Günümüzün en önemli sorunlarından biri de mutlu olamamaktır. Varlık içinde adeta yokluğu yaşıyoruz. Mutlu olmamak için hiçbir sebep yokken, yine de mutlu olamıyoruz. Kanaatimce temel sebep, mutluluğu yanlış adreste arıyor olmamızdır. Mutluluk elle tutulmayan, gözle görülmeyen, ağırlığı ve hacmi olmayan, ancak hissedilebilen kalbin derinliklerinde ve ruhun kıvrımlarında var olan manevi bir duygu. İhtiyaç duyulduğunda, herhangi bir marketten satın alınabilecek bir meta değildir. O, ancak yaşanır.
Mutluluğun ikametgahı, kalp ve ruhtur. Kalbin ve ruhun gereksinim duyduğu gıdaları vermek durumundayız. Bu gıdalardan mahrum kalan kalp ve ruh, açlıktan kıvranır. Maddi bakımdan bolluk çağında yaşıyoruz, ancak ruhumuz çoraklaşıyor ve kalbimiz katılaşıyor. Maddeci yaklaşımlar ve değerler, bizleri tatmin etmiyor. Manayı yok sayan maddeci anlayış, insanı ıssızlaştırıyor.
Doğru yerde aramalı
İnsanlık tarihi boyunca, ruhu ve kalbi tatmin etmek ve mutlu olmak için hep arayış içinde olmuştur insan. Bu arayışta aradığını bulanlar olduğu gibi, bulamayanlar da olmuştur. Bulamayanlar kanaatimce, aradıklarını yanlış adreste aramaktadırlar. Bunu bir anekdotla açıklayalım:
Nasrettin Hoca bir gün samanlıkta parasını kaybeder. Hoca, aydınlık olan bahçede parasını arar. Görenler Hocaya; “Ne arıyorsun hocam?” deyince, Hoca kaybettiği parasını aradığını söyler. “Hocam nerede paranızı kaybettiniz?” sorusuna; “Samanlıkta” diye cevap verir. “Peki, neden samanlıkta değil de burada arıyorsunuz?” sorusuna Hocanın verdiği cevap manidardır: “Samanlık çok karanlık, orada bulamam.”
Rahata ve kolaya talip olmayı eleştirmek için bu fıkra anlatılır. Nasreddin Hoca bu sefer olumsuz bir şey üzerinden dersini vermektedir. Hayatı taçlandırmanın yolu, arzuladığımız hedefe varmanın ve amacı gerçekleştirmenin yolu zora talip olmaktan geçer. Her nimetin bir külfeti vardır. Mutlu olmak, bu hayatı anlamlı kılmaktan ve hayata katma değer katmaktan geçer.Mutluluk bizatihi kendisi manevi bir karakteristik yapıya sahip olduğu için, onu maddi planda ve alanda aramak, yitiğimizi yanlış adreste aramaya benzer.
İyi olmak
“İyi Olmanın Bilimi” adlı bir kitapta şöyle yazar: “Kendisinin farkında olan bilinç, insana özgü bir yetidir. Öz farkındalığa sahip bir bilinç, prefrontal korteks gibi özgül bazı beyin bölgelerinin olgun bir biçimde gelişimine bağlıdır ve bu bölgeler sadece insanoğlunda mükemmel bir biçimde gelişmiştir. Kendisinin farkında olan insanlar, toplumu ikilikçi olmayan (non-dualistic) bir manevi bağlamda değerlendirirler. Kişinin öz farkındalık gösteren bilinci, çeşitli vadilerden geçerek kemale erer ve bilgelik yolunda ilerler.”
İyi olmak ve bundan yola çıkarak mutlu olmak herkesin arzu ettiği bir hedef. İyi olmak ancak iyi işler yapmakla mümkündür. İyi işler yapıldığında ve bunun yansımalarını muhataplarımızda gördüğümüzde hiç kuşkusuz mutlu oluruz. İşimiz, eşimiz, ailemiz, farkındalık, hayata anlam katmak ve bir amaç uğrunda çabalamak da mutlu olmamızda birer faktör.
“Bir insan mutlu olmak için ne yapabilir?” Sorusunu Kemal Sayar şöyle cevaplandırır: “Farkındalık ve anlam gibi pozitif duyguları inşa etmek için çaba harcayabilir. Ümit eylemcisi olabilir; sahip oldukları için şükran duymak, kaderinin dizginlerini ele almak ve hayatı kabullenmek gibi. Nezaket eylemcisi olabilir; hayatı rikkat ve merhametin dokunuşlarıyla değiştirebilir. Sevgi eylemcisi olabilir; bütün derdi kendisinden ibaret olmaz o durumda, başkalarına severek hizmet edebilir.”
Profesör Cloningere mutluluğun formülü sorulur. Cevaben der ki: “Aşk/Sevgi, İman/Akıl ve Ümit. Neden iman ve akıl yan yana? Kendisinin farkına varabilen bir bilinç, başkasını yargılamaz ve yaralamaz. Kendini aşabilen bireyler, iman ve aklı birleştiren bir sezgiyle beslenirler. Yani akılla beslenen bir iman ve imanla beslenen bir akıl. Aşk, yani başkasına verebilmek. İradeyi başkasının hizmetine sunabilmek. Ve nihayet ümit: gerçekliği kabullenip heves ve arzulardan arınmak. Aşk ve aklın yekvücut olarak eyleme dökülmesi.”
Zübde-i alem
İnsan, mikro evrendir ve zübde-i alemdir. Yani âlemin özü, özetidir. Âlem çapında bir değere sahip olan insanın mutlu olması, bütün organların ihtiyaç duydukları besinlerin verilmesi, özellikle elle tutulamayan ve gözle görülemeyen manevi duyguların dikkate alınması bir gerçekliktir. Maddi varlıkların karşılığı maddi iken, manevi varlıkların karşılığı da manevidir. Farkındalık, insana has bir meziyettir.
Bir umut eylemcisi olarak, sahip olduğu değerlerin farkına varıp, umudu yaymak, şükran duyusunu ortaya koymak hiç kuşkusuz çok önemlidir. Bir nezaket ve nezahet eylemcisi olarak, her türlü kabalıktan arınarak, incelik ve merhametin abidesi olmak ve bir sevgi eylemcisi olarak, “Yaradılanı Yaradandan ötürü sevmek” prensibini yüreğinin odak noktasına yerleştirmek, mutlu olmamızın gerek ve yeter şartıdır.
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem; “İman etmedikçe cennete giremezsiniz ve birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız.” Üstad Bediüzzaman; “Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” diyerek mutluluğun temel bileşeni olan sevgiye işaret etmiştir.
Umutsuzluğa yer yok
Bilge bir kişi der ki: “Mutluluk için asgari ihtiyaç duyduğumuz bir şey var: Bütün kalbimizle ’şimdi ve burada’ olmak ve arzunun, hırs ve tamahkârlığın dikkatimizi çelmesine izin vermemek. Kimileri buna akış diyor. O akış anlarında kişi, zamanın adeta donduğunu hisseder. Hayata bütün kalbi ve ruhuyla katılan, yaptıklarını büyük bir şevkle yapan insanlar, akış hissini sık yaşar.”
Bir fare yarışında olmamalı insan. Bu insana yakışmaz. “Önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.” Az tüketmek, az istemek, küçük şeylerle yetinmek, iç dünyamızı zenginleştirmek, sokaktaki insanla hoşbeş etmek, selamlaşmak, insana değer vermek, insanı ve hayatı aziz bilmek, hemcinslerimizle hemhal olmak, hemdert olmak, mesudane bir hayatı yaşamamız için küçük ama temel adımlardır. O zaman “saadet kelebeğinin” omuzlarımıza konduğuna tanık olmamak için hiçbir sebep yoktur.
Görmeyi reddeden, kötümserliği esas alan, ruhumuzu zehirleyen ve geleceğimizi karartan umutsuzluk illetinden sıyrılarak; iyimserliği esas alan, geleceğimizin imarını, neslimizin ıslahını, varlık dünyasının ihyasını temin eden ve varoluşsal bir değer olan umudu yeşertmek ve bu umutla kanatlanmak durumundayız. Zira Medeniyet Tasavvurumuz umut üzerine inşa olmuştur. Umudu olmayanın geleceği yoktur. Hayatımızın inşasında umutsuzluğa yer yoktur.
Güzellikleri paylaşalım
Mutlulukla ilgili bu temel duyguları çocuklarımıza kazandırmak zorundayız. Çünkü çocuklarımız bizim geleceğimizdir. Onlar, bizlerin göz aydınlığı ve gönüllerimizin ayrılmaz parçalarıdır. Onlara iyi bakmamız ve onlarla hayatımızı paylaşmamız önem arz etmektedir. Onlara hayatlarını inşa ederken, geleceğe uzun farlarla bakmaları gerektiğini söylememiz gerekmektedir. Şayet uzun farlarla ileriye bakarlarsa, gelecekle alakalı planları, projeleri ve projeksiyonları olur.
Plan, proje ve projeksiyonları olanların hayatları anlamlı olur. Bu perspektifle hayata bakanlar, hayattan zevk alırlar, haz alırlar ve tat alırlar. Aksi halde hayat anlamsız olur. Hayata “anlamsız” bakış açısıyla bakanların zihin dünyalarında; bunalımlar, buhranlar ve stresler eksik kalmaz. Oysa aksine hayat; anlamlıdır, güzeldir ve yaşanmaya değerdir. Bun çocuklarımıza fark ettiremediğimiz takdirde hayattan zevk almayan, suç makinası olan insanlar üretiriz.
Onlara şefkati, merhameti, dostluğu, yârenliği öğretmek, bu ruhla onları donatmak durumundayız. Empatiyi, isarı, erdemi esas alan bir yaklaşımla onlarla hemhal olmak, hemdert olmak, onların mutluluğunu mutluluğumuz bilmek, medeniyet tasavvurumuzun gereğidir. Merhamet, başkasının acısını düşünebilmek ve hissedebilmektir. Merhametin zirvesi adanmaktır. Bir Bilge kişi, “Hiçbir tohum, çiçeği göremez. Var olmak, yok olmayı göze alabilenlerin işidir. ‘Hiç’ dediğimizde, ‘hep’ demiş oluruz.” Kalpten kalbe giden yolda muhabbet fedaisi ve merhamet işçisi olmak ne büyük bir saadet!…
Güzellikleri paylaşmak, hayata anlam ve katma değer katmak ve meşru çerçevede hayatımızı inşa etmek, iki dünya saadetini temin eder. Bu düşünceler çerçevesinde bir neslin yetişmesi gerekmektedir. Bu istikbalimiz için bir gerekliliktir.
Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com
Şahsiyet Gelişimi↗
Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.
Adab-ı Muaşeret↗
Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.
Şemsettin Hoca, cennet belki de cehennem beni beklerken nasıl mutlu olabilirim. Kafayı mı yediniz. Bana cennet garantisi ver bak nasıl mutlu oluyorum.