Ramazan içinde bin aylar saklı…

“Ramazan sofrası” diye bir tabir var biliyorsunuz. Bu ifade ile aklımıza ilk anda ne geliyor acaba? Ramazan sofrası deyince o güzelim iftar sofraları gelir ilk anda akla. Öyle ki, insan böylesine mükellef bir sofradan ne yiyeceğini bile şaşırır adeta.

Ama bizim burada kastımız o değildir. Biz ayrı bir Ramazan sofrasından bahsediyoruz. Aslında sizler de bunu çok iyi biliyorsunuz. Evet, bu manevî bir sofra. Ramazana mahsus… Bizlere Rabb’imiz tarafından bahşedilen, çok kıymetli ikramlarla donatılarak kurulmuş ve sunulmuş Ramazan sofrası.

Manevi sofra

Şimdi bu manevî sofranın içinde neler var bakalım: Önce Kur’an-ı Kerim. Zira Allah Teala bu sofrayı bizlere onun hürmetine bahşediyor. İşte bunun belgesi: “Ramazan ayı ki onda Kur’an, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi.” (Bakara 185)

Bunun için Ramazan ayına Kur’an ayı deniliyor. O ki, bütün yönleri nuruna boğuyor ve bu sofraya uzananları en güzel şekilde doyuruyor. İkincisi oruçtur. “Sizden bu aya ulaşan, onda oruç tutsun” (Bakara 185) buyuruluyor.

Onunla Ramazan ayının farkına varıyoruz. Fert, aile ve toplum hayatımızda nice müspet değişikliklere mazhar oluyoruz. Rabb’imize daha da yakınlaştığımızı hissediyoruz. Zira onun bize getirdiği öylesine kazançlar vardır ki, bunları ancak Allah Rasûlü sallellahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in mübarek sözlerinden anlıyoruz.

İşte o müjdelerden biri: “İnsanın her ameline kat kat sevap verilir. Bir iyilik, on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır. Allahutaala, “Ama oruç başka. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben veririm. Oruçlu, şehvetini ve yemesini benim için bırakır”  buyurmuştur.” (Buhârî,  Savm 4; Müslim, Sıyâm 166.)

Başka ne olabilir bu sofrada? Evet, sadaka-i fıtır da var. Zaten zekâtların en çok verildiği aydır Ramazan. Son on gününde yapılan itikâf ibadeti. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in vefatlarına dek hep yaptığı sünnetidir.

Ramazan’da yapılan bir umre, bir nafile hac sevabına denktir. Hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Ramazanda yapılan umre hacca eşittir ya da benimle hac etmiş gibidir, makbul bir haccın karşılığı ise cennettir.”  (Tirmizi, Hac 90)

Yine onun yanı başında zorunlu değil, ama isteyenler için bir ikram daha vardır. “Nedir acaba” diyeceksiniz belki de. Ne kaldı ki, diyebilirsiniz. Evet, o da bir mü’mine iftar ettirme…“Kim bir oruçluya iftar ettirirse, oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaksızın aynı sevabı o da alır.” (Tirmizi, Savm 82)

Elveda Ramazan

Bu güzel sofraya veda ediyoruz. Yine bir hüzün bulutu bıraktı ardında Ramazan! Sadece ayların değil gönüllerin de sultanı. Fakirlerin baş tâcı, zenginlerin ilacı. Mü’minlerin baharı. Ne iyi dost. Cömert bir arkadaş. Hani iyi insanların gelişinde sevinen dostlar, onlar ayrılınca hüzünlenir ya…

Sayılı günlerdi onlar, çabuk geçti. Ama nice izler bıraktı yine ardında. Dökeceğini döktü, vereceğini verdi. Tabii ki alabilenlere. O bir sultandı, gelince ayağa kalkılırdı, kıyamı artardı insanın. O gelince saygıdan dolayı dudaklar susardı. Diller durulur, ağızlar yumulurdu. Dişler öğütmeye ara verirdi.

Rûha yönelirdi kullar o gelince. İrtibat kurmaya çalışırdı onunla. Zira, onunla arasında duran yollar açılırdı o günlerde. İç âlemi görünürdü insanın adeta. Tefekküre götürürdü onu. Düşüncelerin en ulvîsine. Olgunluğun zirvesine. Şahsiyetin zirveleşmesine.

O gelince durulurdu kavgalar. “İnnî sâimün” ifadesi yer ederdi gönüllerde. Dudaklara inerdi gerektiğinde. Beden yetmezdi sadece onun için. Kalpleri de çekip çevirecekti. Onlar da geçecekti gayrîden. Arınacaktı onlar… Oruçlu olacaktı kötü düşünce ve heveslere. Onların da terbiyesi olacaktı. Zaten asıl terbiye de buydu.

Gün olup Kadr’in aydınlığına ulaşacaktı kul. Bir dolunay seyrinde bakacaktı gönül derûnuna. Kendinde kendini bulacaktı. Kendinde bulduğu kendisini… Rabbini tanıtacaktı kendisine. İfadenin özü hâsıl olacaktı beyin ufuklarında.

Allah’a giden nûr yolu açılacaktı ona. O’nu bulmuşluğun tadı billûrlaşacaktı iç âleminde. Yaşadığı sevinç anlarının anlatımıyla, kazancının farkına varacaktı. Sepserin rüzgârların titreştirmesiyle, manevî bir cereyana kapılıverecekti bir an.

Bir yolculuktu bu. Tarifi zor bir yolculuk. Yaşamakla iliklere kadar hissedilen… Anlatımı güç bir lezzet kervanı. İçine aldığı yolcularıyla, yorulmak bilmeyen bir azimle yürüyen kervan…

Sevda yumağı

Bizi bambaşka diyarlara götürdün ey Ramazan!
Bize bir sevda yumağı ördün!
Gökleri süsleyen bir dolunaydın…
Gökkuşağı iştiyakıyla bize göründün…
Sonra, “gidiyorum” diye haber saldın…
Anladık bunu, anladık ama ne mümkün!..

Zira gelmiştik içinde sakladığın “bin” ayına…
O çoktan sallamıştı bize ellerini.
Yine, hüzün bulutları bırakarak ardında…

Âh Ramazan!
Yanık yüreğimizle selâmlıyoruz seni.
Bilemedik kıymetini…
Ama bekliyoruz yine!
Yepyeni umutlarla kendi adımıza…

Hüzün dolu bakışlarımızla uğurlarken seni, sana selâm, selâm sana diyoruz.
Güle güle, ama unutma bizi, yine gel ey Ramazan!..

Sen gelirsin de biz olur muyuz bilmem!

Muzaffer Dereli/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Zıvarnık şiiri

Aşk ile yananlarSevgiye kananlar,Yarini ananlar,Zıvarnığa gelsin. Veysel Karaniler,Sünbül ü Sinanlar,Bediüzzamanlar,Zıvarnığa gelsin. Kanadı kırıklar,Yüreği buruklar,Yolunda sadıklar,Zıvarnığa …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.