İsra ve Miraç ile ilgili bazı açıklamalar

  • İsrâ ve Miraç, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in hayatında gerçekleşmiş olağanüstü bir hâdisedir. Olayın gerçekliği ve mucizevî mahiyeti konusunda tarihi süreçte ümmet içinde ciddi bir ihtilaf bulunmamaktadır.
  • Sahabeden bugüne hangi mezhep ve meşrepten olursa olsun Müslümanların büyük çoğunluğu, bu olayın gerçekliğini kabul ve tasdik etmişlerdir.
  • Miraç olayı, ilk dönemlerden itibaren hadîs, siyer ve tarih kitaplarında yer almış, ayrıntılarda ihtilaflar olmakla birlikte, genel hatları itibariyle İslam düşünce tarihi içinde ortak bir anlayış ve kanaate varılmış bir olaydır.
  • Bu konudaki hadîsler hem İsra’nın hem de Miraç’ın gerçekliğini ifadenin yanında bunun ruh-beden bütünlüğü içinde gerçekleştiğini bildirmektedir.
  • Hâdisenin Hicret‘ten bir yıl önce olduğu hesaba katılırsa, bu olay için Peygamber Efendimiz’in en zor döneminde bir nevi teselli olarak Allah katından bir ikram ve lütuf olduğunu söylemek gerekir.
  • Bu olay ile ilişkilendirilen beş vakit namazın farziyetinin Hicret’ten bir yıl önce olduğu göz önüne alınırsa, olayın Hicret’ten bir yıl önce olduğu şeklindeki kanaatin daha isabetli olduğunu sonucuna varılır.
  • Mekân konusunda genel kanaat, bu hâdisenin Mekke ve Mescid-i Harem içerisinden gerçekleştiği şeklindedir. Rivayetlerin çoğu Peygamber Efendimiz Kabe’nin yanında Hicr bölgesinde uyurken bunun gerçekleştiği yönündedir.
  • Olayın hikmeti ve sebebi, İsrâ ayetinde “ayetlerimizi göstermek için” ifadesiyle bildirilmiştir. Yüce Allah bazen peygamberlerine hakikati görerek ve yaşayarak tecrübe ettirir. Olayın hikmeti, Peygamberimizi teselli etmek, yakîn bilgisine muttali kılmak, ümmetine bu olay vasıtasıyla bir takım hediyeler lütfetmek şeklinde sıralanabilir.
  • Olaya Peygamber Efendimiz’den başka bir insan muttali olmamıştır. İsrâ Sûresi’nin ilk ayeti geldiğinde Peygamber Efendimiz bu ayeti okumuş ve olayı açıklamıştır.
  • Müşrikler başta olmak üzere zayıf imanlı Müslümanlar bunu kabul etmemiş ancak Hazreti Ebû Bekir gibi kuvvetli bağlılığı olanlar, tereddütsüz inanmıştır.
  • Olayı müstehzi bir şekilde anlatan ve “Buna da inanabilir misin?” diyen müşriklere Hazreti Ebu Bekir’in cevabı “Ben ondan daha fazlasına inandım, buna mı inanmayacağım?” şeklinde olmuştur.
  • Bir peygamberin hayatında İsrâ ve Miraç gibi olağanüstülüklerin bulunması onun peygamberliğine delildir. Müşriklerin itirazları ve onlarla yapılan tartışmalar da bunu göstermektedir.
  • Müşriklerin en büyük itirazı olayın akıl bakımından imkânsızlığı yönüne olmuştur. Hâlbuki bir yerden bir yere intikal hızı, vasıtaya göre değişmektedir.
  • Olay mucizevî olduğu için bunu hızının nasıl olduğunu sormak bile aslında doğru değildir. Fakat müşrikler mucizeye inanmadıkları için olayın bu yönünü sorgulamışlardır.
  • Günümüz imkân ve şartları muvacehesinden düşünüldüğünde bu olayın imkânını tartışmak bile gereksizdir. Çünkü bugünkü uçaklarla bir gecede Mekke’den Kudüs’e bir değil, birkaç kere gitmek mümkündür.
  • İnsanın icat ettiği araç, bu kadar hızlı olabiliyorsa Allah’ın bir kulunu bir gecede uzak bir mesafeye götürüp getirmesi hiç şaşırtıcı olmamalıdır. Zaten tarihi bilgiler de bu olayın gerçekleştiğini teyit etmektedir.
  • Kur’an’da geçen Belkıs’ın tahtının göz açıp kapama süresi içinde getirilmesi ve Hazreti Süleyman’ın ordularının çok kısa bir süre içinde rüzgar vasıtasıyla taşınması, İsrâ ve Miraç hâdisesinin imkânına iyi bir örnektir.
  • Belkıs’ın tahtı, Hazreti Süleyman’ın ordusu ile melek, cin ve şeytanlar cisim olduğuna göre onlar için gerçek ve geçerli olan hususlar Peygamber Efendimiz’in İsrâ ve Miraç hadisesi için de geçerlidir. Sonuçta bütün bunlar olayın aklen imkanını ortaya koymaktadır.
  • Günümüzde bazı araştırmacıların İsrâ ve Miraç hakkında gelen rivayetleri tek tek ele alarak ve onlarda bulunan ihtilafları art arda sıralayarak buradan yeni/farklı kanaatlere ulaşma çabası, resmin bütünü gözden kaçırma dışında bir sonuç doğurmaz.
  • Diğer bir deyişle böylesi yaklaşım, konunun esasından uzaklaşıp ayrıntılara takılıp kalmak anlamına gelir. Daha da ileri giderek Miraç ile diğer kültür ve inançlardaki efsaneler arasında benzerlikler kurmak, dinin bütününe yönelik şüphelerin oluşmasına yol açar.
  • Kaynaklardaki bilgilerin bazılarını öne çıkartıp bazılarını göz ardı etmek araştırma tekniği açısından doğru bir yaklaşım değildir. İlk kaynaklarda olmadığı şeklindeki yaklaşımın da isabetli olduğu söylenemez. Çünkü ilk kaynaklar Kur’an ve Peygamber Efendimiz’in sünnetidir.
  • Nitekim olay, sünnete uygun bir şekilde İsrâ ve Miraç olayı sahabeden itibaren ilk Müslümanların zihin dünyasında yerini almış ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde nesilden nesle aktarılarak bugünlere gelmiştir.
  • Miraç olayının Müslüman zihninde kabul görmesinin temel nedeni, sahîh hadîs kaynaklarında yer almasıdır. Bir kaynağın sahih kabul edilmesi de rastgele değil, yüzyıllar içinde oluşmuş Müslüman ölçütlerinin bir sonucudur.
  • Öte yandan Miraç’la ilgili rivayetlerin III. asır hadîs kaynaklarında bulunması, o tarihte kurgulandığı anlamına gelmez. Çünkü o dönemde tedvin edilen (derlenen) hadîsler I. ve II. asırlarda da bilinmekteydi.
  • İlk dönem bazı hadîs nüshalarında bu hadîslerin yer almaması, onların bilinmiyor olması veya hiç olmadıkları anlamına gelmez. İlk dönem bazı yazılı kaynaklarda var olmayanların kabul edilmeyeceği hükmü, tarihî bir yanılgıdır.
  • Bu yaklaşım sözgelimi Buharî’nin veya Müslim’in Sahihlerindeki hadîsleri kendilerinin uydurup yazdığı anlamına gelir. Hâlbuki bizim geleneğimizde hadislerin kurgusundan değil, tedvininden yani derlenip toplanmasından bahsedilir.
  • Tedvin demek, Peygamberimizden nakil/rivayet yoluyla gelen hadîs metinlerinin bir kitap içerisinde toplanmasıdır. Nitekim Kur’an, Hazreti Ebû Bekir döneminde toplanmış, Hazreti Osman döneminde ilk nüsha da dikkate alınarak tekrar toplanmış ve çoğaltılmıştır. Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Osman döneminde yapılan bu işlem, Kur’an ayetlerinin o dönemde kurgulandığı veya yazıldığı anlamına gelmez.
  • Müslümanların kendi tarihlerini okumak için hassasiyetle oluşturdukları ıstılahları kullanmak yerine, günümüzde revaç bulmuş bir takım terimleri kullanmak tarih yanılgısıdır.
  • İhtilaf olayın mahiyeti, zamanı ve mekânı hususundadır. Müslümanların büyük çoğunluğu olayın Mekke döneminde ruh-beden bütünlüğü içerisinde Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya oradan da gökyüzüne doğru gerçekleştiği inancında ittifak halindedir.
  • İsrâ ve Miraç olayının mahiyet ve muhtevası itilaflı ve tartışmalı olduğu zaten eskiden beri bilinmektedir. Buna kimsenin itirazı yoktur.
  • Ancak söz konusu tarihi ihtilaf ve tartışmalardan kalkarak Miraç olayını kurgu veya sonradan oluşturulmuş hayali bir serüven şeklinde değerlendirmek, birinci olarak tarihi hafife almak, ikinci olarak ihtilafsız bir geçmiş yaratma çabası içinde olmaktır.
  • Bunun geçmiş milletlerdeki bir takım efsanelerle benzerlik kurularak zayıflatılması da doğru değildir. Kaldı ki, diğer peygamberler içinde mahiyet ve muhtevaları farklı olmakla birlikte benzer olaylar söz konusudur.
  • Öte yandan geçmiş ümmetler içerisinde benzer efsanelerin bulunması, aslında Miraç’ın hem imkanını hem de vukuunu destekleyen bir argümandır.

Not: Bu yazı Kıbrıs Sosyal Bilimler Üniversitesi Dini İlimler Fakültesi Dergisi’nden kısmi olarak iktibas edilmiştir. Yazının tamamını belirtilen kaynaktan okuyabilirsiniz.

Din tahrifinde tarihselcilik fitnesi başlıklı yazıyı okumak için buyurunuz.

Prof. Dr. Cağfer Karadaş/ İrfanDunyamiz.com

İlim Hazinem ↗

Ehl-i Sünnet usulüne uygun yazılmış ilmî makaleler okumak için tıklayın

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.