Kulağıma öyle bir şey dedi ki…

Ankara İbn-i Sina Hastanesi’nde günlerce hasta olarak yatan bir amcayı ziyaret etmiştim. Allah kimseyi yataklara düşürmesin! Amcanın bütün organları vardı; ama bu organlar görev yapamaz bir haldeydi. Onu sağa sola bile birileri çeviriyor, doğrulmak istediği zaman başkalarının yardımıyla doğruluyor, yürümek istediği zaman da birilerinin kollarına girmesiyle yürüyebiliyordu.

Hizmetini yapan kişiler artık usanmışlardı, ancak başka çareleri de yoktu. Amcaya selam verdim, halini hatırını sordum. “İyi değilim evlat. İşte halim, görüyorsun” dedi. Onu teselli etmeye çalıştım; “Sizden daha kötü durumda olanlar var, halinize şükredin ki, en azından aklınız yerinde. Çok şükür imanınız var, Yaratan’ı unutmamış, sürekli zikirle meşgul olmaya çalışıyorsunuz. Asıl hastalık Allah’ı unutmaktır. Onu unuttuktan sonra, geride kalan sizin olsa neye yarar?”

Geylani Akan

Baktı ve ağladı

Konuştuklarım Amcanın hoşuna gitmiş olmalı ki gülümsedi ve kendisini yataktan kaldırmamızı istedi. Yakınlarıyla beraber onu yataktan kaldırdık. Bana: “Siz benimle gelin, biraz pencereye doğru yürüyelim” dedi. Koluna girdim, pencereye doğru yürüdük. Ankara Adliyesi’ne doğru manzarayı seyre koyulduk. Amcanın gözlerinden yaşlar süzüldüğünü fark ettim:
“Ağlamayın, biraz metin olun!” dedim.

Amca konuşmaya başladı: “Gençliğimde çok fakirdim. Ticarete başladığımda hiçbir aracım yoktu. Daha sonra eşeğim, atım oldu ve sonraları her türlü imkânlara sahip oldum. Zaman oldu, kazancımı sayamaz hale geldim. O zamanlar İslami bilgim yoktu; namaz kılmıyor, bazen de Allah’ın yasak ettiği şeyleri yapıyordum.”

Ben araya girerek: “Amca yaptığınız hataları kimseye anlatmayın; çünkü anlattığınız kişileri şahit tutmuş olursunuz. Allah’ın merhameti büyüktür. Allah ile aranızda olan gizli halleri kullara söylemenin bir faydası yoktur. Siz tövbekâr olun, inşallah, affolunmuş kullardan olursunuz” dedim.

“Söyledikleriniz çok güzel ama ya kul hakları ne olacak? Olmaz olaydı şu zenginlik, bizi perişan etti! Etrafımıza gelip giden insanlara sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi hareketler yaptık. Hepsi neyse de aklıma geldikçe deli olduğum bazı şeyleri unutamıyorum. Zengin olunca etrafınız insanlarla doluyor, sizi yüksek yerlerde görmek istiyorlar. Zaman oldu biz de çeşitli partilerde görev yaptık. Bazen kendi akrabalarımıza, yakınlarımıza devletin imkânlarından fırsatlar tanıdık. Ya bunların hesabı nasıl olacak?”

Üzmek istemedin

Bana doğru baktı, benim verebilecek hiçbir cevabım yoktu. Konuyu değiştirmek zorunda kaldım, daha fazla üzülmesini istemiyordum. Çünkü konuşsam, doğruyu söylemek zorunda kalacak ve o hasta haliyle de onu daha fazla üzmüş olacaktım. Mevlâ’mızın Kur’an’da çok açık bir şekilde ifade ettiği iki beyanı dikkatlere şayandır: “Zinaya da yaklaşmayın, çünkü o pek çirkindir ve kötü bir yoldur.” (İsra Sûresi, 32)

Burada dikkat çeken nokta “yapmayın” yerine “yaklaşmayın” denilmesidir. Aynı sûrenin 34. âyetinde, “Yetimin malına da yaklaşmayın. Ancak rüşdüne erinceye kadar en güzel bir şekilde yaklaşabilirsiniz. Ahdi de yerine getirin. Çünkü verilen sözde elbette sorumluluk bulunuyor” buyurulmaktadır.

Burada da; “Yetimin malını yemeyin” yerine, “Ona yaklaşmayın” ifadesinin kullanılmış olması da dikkat çekicidir. Zinayı hazırlayan sebeplere yaklaşmamak, yetimin malını korumak ilahidir; sebep ve hikmetleri de günümüzde çokça görülmektedir. Onun için ecdadımız devlet idaresine gelirken çok dikkatli olmuşlar, hatta birçokları teklif edilmesine rağmen idareci olmaktan sakınmışlar.

Bu konu ile alakalı olarak yazılacak çok şey var. Biz sözü Yaratan’ın kitabına bırakalım: “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, muhakkak ki karınlarını ateşle doldurmuş olurlar ve cehennemi boylarlar.” (Nisa Sûresi, 10)

Amcayı yavaş yavaş yatağına doğru götürdüm. Amca devam etti: “Şu fani dünyanın görünen yüzü bizi çok aldattı. Hâlbuki ebedi olan ahiret için daha çok çalışmalıymışım.”

Bu sözleri duyunca aklıma Kur’an’ı Kerim’deki şu âyetler geldi: “Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise, onlar tamamen gafildirler. Kendi kendilerine, Allah’ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr etmektedirler. Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp alt-üst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler.” (Rum Sûresi, 7-9)

Rûm Sûresi’nin diğer âyetleri de iyi okunarak nefsimize ve hayata uygulanmalıdır. Amcadan müsaade istedim: “Yakında görüşmek üzere inşallah!” dediğimde, bana eliyle işaret yaparak eğilmemi istedi.

Amcaya doğru eğildim. Kulağıma şunları fısıldadı: “Ben iyi değilim, bir daha görüşmemiz zor. Bana dua et. Keşke fakir olsaydım da Hakk’ı bulsaydım.”

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

Şunlara Gözat

İz bırakan mal müdürü Neşet Özerdem

Bir mal müdürü düşünün, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev yapmış ve her gittiği yerde iz bırakmış. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.