Kitapla Geçen Hayat: Ali Emirî Efendi

Anadolu’da kıpırdanmaya başlayan bebek, makasa yönelirse “terzi olacak”, kaleme yönelirse “kâtip olacak” derler. Bu yolla çocuğun meylini tesbite kalkarlar. Ali Emirî için böyle bir şey yapmaları mümkün değildi. Çünkü onun dünyaya geldiği bu evde ne tarafa dönse karşısına “kitap” çıkar.

Ali Emirî, Diyarbakır’da doğar. Babası ilme meraklı bir insandır. Onu tedrisatının ciddiyetiyle tanınan Sülûkiyye Medresesi‘ne yollar. Hatta baba-oğul sohbet sohbet dolanır, edeble diz çöküp ariflerden, fazıllardan hisse almaya bakarlar.

Kitap sevgisi

Ali Emirî, henüz 8 yaşındayken şiir yazmaya başlar, sırf bu iş için “Kavafi lügâtini” ve “Kamus-ı Osmanî”yi ezberler. Âşık Ömer’i, Sümbülzâde Vehbi’yi, Kaside-i Bürde’yi ve Emalî’yi yutar. Hocasının suallerine bu kitaplardan aktardığı paragraflarla cevap verir ki yılların müderrisi bile buna çok şaşar.

Bunlar varidatlı bir ailedir, nitekim Ali Emirî’yi de mağazalardan birinin başına koyarlar. Lakin o önüne bir kitap açar, satırlar arasına dalar. Müşteri gelmiş, gitmiş kimin umurunda? Dükkânı kaldırsalar haberi olmaz. Bakarlar faydadan ziyade zararı olacak “var bildiğin gibi yap” der, önünü açarlar.

Diyarbakır, Sünnî kültürün sayılı merkezlerinden biridir. Şehirde öyle kütüphaneler vardır ki bazılarının kitap sayıları milyonu aşar. Düşünün Selahaddin Eyyûbî, Mısır’ı fethedince, Fatımî izlerini silmek için Diyarbakır’dan kervanlar dolusu kitap toplar ve İbrahim Gülşenî gibi bir velîyi Kahire’ye yollar.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı manzara-hatiralarin-izinde-hatira-arsivi-anilar-gecidi-irfandunyamizali.jpg

Yemeyi içmeyi unutur

Neyse mevzuumuza dönelim, Ali Emirî ağzına lokma almadan evden çıkar, hafız-ül kütüplerle birlikte mesai yapar. Çöktüğü yerde kalır, kapılar kilitleninceye kadar okumaya bakar. Vakit nasıl geçer, anlayamaz onu tabanından tavanına kadar cilt cilt kitaplarla dolu raflardan zoraki koparırlar. Evine döner ama aklı fikri orada kalır.

Eğer bir gün gücü yeterse işte böyle bir kütüphane kuracak ve asla kapamayacaktır. Ali Emirî bir ara dayısının kütüphanesini keşfeder, burada da çok değerli eserler vardır, üstelik ne odacının tafrasını çeker, ne bekçinin kahrına katlanır. Dayısı altına şilteler serer, sırtına yastıklar sürer, en nadide kitapları önüne koyar.

Ali Emirî yemeyi içmeyi, yastığı yorganı unutur, zaten zayıf olan bünyesi hepten sarsılır, çocukcağızın rengi uçar. Onu kitaplardan ayırmak için Mardin’deki dayısının yanına yollarlar. İyi de Ali Emirî şehre geldiği gün Kasımiyye Medresesi’ni keşfeder, gider Şaban Kâmil Efendi’nin önünde diz kırar. Taaa Bağdat’tan Firdevsî’nin Şehnâmesini getirtir ve Arapça şiirler yazmaya başlar.

Medresede de mükemmel kitaplar vardır, hele o satırlara ûlema ile dalmanın tadına doyamaz. Kısacık bir cümleyi açar da açar, yüreciğine okyanuslar akıtırlar. Ailesi bakar çocuk yine soldu soluyor, onu Şirvan’da kaymakamlık yapan dayısının (Abdülfettah Efendi’nin) yanında “zorunlu ikamet”e tâbi tutarlar. Ama sevdalıyı durdurmak ne mümkün, dayısının kütüphanesini de didik didik eder, üstelik Kürt beylerinden duyulmadık beyitler toplar.

Yanya’dan San’a’ya

1876 yılında tahta çıkan 5. Murat Han herkesi heyecanlandırır, Ali Emirî de kaleme sarılır ve bir “Cülûsiye” yazar. Diyarbakır Valisi Said Paşa bakar çocuk sâfi zeka, onu kendine kâtip yapar. Genç kâtip vali konağında büyük zatlarla teşrik-i mesaide bulunur ve onlardan çok şey öğrenir.

Ali Emirî Efendi, Maliye Müfettişi olarak tam otuz yıl imparatorluğu turlar. Gittiği yerlerden bıkıp usanmadan kitap toplar. Bu uğurda bütün maaşını (hatta ailesinin yolladıklarını da) harcar. İşte İşkodra-Yanya havalisinde çalışırken, eline değerli bir eser geçer, ancak kitabın ikinci cildinin San’a’da olduğunu öğrenir. Sırf o nüshayı istinsah edebilmek (yazabilmek) için tereddütsüz tayinini ister.

Yemen’i karış karış dolaşır, eski bedevî ailelerini bulur, yazmalar, şecereler derken, “Yemen Tarihi” üzerine nefis bir seri yapar. Eğer bu eserleri o toplamamış olsa İngilizler alayını çalar. Hâsılı çok yer gezer, hem bilgisini, görgü sünü, hem de kitaplarını artırır, gün gelir cilt sayısı 15 bine ulaşır ki bunların en az 6 bini el yazmasıdır.

Osmanlı anılınca…

Onun yazılı kâğıda olan merakı katlana katlana artar. Bir ara Devlet Arşivi’nde tasnif-i vesaik komisyonu başkanlığı, bir ara da, Tarih-i Osmanî Encümeni âzâlığı yapar. On binlerce evrakı tasnif eder ve bu işten büyük bir haz duyar. Ali Emirî Efendi’nin, Osmanlı hanedanına büyük hürmeti vardır. Onların şiirlerini toplar, nazireler yazar. Padişahların adı anıldığı vakit düğmesini ilikler, ayağa kalkar.

Ali Emirî Efendi, bir ara saraydaki mükerrer divanların toplanıp mezada gönderileceğini duyar. İttihatçılardan birini araya koyarak padişahın huzuruna çıkar. Sultan Reşad onun parasının bu işe yetmeyeceğini bilir, bütün divanları kendisine bağışlar.

Ali Emirî, Bayezid Devlet Kütüphanesi hafız-ı küttâbı İsmail Saib Sencer Hocaefendi’ye hayrandı. Hayatı boyunca gittiği her yerde kıymetli kitapları topladı ve 16.000 cildi ihtiva eden kütüphanesini Fatih’te Feyzullah Efendi Medresesinde kendi adına kurduğu Millet Kütüphanesine bağışladı. Ölünceye kadar da bu kütüphanenin müdürlüğünü yaptı.

Yaptığı bir diğer hizmeti de, Kaşgarlı Mahmud’un o zamana kadar ele geçmeyen Dîvân-ı Lügâti’t-Türk adlı eserini bulması ve ilim âlemine sunmasıdır. Bazı telif eserleri: Levâmiu’l-Hamîdiyye, Cevâhiru’l-Mülûk, Tezkire-i Şuarâ-yı Âmid, Ezhâr-ı Hakikat, Lutfi Paşa’nın Âsafnâmesi. 23 Ocak 1924’te öldü. Kabri Fatih Camiî hazîresindedir.

Kaynak: Prof. Dr. Ahmet Coşkun, Sohbetler ve Hatıralar, Yayına Hazırlayan: Hüseyin Kader, s. 203- 205 Başlıklar sitemize aittir.

Prof. Dr. Ahmet Coşkun/ İrfanDunyamiz.com

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.