Medeniyet tasavvurumuz ve şahsiyetin inşası

Günümüz dünyasında, özne olmamızın gereği olarak, bize dayatılan hayata/ modaya uymak yerine aksine hayatımızı hakkın ölçülerine uygun tarzda inşa ederek kendimizi gerçekleştirebiliriz. O zaman biz, “başkası” değil, bizatihi kendimiz oluruz. Beşerî sistemlerin bize dayattığı hayata karşı direnerek, kökü ezelde, dalı ebette, çağlar üstü mutlak nizam İslam’ın merhamet kanatları altında hayatı inşa etmek, mutlu olmanın gerek ve yeter şartıdır.

Aliya İzzetbegoviç: “Hayat, inanan ve salih ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur” diyerek çok önemli bir hakikati ortaya koymuştur. Bu hakikat çerçevesinde hayatımızı inşa ederken, birbirleriyle kopmaz bağlarla bağlı iki parametreye dikkat çekmiştir. Bu iki parametre, iman ve salih amel şeklindedir. Hayata anlam veren ve katma değer katan bu ikilinin birlikteliğidir. Medeniyet tasavvurumuz bunun üzerine bina edilmiştir.

Hakka uymak

Nurettin Topçu, “Davamız, hayata uymak değil, hayatımızı hakka uydurmaktır” diyerek şahsiyet olmanın ölçüsünü ortaya koymuştur. Eğer inandığımız gibi yaşamazsak, yaşadığımız gibi inanmaya başlarız. Yaşadığı gibi inanmaya başlayanlar, özne değil nesne olanlardır. Nesne olanın hiçbir yaptırım gücü ve iradesi olamaz.

Bu tip insanların gölgeden hiçbir farkı yoktur. Gölge, sahibini takip etmek, bütün tutum ve tavırlarına uymak zorundadır. Gölgenin sahibine itirazı söz konusu olamaz. Zira o nesnedir. Oysa insan, özne olmalı. Soran, sorgulayan, soruşturan, analiz eden, yeri geldiğinde itiraz eden bir karaktere sahip olmalı. Ama edebiyle bunu yapmalı…

Şahsiyetler, kendilerini gerçekleştirenler, varlığını hissettirenler, tarihin kurucu ve aktif öznesi olanlardır. Gölgeler ise, omurgasız, hep tabi olan, iddiası olmayan, sormayan-sorgulamayan, varlığından habersiz ve pasif nesne durumunda olan varlıklardır. Şahsiyetlerin kendilerine has yürekleri ve kafaları vardır. Analiz ederler, sorarlar- sorgularlar, onaylar ya da itiraz ederler, dinlerler ve anlamaya çalışırlar. Gölgeler ise karanlığın, omurgasızlığın, iddiasızlığın ve pasif nesne olmanın sembolüdür.

İdrak seviyesi

Gölgelerin kendilerine has böyle bir idrakleri yoktur. Onlar, merkeze bağlıdır. Merkez, ne derse odur. Onlar adına merkez düşünür. Gölgelerin kendilerine has bir düşünce sistematiği, sorma sorgulama yeteneği ya da olayları- olguları analiz etme becerisi yoktur. Gölgeler, omurgasızdırlar. Bir Çin atasözü vardır; “Eğer bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa, orada güneş batıyor demektir”

İnsan gölgesinin maksimum ve aydınlığın minimum olduğu an, Güneşin batmak üzere olduğu andır. Aynı zamanda bu an, aydınlığın bitmek üzere ve karanlığın başlamak üzere olduğu andır. Eğer bir yerde büyük insanların gölgesi sıfır oluyorsa, orada güneş zirvededir demektir. Güneşin zirvede olduğu an, aydınlığın maksimum, karanlığın olmadığı andır. Aydınlık; güzelliğin, ilmin, erdemin, aktif öznen olmanın ve şahsiyetin sembolüdür.

Bilgisini ve bilincini; aklın, irfanın, tasavvurun ve inancın koordinatlarında bulanlar, şahsiyetlerini inşa etmiş olanlardır. Bunlar, olayları ve olguları analiz ederken, seçip ayıklayabilen, farkı fark edebilen bir mantık sistematiğine sahip kişiliklerdir. Bu bilinçten yoksun gölge- şahsiyetler, “uydum kalabalığa” diyenlerdir.

İyilikleri ve güzellikleri insanlara aktarmada iletken, kötülüklere ve olumsuzluklara karşı yalıtkan olmak gibi bir sorumluluğumuz vardır. Böylesi erdemli, şahsiyetli, onurlu ve omurgalı insanlara bütün bir insanlık, hava kadar, su kadar muhtaçtır. Hayatını inşa ederken hayatına söz geçiremeyenler ve hayat ırmağında nesne olarak çer-çöp olanlar, hayatlarını sırtına alarak bu yükün altında ezilenler, “sürünenlerdir.” Zira pasif nesne olmanın sonucu budur.

Hayatın inşası

Hayatını inşa ederken, hayat ırmağında pasif nesne değil, aktif özne olabilen, şahıs değil “şahsiyet” olabilenler, hayatın sırtına binerek yaşama anlam katanlar ve yaşama sevincini elde edenler, “yürüyenlerdir.” Zira aktif özne olanlar, geçmişlerini “kritik” ederek, yaşadıkları anın hakkını verip buna bir anlam katarlar ve gelecekle ilgili projeksiyonlarını-planlarını dizayn ederler. Bütün bu yaptıkları ve yapmayı tasarladıkları şeyleri bilirler, tanırlar ve eşyanın doğasına uygun tarzda tanımlamayı yaparlar.

İnsanı hayvandan ayıran en önemli özellik, yaptığı işi tanımlaması ve buna bir anlam katmasıdır. Tavuk, yaptığı yumurtayı tanımlayamaz. Arı, yaptığı balı tanımlayamaz. Koyun, verdiği sütü tanımlayamaz. Ancak insan, tüm yaptıklarını tanımlayabildiği gibi, gelecekte yapmayı düşündüğü şeyleri de tanımlayabilir.

İnsan hem biyolojik hem fizyolojik ve hem zihinsel yönüyle çok boyutlu bir varlıktır. Bu çok boyutlu yapısıyla olayları ve olguları çok değişkenli fonksiyonlarla değerlendirip tanımak, tanımlamak ve hayata bir anlam katmak konumundadır.

Bu tanıma ve tanımlama çerçevesinde önce kendini tanıması, sonra Rabbini tanıması, daha sonra eşyayı (Bütün bir varlık dünyasını) tanıması gerekmektedir. “Kendini bilen, Rabbini bilir” hikmetli sözün işaret ettiği gibi, “mikro evren” hükmünde olan, biyolojik, fizyolojik ve zihinsel yapısıyla yaratılmışların en şereflisi, en onurlusu ve en erdemlisi olan ve “Eşrefi mahlukat” şeklinde vasıflandırılan insan, bütün bu özelliklerinin farkında olarak kendini bilirse, yaratıcısını bilmemesi mümkün mü?

Kendini bilen hem Rabbini bilir, hem haddini bilir. Bu kadar donanımlı bir varlık olan insan, varlık dünyasındaki konumu itibariyle eşya karşısında da “kadrini kıymetini” bilir. Zira varlık dünyasına hükmeden, onu evirip çeviren bir yeteneğe sahiptir.

Nitelikli insan

“Yetenek”, nitelikle ilgilidir. “Yeterlilik” ise nicelikle ilgilidir. “Yetenek” verilen, “yeterlilik” ise kazanılandır. “Yeterlilik”, yetenek gerektirir. Yeteneği olduğu halde onu kullanmayanlar, o yönde gayret sarf etmeyenler, yeterliliği elde edemezler. “Yetenek” potansiyel, “yeterlilik” ise kinetiktir. Potansiyelin kinetiğe dönüşmesi için harekete, gayrete ihtiyaç vardır. Aksi halde verilen yeteneğin, potansiyelin bir anlamı olmaz.

Potansiyel (yetenek), bir çekirdeğin içinde var olan ağaç gibidir. Çekirdek, uygun zaman ve mekanda uygun yöntem ve tekniklerle ihtiyaç duyduğu unsurlarla desteklenerek toprağa ekilir ve gerekli bakım yapılırsa, ağaç olur. Aksi halde, ağacı içinde barındıran çekirdek çürür gider.

İnsanlar, yaratıcı tarafından bahşedilen yeteneklerini kullanmazlarsa, bu yetenekler de körelir gider. Yeteneklerini körelterek, bu evrende edilgen, pasif nesne olanlar, kendi potansiyellerinin farkında olmayanlar, varlık dünyasındaki konumlarının ve sorumluluklarının bilincinde olmayanlar, yaptıkları işten zevk almayan, haz duymayan ve o yükün altında ezilenler, olayları ve olguları değerlendirirken, iyimserlikten uzak kötümser bakış açısıyla değerlendirerek ruhları karartanlar, sürekli çevrelerine negatif enerji yayarak etrafı zehirleyenler, kuşkusuz bu dünyada “yürüyenler” değil, “sürünenlerdir”.

Yeteneklerini kullanarak yeterliliklerini ispat edenler, bu evrende “söyleyecek sözü” olduğunu yaptıklarıyla kanıtlayanlar, Rabbini bildikleri gibi haddini ve sorumluluklarını bilenler, eşya karşısında “kadrini- kıymetini” bilenler, bu dünyaya hükmedenler, “meşru dairedeki keyif, keyfime kafidir” diyenler, işini yaparken “işini yaşayanlar”, “kötümserliği” değil, “iyimserliği” hayat tarzı seçerek çevrelerine sürekli pozitif enerji yayanlar, hayata anlam katanlar, pasif değil aktif, nesne değil özne olanlar ve bu evrene yol- yordam biçenler, hiç kuşkusuz “yürüyenlerdir.”

Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com

Şahsiyet Gelişimi↗

Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.

Adab-ı Muaşeret

Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.