İskilipli Atıf Hoca’yla ilgili önemli bilgiler

İskilipli Atıf Hoca’nın ismini ağzımıza alırken derlenip toparlanmamız, kendimize çeki düzen vermemiz lazım. Öyle yutkunmadan, konforumuzu bozmadan ağzımıza alacağımız bir isim değildir onun ismi. Kuru kuruya “şehid oldu” diyerek geçiştireceğimiz bir isim de değildir. O, bize bedel ödemeyi öğreten zattır. O, bize insan olmayı, insan kalmayı, izzetiyle, haysiyetiyle yaşamayı öğreten gerçek bir âlimdir. Hem mücahid, hem de şehiddir. Onunla ilgili anlatılan her bilgi değerli, onun her hatırası bizim için saygındır.

Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi, onu anma programı düzenleyerek ne de güzel sevaplı bir iş yapmış. 25 Şubat 2012 Cumartesi günü yapılan bu toplantının beni en çok etkileyen yanı, İskilipli Atıf Hoca’nın altı yaşında annesini dar-ı bekâya yolcu ettiğini öğrenmem oldu. Yazık ki zalim ideoloji öksüz büyüyen bu güzel âlime idam sehpasını layık görmüştü. İnşallah bu tür anma toplantıları bu zalim ideolojiyi ve ona ait değersizlikler dünyasını tanımamıza vesile olur.

Yapılan panelde Dr. Mehmet Sılay Bey, İskilipli Atıf Hoca’nın şehadetini anlatırken Sadık Albayrak Bey ise o karanlık dönemin bazı hususiyetlerine değindi. Mehmet Sılay Bey konuşmasında şunları söyledi: “Değerli arkadaşlar bir insan kolay yetişmiyor. İskilipli Muhammed Atıf Efendi İskilip’in Tophane Köyü’nde doğuyor.

Babasının soyu Akkoyunlulara dayanıyor, annesi de İslam’ı tebliğ için gelen Arap Dede’nin soyundan geliyor. Arap Dede Anadolu’ya Abbasiler zamanında gelmiş. Muhammed Atıf Efendi’nin anne tarafı akrabaları şu an Cidde’de yaşıyorlar. Hattaboğlu sülalesinden olan Nazlı Hanım daha oğlu altı yaşındayken vefat ediyor ve Muhammed Atıf Efendi öksüz kalıyor. O dönemler İskilip tıpkı Manisa gibi, Hatay gibi bir kültür şehri. Çok önemli ilim adamları yetiştirmiş, devlet adamı ve paşalar yetiştirmiş bir yer.

Muhammed Atıf Efendi orada öyle bir çalışma yapıyor ki daha küçük yaşta köyün imamından okuyor ve hafız oluyor. Daha sonra eğitimini devam ettirmek için İstanbul’a gidiyor. İstanbul’a gittiğinde Fatih Medresesi’ni bitiriyor. Kabataş Lisesi’nde lisan öğretmeni oluyor. Sonra Fatih Medresesi dersiâmı oluyor. Sonra medaris müfettişliği gibi çok önemli bir göreve getiriliyor. Kitaplardan başını kaldırmayan bir müderris değil, halkla iç içe olan sokağa hâkim bir müderristir.

Tahirül Mevlevi

15 Mayıs 1919’da İngilizlerin tahrikiyle Yunanlıların İzmir’e çıktığı gün, arkadaşı Tahirü’l Mevlevi’yi de yanına alarak İngiliz Büyükelçiliğine gelerek bir protesto yapıyorlar. Çünkü işgalde çıbanbaşı İngiltere. Şeyhülislam Sabri Efendi Kuvâ-yi Milliye’ye karşı bir fetva hazırlıyor. Muhammed Atıf Efendi de Tahirü’l Mevlevi Efendi de bu fetvaya imza atmıyorlar. “Kuvâ-yi Milliye’yi desteklememek caiz değildir, vebaldir, günahtır” diyorlar. Bu tavrından dolayı Muhammed Atıf Efendi Meclis-i Meşayih’teki görevinden azlediliyor. Tahirü’l Mevlevi’de resmî görevinden azlediliyor.”

İstiklal Mahkemeleri’nden bahseden Sılay sözlerine şöyle devam etti: “Nureddin Topçu diyor ki: İstiklal Mahkemelerinde hâkim yoktur, eşkıya vardır. 27 Mayıs’ta başbakan asan o mahkeme İstiklal Mahkemesi’nin yanında yunmuş yıkanmıştır. Bu mahkemelerdeki hâkim denilen adamlar hakikaten hâkim değildir, bir siyasalcı ya da bir doktoru hâkim yapmışlardır. Ankara’daki İstiklal Mahkemesi’nde üç tane meşhur Ali vardır. Kel Ali, Kılıç Ali ve Necip Ali… Osman Paksüt, Kel Ali’nin torunu, Kılıç Ali de Altemur Kılıç’ın babasıdır. Üçüncüsü olan Necip Ali’nin de yeğeni Yalçın Küçük.

Bunları ben bilgi babında söylüyorum. Babanın günahını evlat çekemez. Herkes orada kendi hesabını verecek.

Arşivleri incelerken 2170 idam kararı olduğu çıkıyor ama araştırmacı Ergün Ayvaz en az 5000 diyor. Size başka bir sayı daha vereyim. Cellat Kara Ali var, emekli olmak istiyor, emekli yapmıyorlar; ‘Şu ana kadar 6128 ip çekmişim’ diyor. İşte size üç faklı sayı. Bu konu tarafsız araştırmacılar tarafından araştırılmalı ve en doğru sayı ortaya konmalıdır.”

Elinde İskilipli Atıf Hoca’nın eşi Zahide Hanım’a yazdığı son mektup olduğunu söyleyen Sılay bu mektuptan şu bölümü aktardı: “Zahidem, refikam, Karadeniz vapuru ile İstanbul’a getirildim. İstiklal mahkemesi heyeti de bizimle beraber geldi. Giresun’da vukua gelen hadisede Frenk Mukallitliği kitabımla beni tahrikkâr, kışkırtıcı ve alakadar zannetmişler. Bilahare alakadar olmadığımı tebeyyün ile suizandan hâlâs olurum. İnşallah buradan da hâlâs olurum da yakında kavuşuruz.” Bu duygulu mektuptan bir hafta sonra kırk dört ilim adamı ile birlikte Ankara’ya Ulucanlar Cezaevi’ne gönderilen İskilipli Atıf Efendi’nin orada altı numaralı kovuşta, rüyasında Resulullah’ı görmesi üzerine; “Ben davet aldım Resulullah’tan. Ben bu zalimlerle ancak Mahkeme-i Kübra’da hesaplaşacağım” dediğini nakletti.

Urfalı İbrahim Edhem Efendi

Mehmet Sılay Bey konuşmasında İstiklal Mahkemelerince idam ettirilen diğer mazlumlardan da bahsetti. Yazdığı “Hayat-ı Beşer ve İslamiyet’te Ahlak ve Kadınlarda Tesettür” adlı risale bahane edilerek idam ettirilen İbrahim Edhem Efendi’nin henüz daha 22 yaşında olduğunu söyleyen Mehmet Sılay bu şehidimizle tanışmasının Sadık Albayrak Bey’in ‘22’sinde bir Şehid’ adlı kitabı vesilesiyle olduğunu ifade etti.

İbrahim Edhem Efendi’nin Urfa hükümet konağı önündeki Halilurrahman Camii’nde bir konuşma yaptığını ve bu konuşmasından sonra yakalanarak infaz edildiğini, bu olay olduğunda henüz Şeyh Said ve arkadaşlarının zulmen infaz edilmesinin üzerinden on gün geçtiğini söyleyen Mehmet Sılay olayla ilgili şöyle bir detay anlattı: “Urfa hükümet konağının önünde 22 yaşının baharında asıyorlar ve ailesine ‘gelin cenazenizi alın’ bile demiyorlar. Sabahtan akşama kadar ibret olsun diye bekletiyorlar, akşam da gidip gömüyorlar. Allah bin kere razı olsun Urfa Müslümanları onun gıyabi namazını kılıyorlar. Daha sonra da evlatlarına yapmadıkları kadar güzel bir kabir yapmışlar, Urfa’ya gidenler Bediüzzaman Kabristanı’na girsinler 20. metrede şapka yüzünden, hilafetle ilgili ifade özgürlüğünü kullanması yüzünden asılmış bu kahramanı ziyaret etsinler.”

Urfa’ya gidenler Bediüzzaman Kabristanı’na girsinler 20. metrede şapka yüzünden, hilafetle ilgili ifade özgürlüğünü kullanması yüzünden asılmış bu kahramanı ziyaret etsinler.

Mehmet Sılay Bey’den sonra konuşan Sadık Albayrak Bey yapmış olduğu konuşmasında İstiklal Mahkemeleri’nin olduğu o karanlık dönemle ilgili bazı kısa hatıralar anlattı. “O dönem öyle berbat bir dönemdi ki bin yıllık inancımızın temel direkleri indirildi” diyerek başladığı konuşmasında şunları söyledi: “Benim ‘Yürüyenler Sürünenler’ adlı kitabımın ilk baskısında elinde bildiri dağıtan müderrislerin fotoğrafı var. 1960’tan sonraki bildirileri kim dağıtıyordu? Devrimciler, komünistler, faşistler anarşistler falan. Ama o dönemde bakıyoruz ki oradaki sarıklı hoca ittihatçı askerlere bildiri dağıtıyor. Son devrin uleması yıldızlar gibi tüm dünyaya ışık tutmuşlar. Kimisi infaz edilmiş, kimisi de gittikleri ülkelerde talebe yetiştirmiş. Şimdi onların yetiştirdiği talebeler ‘Her şey aslına döner’ prensibinin öncüsü oluyorlar.”

12 Eylül sürecinde yaşadığı trajikomik bir olayı anlatan Sadık Albayrak Bey şunları söyledi: “12 Eylül’de benim evimi arıyorlardı. Osmanlıca harflerle basılı Nutuk’u bulmuşlar, ‘irticai bir kitap’ diyorlar. Bu yobazlık falan gibi bir şeyler dedi amirleri. Ben de iyi bak dedim baş tarafına. Bir baktı M. Kemal’in resmi var. ‘Nutuk bu’ dedim. ‘Nutuk mu’ dedi. ‘Evet, kütük mü zannettin’ dedim. Yani adam bilmediğinin cahili.

1927 baskılı bu Nutuk’ta ne diyor biliyor musunuz? 6. sayfasında; ‘Konya ve havalisinde teşkil bulunan Teali İslam Cemiyeti memleketin kurtuluşu için çalışıyordu’ diyor. İstanbul işgal altındayken üç tane bildiri yayınlıyor. Bunlardan birisini işgalci İngiliz kuvvetlerine veriyorlar. Ne diyorlar bu cemiyet için, memleketi sattılar filan. Oysa böyle bir cemiyet değil. Uluslararası emperyalist güçlerle savaşan bu adamlardır, öz ve öz millî olanlar bunlardır. Şimdi bu millî kelimesini de şöyle tahlil etmek lazım. Biz millîyiz. Niye? Lügatlere bakarsan millî ‘millet’ten gelir. Millet de millet-i İslamiyedir. İslam, ‘Hazreti İbrahim’in milletinden, Hazreti Muhammed’in ümmetindensiniz’ dedi. Bütün ideolojiler buna itiraz etti.”

Necip Fazıl Kısakürek

Üstad Necip Fazıl ile ilgili de bir hatırasını anlatan Sadık Bey şunları söyledi: “Bizi Üstad Necip Fazıl bir gün evine davet etti. Evine gittik, garsonlar böyle beyaz elbiseli filan. Garsonlara diyor ki: ‘Bunlara hizmet edin, bunlar Büyük Doğu’nun gençleri.’ Bizi böyle motive ediyordu. Sonra ne öğrendik biliyor musun? O yemekteki malzemeleri kasaptan borç parayla almış. Necip Fazıl’da para mara olmazdı. O öyle bir adamdı. Buradan iskeleye gidecekler diyelim, taksiyle gidiyor, yaya gitmez. Biz işte onlara özenerek bugünlere geldik. Necip Fazıl derdi ki ben öbür tarafta olsaydım benim için kasırlar saraylar yaparlardı.”

Ürpererek dinlediğim bu konuşmadan nakledeceklerim bu kadar. İstanbul Belediyesi Kültür Müdürü Abdurrahman Şen Bey’in de katıldığı anma programının kapanış konuşmasını Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi başkanı Muzaffer Doğan Ağabey yaptı. İstanbul’daki kültür ortamlarında çok kere karşılaştığım Muzaffer Ağabey tam bir Necip Fazıl hayranı ve takipçisidir. Dobra ve heyecanlı konuşması ile bilinir. Samimi bir mü’mindir. Cumhuriyet tarihindeki ideolojik yıkıma dair de malumatları vardır. Elimden geldiği, gücümün yettiği kadar size bugünkü ziyaret ettiğim bu irfan ortamını yansıtmaya çalıştım. Bir sonraki irfan durağında görüşmek üzere.   

Aydın Başar/ İrfan Yolculuğu

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.