Kayıtsız itaat ve kişilere tapmak yoktur…

Firavunların emir ve yasakları vahye göre test etmeden, akıllarını çalıştırmadan onların kurumlarına boyun eğmek de bir fısktır. Bu bağlamda şu ayette hem bir ihbar hem de önemli bir uyarı vardır. “İşte (Firavun), halkını (aptal yerine koyarak onları böyle) küçümsedi, onlar da (koyun sürüsü gibi) ona itaat ettiler. Çünkü onlar, zaten yoldan çıkmış bir topluluktu.”[1

Firavun ilahlığını ilan etmiş, “Ben sizin için, kendimden başka bir tanrı tanımıyorum! (Söyleyin bana, bütün Mısır’ın sahibi ve efendisi ben değil miyim?”2 diyerek meydan okumuş fakat kavminden soylu bir itiraz gelmemiştir. Hem Firavun’a hem de meclisine mutlak itaat ederek adeta tapınmışlardır.3 Firavun hanedanının bu basiretsiz ve akılsız davranışları tam bir “aptallıktır.” Halkına tepeden bakan ve küçük gören Firavun, onları dalalete çağırdığında hemen icabet etmişlerdir.4

Şahsiyetin kaybı

Bu körü körüne itaat onları fasık yapmıştır. Bu niteleme evrenseldir. Ayetteki “hıffet” akıl kıtlığıyla bir yanlışa ve batıla süratle koşmak, uymak demektir.5 Baskı ve aldatmacayla Firavun, kavmini her şeye itaat eder hâle getirmiştir. Bu durum tüm firavunların ortak karakteri ve firavni sistemlerin temel özelliğidir. Akıllarıyla ve onurlarıyla alay edilen, küçük görülen halk şahsiyetini kaybedince zalimlere tapınmaya başlayabilmektedir. “Tanrı insan” şeklindeki üretilen prototipler sadece firavni sistemlere özgüdür.

Burada unutmamamız gereken bir durum vardır. O da İslâm’da kişilere mutlak itaatin olmayacağıdır. Hiçbir Müslüman idareci halkının aklıyla alay edemez. Onlardan kayıtsız şartsız itaat bekleyemez. Bizim kanaatimize göre dinde itaat emri kadar isyan emri de vardır. Zalim idarecilere tavır ve onlara karşı hakkı haykırmayı teşvik de vardır.

İslâm toplumları bir dönem kayıtsız itaat mantığı ile yönetildiği veya zalim idarecilerin hışmına uğramaktan korkutulduğu için mutlak itaat ile yönetilmişlerdir. Müslümanlar bazı dönemlerinde muhalefet etmekten men edilmişlerdir. Susturulmuşlardır. Bu suskunluk nedeniyle daha önce de beyan ettiğimiz veçhile “velayet” ile alakalı ayetler hakkıyla tefsir bile edilememiştir. Bu ifadeler ulemaya saygısızlık değil, bilakis zalim yöneticilere bir tepkidir. Zira biz onların hangi şartlarda suskun kaldıklarına empati yapamıyoruz.

Şimdiye kadar itaat ile alakalı ayetleri ezberledik; karşı durma ve tavır almakla ilgili ayetleri ise nerdeyse duymadık, işler hâle getirmedik. Kur’an’da kimlere itaat edileceği gibi kimlere itaat edilmeyip karşı durulacağına dair de ayetler de vardır. Bu ayetleri hayatlarında içselleştiren Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafii, İmam Ahmed bin Hanbel gibi Rabbani ulema hayatları boyunca rahat etmemişlerdir. Bunlardan bir kısmı zalim yöneticilerin işkencesi altında şehadet makamına ulaşmıştır. İsimlerini saydığımız ve sayamadığımız Rabbani ulemaya bu muhalefet ve hukuk ihlallerine karşı durma gücünü veren Rabbimizin ayetleri ve Peygamber Efendimizin uygulamalarıdır.

Kimlere itaat edilir

Kur’an’da kimlere itaat edilmeyeceğine dair onlarca ayet vardır. Hatta şunu da söyleyebiliriz; Kur’an ayetlerinin isyan tarafında şeytan, alt ego/nefis, heva, tağut; Firavun, Belam, Nemrut, Haman, Karun, zalim idareciler, kötü bürokrasi/mele bütün türleriyle kâfirler vardır.

Bu genel ifadeleri konuyu uzatmamak için sadece ayet numaraları ile özelleştirirsek Kur’an; Ehl-i Kitaba,6 müşriklerin yalanlarına,7 kalbi gaflet içerisinde olup Allah’ı unutanlara,8 hevasına mağlup olanlara,9 hayatına israfla anlam verenlere,10 kâfirlere ve münafıklara,11 cahillere,12 vahiyden  yüz çevirenlere,13 yalancılara, hilafı hakikat üzere çok yemin edenlere, koğculuk yapanlara, haddi aşan ve hayırlı işlere engel olanlara, nesebi gayrı sahihlere,14 günahlara batan nankörlere15 ve insanın inançlarına baskı yapan tiranlara16 itaat etmemeyi emretmiştir.

Onlara karşı tavır almak ve idarelerine karşı çıkmak Hazreti Hamza ile ahirette beraber olmayı gerektiren asil bir davranıştır; en büyük cihaddır. Kur’an’dan öğrendiğimize göre; Peygamberler, zalimlerin zulmünü yok etmek için tevhid mücadelesi verip mazlumların yanında durmuşlardır. Zulme direnç hususunda ümmetlerine örnek oldukları için kendileriyle beraber direnen ümmetlerinden nice seçkin kişiler de şehadet mertebesine ulaşmıştır.

Öncelikli olan

Daha açık bir ifadeyle söylersek İslâm, Hazreti Âdem’den Peygamber Efendimize kadar her türlü zulme karşı insanlığı ilkeli bir mücadeleye sevk etmiştir. Kur’an, zalimlere karşı mazlumların direncini konu edinmiş ve ilk muhataplarından tutun da kıyamete kadar ki gelecek muhataplarına kadar zalime boyun eğmemeyi söylemiştir.

Zalimlere boyun eğmeyen ve onlara karşı mazlumların sözcülüğünü yerine göre eylemsel plânda yerine getiren peygamberlerin kıssalarını örnek alınması amacıyla insanlara anlatmıştır. Şûrasını net olarak ifade edebiliriz ki peygamberlerin tevhid mücadelesi, zulmü ilahlık derecesine çıkaran kişi ve tüzel kişilere karşıdır. Bu bağlamda Müslümanlar ilk vahiyden son vahye kadar, “zulmün baki olmayacağını” öğrenmişlerdir. Zulme karşı nebevi tavır alabilen Müslümanlar fasıklıktan da en uzak olanlardır.

Zulmün egemen olmaması ve önlenmesi için öncelikli yapılması gereken, zalim idarecileri egemen konuma getirmemektir. Allah Teâlâ, İbrahim Peygamber’i belirli alanlarda denedikten sonra önderlik makamına getirmiştir. Bakara Suresi’nin 124. ayeti onun soyundan olup da Hazreti İbrahim’in itikadi ve ahlaki vasıflarıyla donanmayanların salt dedelerine nispetle liderlik konumunda olamayacaklarına dikkat çekmiştir.

Emanete liyakat

İslâm’da yönetim soyla değil; emanete liyakatle şekillenir. Çünkü insanın soyunu belirleme kudreti yoktur. Dolayısıyla özgürlük alanına girmeyen şeylerle insanlar arasında farklılık iddia etmek ve üstünlük taslamak cahiliye âdetidir. Müslümanlar için bu ayetin evrensel mesajı; insanda zulme ait nitelikler yok edilmeden yöneticilik görevi vermenin yasak oluşudur. Zira ayetteki “zulüm” ifadesi şirk ve küfür anlamına geldiği gibi, adaletten ayrılmak ve günahlara dalmak anlamına da gelir. Hâlbuki dinimizde yönetimi meşru duruma getiren iki temel kaide; ilim ve adalettir.

Adaletten ayrılan yöneticilerin meşruiyetinin düşmesi gerekirken, sonraki dönemlerde fitne çıkar endişesiyle fasık, facir ve zalim idarecilere itaat edileceği Sünnilik adına vurgulanmıştır. Lokal ve krala yaranma adına yapılan çirkin uygulamaları öne çıkararak Sünnilik böyledir demek de bir zulümdür. Çünkü Sünniliğin genlerinde zalim idarecilerle ortak hareket etmemek; zalimlere değil iktidar vermek en ufak bir meyil bile duymamak vardır.

Örnekler çoktur

Sünni imamlarımızdan Ebu Hanife Hazretleri, gerekli şartları taşımadığı ve Peygamberimizin torunlarına göre çok eksiği olduğu için Abbasi meliklerinden Mansur’a kıyam etmeyi önermiş ve bu mücadelesini şehit olana kadar sürdürmüştür. Bütün malını mülkünü Ehlibeytten olan İbrahim en- Nefs’ü-z Zekiyye’nin imameti için harcamıştır. Sünni geleneğin diğer imamlarının da benzeri mücadelelerine tarih şahittir.

İmam malik, İmam Şafi ve Ahmet bin Hanbel’in çektiği sıkıntılar ve gördükleri işkenceler müsellemdir. İmamlarımızın hiç biri zulme ve zalim idarecilere onay vermemiştir. Kur’an ve Sünnet’in hükümleriyle çatışan bir Sünnî gelenekten bahsetmek ilmi ve insaflı değildir. Lokal olayları Sünnilik genellemesi içerisinde vermek tarihi bir yanlıştır. Hatta diğer ekollerle kıyaslarsak Sünnî gelenek daha da pak ve temizdir. Tarihin tozlu sayfalarından tekil örneklerden yola çıkarak genelleme yapmak en azından insafsızlıktır.

Laisizm pompalıyorlar

Bu meyanda şunu da açmakta yarar görüyoruz. Ülkemizin bazı ilahiyatçıları edindikleri yanlış bilgi ve tikel uygulamalardan yola çıkarak “Sünniliği bombalamak” tezi üzerinde durmaktadırlar. Bu absürt ifade ile her hâlde zulme onay veren tarihi Sünnilik(!) yerine modernitenin etkisinde olan ve batılı değerlerle çatışmayan neo-sünniliği inşa etmektir. Bu Sünniliğin omurgasını cihaddan uzak durmak, hayatın genişlik alanında dini devreye sokmamak, dünya finans sistemi ile çatışmamak, dinin iktidar talebinin olmadığını deklare edip laikliğin biricik kurtuluş yolu olduğuna iman etmek oluşturmaktadır.

Laisizmin biricik yol olduğu tezini savunan bu akademik zevatın asıl sorunu dünyadaki gelişen olaylara Kur’an ve Sünnet’ten çözüm üretememektir. Felsefe okuyup din okumamaktır. Herhangi bir tezden ziyade bu adamlar medyadaki bazı tarikat erbabının ve geleneğe bağlı akademisyenlerin düşünceleri ve söylemleri üzerinden konuşmaktadırlar. Tek şükrettikleri ise tutundukları laik anlayışın kurumsal hâle gelmesidir.

Yazıları ve konuşmalarının tamamında dünya sisteminin egemenlik ve varlık alanlarına göre dinin indirgemeci bir yorumu hâkimdir. Dinin başta ceza hukuku olmak üzere yaptırımlarının ya inkârı ya da mutlak tarihselci yaklaşımla dondurulması söz konusudur. Epistemolojik bağlamda rasyonalist olduklarından dolayı içeriden birisi olarak gavurların bile aklına gelmeyen aykırı fikirler zaman zaman onlardan sadır olabilir.

Velhasıl bu zevat ile eskiye sözde bağlı olup da yeni bir şey söyleyemeyenlerin ortak noktası çözüm üretememek ve laisizme pratik anlamda zemin hazırlamaktır. Dini anlamda boşlukta bırakılan gençlerimiz de bu boşluğu ideolojilerle doldurmaktadırlar. Sünniliği bombalamak isteyenler, kendilerince İslâm’ı yetersiz bulup ideolojik sapmalarla din değiştiren bu gençlerin itikadi sorunlarına çözüm bulsalar daha iyi olmaz mı?

Allah akıl versin

Özellikle son yıllarda bazı akademik çevreler Sünniliğin Maturidi ve amelde Hanefi yorumunun öne çıkarılması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu zevata göre Hanefilik ve Maturidilik İslâm’ı amelde öne çıkarmayan ircacı/ mürcie yorumudur. Onlara göre İslâm hiç yaşanmasa da günahlara dalınsa da kişi Müslümandır. Hanefilik ve Matüridilik sanki böyle bir sapıklığı onaylıyor gibi bir düşünceyi öne çıkarmak istemektedirler. Hatta kaynakları doğru ve metodik anlamakta zorlanan bu kişiler “Akli nesh” diye uydurma bir kavram icad ederek aklın ayeti nesh edebileceğine Hazreti Ömer uygulamasından yola çıkarak delil getirmişlerdir.

Şunu unutmamak gerekir ki nesh vahiy dönemiyle mukayyettir. Resulullah’ın vefatından sonra nesh olmaz. Ayrıca nasih ve mensuh birbirine denk olmalıdır. Sahabi kavlinin veya uygulamasının ayete denk olduğunu tarihte savunan olmamıştır. “Akli nesh” kavramıyla ve “irca” düşüncesiyle bu zevat; ayetleri uygulamakta bir beis yoktur; maslahat bunu gerektiriyorsa vahiy terk edilebilir, demek istemektedirler.

Buradaki amaç; düşünce kabızlığı çeken bu zevatın moderniteye ve sekülerizme egemenlik yolu aramaları ve yenidünya sistemiyle çatışmaya girmek istememeleridir. İmam Matüridi’nin Te’vilat’ını elinden düşürmeyen biri olarak biz de iddia ediyoruz ki İslâm karşıtı gruplarla hesaplaşma ve İslâm toplumunun inşası yolunda bütün mücadeleci damarlarımızı besleyen İmam’ın Te’vilat’ıdır. Sekülerizme egemenlik yolu açan veya ayetleri uygulamaktan düşüren tek bir yorum bile yoktur bu muhteşem eserde.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

1 Zuhruf 43/54
2 Kasas 28/38
3 Mü’minun 23/47
4 İbni Kesir, Tefsir’ü-l Kur’an’l azîm, c. IV, s. 122.
5 Âlusî, Mean’i-l Kur’an, c. XIII, s. 90-91.
6 Bak: Bakara 2/145
7 Bak: Enam 6/150
8 Bak: Kehf 18/28
9 Bak: furkan25/52 
10 Bak: Şuara 26/151
11 Bak: Ahzab 33/1,48
12 Bak: Yunus 10/89
13 Bak: Necm 53/29
14 Bak: Kalem 68/10-13              
15 Bak: İnsan 77/24
16 Bak: Alak 96/19   

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.