

Gönül derdi ne güzel dert dertlendikçe sevgin artar.

Sevdikçe derdin artar.

Öyle bir noktaya getirir ki insanı.

Verdikçe verirsin, sevdikçe seversin, affettikçe mutlu olursun.

Nefsin senden ne isterse tersini yaparsın.

Bu alemden göç eder gidersin. Arkanda şanın, şöhretin kalmaz. Öyle bir hatırlanırsın ki; izlerin, sözlerin, yürekleri kavuran (sevgi) közlerin senin için sadakayı cariye olur.

Bu duygular ile oradan çok ders alarak ayrıldım. Daha sonra rahmetli Emin Abi ile Başbakanlık mescidinde bir defa daha görüşmek nasip oldu.

O bir tabipti hem beden, hem de gönül yaralarını saran bir tabipti.

Makamı cennet olsun.

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.