Şehid Seyyid Kutup üzerine bir değerlendirme

Şehid Seyyid Kutup, Müslümanlığının ciddiyetini fark eden herkesin düşünce dünyasına olumlu katkılarda bulunmuştur. Nimeti takdis kabilinden itiraf etmeliyiz ki onun sayesinde; eserleriyle, konuşmalarıyla, çalışmalarıyla, kıyamıyla, duruşuyla ve şehadetiyle milyonlarca kişi ölüm uykusundan uyanmıştır.

İslâm’ın bir dünya görüşünün olduğunu ve bütün sistemlerden ayrı bir sisteminin varlığını insanlar Şehid’den öğrenmiştir. Yoldaki İşaretler, İslam’ın Dünya Görüşü, İslâm’da Sosyal Adalet, İslâm Kapitalizm Çatışması ve özellikle de tefsiri Fî Zilal’i-Kur’an Müslümanların uyanışında çok etkili olmuştur.

Hayata tevhit zaviyesinden bakmayı vasiyet eden Kutup, batılılaşmanın üzerine oturduğu ideolojilerin tamamının kâfirlik oluşuna Müslüman gençlerin dikkatini çekmiştir. Gençleri ideolojilerin batağından uzak durmaya çağırmıştır. Hayatı boyunca azimet fıkhıyla amel etmeyi ilke edinmiş ve yanlış anlaşılmasına rağmen eserlerinde de bu duruşun örneklerini vermiştir.

Onu karaladılar

Azimet fıkhıyla amel etmenin ne anlama geldiğini bilmeyen cahiller ve dünya küfür sisteminin Müslüman görünümlü münafıkları Seyyid Kutup hakkında her türlü iftiraya başvurdular ki Müslüman gençler onu ve eserlerini tanımasınlar, yazdıklarını okumasınlar…

Onu zaman zaman mezhepsiz, vahhabi vb. toplumu irite edecek adlarla yaftalayarak Müslüman gençleri ondan soğutma yollarını aramışlardır. Ülkemizde sadece Seyyid Kutup ve eserleri üzerinde fitne tohumları saçan grupların ve yayınların olduğu bilinen bir gerçektir.

Seyyid Kutup, Yusuf Suresi’nin girişinde  Hazreti Yusuf aleyhis selam’ın Mısır’a yönetici oluşunun başlangıç yıllarından hareketle Müslümanların “cahili toplumların sorunlarını çözme” çabaları arasında ilgiler kurmuştur. Vardığı sonuca göre, İslam toplumu ile cahiliye toplumu taban tabana zıttır. İki karşıt toplumun sorunları da birbirinden farklıdır. Cahiliye toplumunun sorunlarını üreten cahiliyenin kendisidir. Bu münasebetle cahiliyenin sorunlarına İslâm’dan  çözüm aramak boşlukta İslâm fıkhını uygulamaktır.

Önce medineni kur

İslâm fıkhı kesinlikle boşlukta uygulanamaz. İslâm fıkhı ancak kendi medinesinde uygulanabilir. Burada Şehid, “ Önce medineni kur, sonra çözüm ara.” teklifinde bulunmuş ve Müslümanları kendi hareketlerini oluşturmaya çağırmıştır Bu önemli ve yerinde sözü, Müslümanlara iktidar olma bilinci kazandırma bağlamında değerlendirirsek hiçbir itiraz yapmamız söz konusu olamaz.

Bu bilincin olmadığı ve Müslümanların edilgen sayıldığı coğrafyalar için yukarıdaki önerme altından da kıymetlidir. Fakat Kur’an’ın nüzul dönemindeki ahkâm sıralamasını ve ayetlerin konularını bilemeyenler iktidar olmaya kilitlenirlerken, diğer alanları ve bunlara bağlı liyakatlerini kaybettiler. Neticede ise ne Müslümanlar iktidar olabildiler, ne de bölgelerinde İslâmî bir hareket doğdu.

Amacımız bu sözü eleştirmek ve Şehid’e yersiz sözler sarf etmek asla değildir. Çünkü biz onun kıymetini en iyi bilenlerdeniz. Esas gayemiz; bu sözün mutlaklaştırılması sonunda Müslümanların coğrafyalarına yabancılaştırılmalarını, sorunları çözmede bir önderlik kadrosunun doğmayışının nedenlerinin iyi anlaşılmasını sağlamaya katkıda bulunmaktır. Ayrıca Şehidin yaşadıklarını yaşamadan onun adına öykünmeci düşünce üretmenin sakıncalarını ortaya koymaktır.

İktidara kilitlendiler

“Önce medineni kur, sonra çözüm ara.” Sözü o kadar mutlaklaştırıldı ki Müslümanlar sadece iktidar olmaya kilitlendiler. Peygamber Efendimiz, İslâm’ı hayata hâkim kılabilmek için insanları önce tevhidi bir eğitimden geçirdi.

Müslümanlar bu süreçte yakîni bir imanı elde edip hayatlarının tüm alanlarına vahyi hâkim kıldılar. En küçük eylemlerinden en büyüğüne kadar Allah Teâlâ’nın emirlerini ve yasaklarını yaşamlarının merkezinde tuttular. Hayata sadece Allah’la baktılar; O’nun onay vermediği hiçbir şeye rağbet etmediler. Tevhidin rengine boyandılar. Kur’an’ın sahte tanrılar diye ifade ettiği; monarkları, firavunları, şeytanları, şeytanlaşmış kişi ve kurumları, oligarşiyi, bürokrasiyi, alt ego/nefsi, hevayı, tağutları, bilgiyi küfrün emrinde kullanan Belam’ları ve inananları finans kurumlarının bir parçası yapmak isteyen karunları hayatlarından çıkardılar.

Yaratmada yalnızca Allah Teâlâ’yı kabul ettikleri gibi, emir alanında da sadece O’nu kabul ettiler. Hayatlarına Allah celle celalüh’ten başka bir varlığın hükmetmesine asla rıza göstermediler. Hayatın belirleyicisi olarak Allah’tan başka varlıkları kabul etmenin şirk olduğuna inandılar.

Tevhidi eğitim süreci

Müslümanlar tevhidi eğitim süreci ile ahlaki eğitim sürecini eş zamanlı yaşadılar. Bu dönemde gelen Enam, İsra, Furkan, Mearic ve Mü’minun surelerinde ahlaki vurgular yoğunlaşırken diğer Mekki surelerde de iman ve ahlak temaları yeterince ele alınmıştır. İman ve ahlak eğitimini zirvede tamamlayıp ibadetlerle ruhi iletişimlerini daimileştiren mü’minler, günahlara karşı duyarlı hale getirilmişlerdir.

Allah Teâlâ’nın ve insanların hukukuna riayeti ilke edinen tevhit ehli Müslümanların kazandıkları bu ruhi olgunluk ve liyakat hâli onları iktidara taşımıştır. Kısacası iktidar; tevhidin rengine boyanmanın, üstün ahlaki vasıflarla donanmanın ve ibadetleri ihsan halinde devamlı yapmanın meyvesidir.

Zihinsel anlamda saflaşmayanlara, imanda taklitten çıkamayanlara, imanın bölünmezliğini kavrayamayanlara, hayatının en basit eylemlerini bile vahye göre anlamlandıramayanlara, Muhammedi ahlakla bezenmeyenlere, değil haramlardan kaçınmak mekruhları bile gözlerinde büyütüp sakınmayanlara, sabah namazlarını kaçıranlara ve tövbe etmeyip alışkanlık hâline getirenlere, yeryüzündeki mazlumlara kulak tıkayıp zalimlere karşı nebevi bir duruş sergilemeyenlere, ümmetin derdiyle dertlenmeyenlere, kâfirler gibi yaşayıp Müslüman gibi konuşanlara, neslinin itikadi geleceğini düşünmeyenlere, zalimlerle bilerek yol arkadaşlığı yapanlara yediklerine ve içtiklerine dikkat etmeyenlere Allah celle celalüh iktidar nasip etmez. Etse bile iktidarları daimi olmaz.

Seyyid Kutup, “Önce medineni kur…” derken, medineye giden yolların da açılmasını beraberinde söylemiştir. Tefsiri dâhil, eserlerinin tamamını okursak görürüz ki Şehid her çalışmasında itikâdi ve ahlaki derinleşmeyi tavsiye etmiştir. Onun yolundan giden İhvanı, bulundukları coğrafyada çözüm makamları oluşturmuşlardır.

Müslümanlar farazi meselelere çok dalarlar ve hedeflerinden saparlar; yapay gündemler oluştururlar da güçlerini kaybederler endişesiyle kâfirlerin belirlediği gündemlere teslim olmamaları için dava arkadaşlarına bu sözü söylemiştir. O’nun bu sözünü kontekstinden kopararak imansız, eğitimsiz, plânsız, ahlaksız, ibadetsiz bir iktidar özlemi için kullanmak beyhudedir.

Yabancılaşma

Eğer bu söz fıkıhsız bir şekilde ehliyetsiz insanların dillerine pelesenk ettirilecek olursa;

a-Müslümanlar yaşadıkları ülkelerin sorunlarıyla ilgilenmezler ve ülkelerine yabancılaşırlar. Sanal bir ülkede yaşamayı alışkanlık haline getirirler Müslümanların sorunlarına tepeden bakarlar. Bu ruh hâli daha sonra farkında bile olmaksızın Müslümanları dünya sisteminin bir parçası konumuna getirir.

b-Müslüman gençler ve dava adamları kendilerini fikren geliştiremezler. Ruhen olgunlaşamazlar ve her zaman güven bunalımında olurlar.

c-Önderlik makamında tevhid ehli alimler olmaz. Ümmetin önderlik konumunda âlimler olacak iken âlim olmayanlar Müslümanları yönetir ve sonuçta davada sapmalar meydana gelir. İslâm dünyasında bunun örnekleri çoktur.

d-İslâm davasına gönül verip bir hareket inşa etmek isteyenler kendi içinden âlimler çıkaramazsa, bunun sonucunda insanlar cahil kimseleri önderlik makamına çıkarırlar. Cahil kimselerin egemen olduğu hiçbir hareket istikamet üzerine başarılı bir sonuca varamamıştır. Bu tehlikelerden Müslümanları koruyabilmek için rabbani ulemayı yetiştirecek kurumları vakit geçirmeden oluşturmak şarttır.

e- Zamanın ilerlemesiyle sorunları çoğalan ve bu sorunlara çözüm bulamayan kimseler, İslâm davasını ütopik görmeye başlarlar. İnandırıcılığını kaybeden Müslümanlar ve hareketleri sebebiyle ideolojik tercihler dönemi başlar ve bunun sonucunda birçok insan irtidat hadisesi yaşayabilir. Müslümanların sorunlarına İslâmî çözümler üretemeyenler gençlerin ideolojik tercihlere bağlı sapkınlıklarından birinci derecede sorumludurlar.

f-Kendi ülkesine ve sorunlarına yabancılaşan Müslümanlar, zihinlerinde sanal ülkeler üretmeye başlarlar. Bu kötü başlangıç mü’minleri hayali bir dünyada yaşayan sosyalistlere benzetir. Bu benzeyiş onların inandırıcılıklarının kaybolmasına ve halkın nazarında meşruiyetlerinin yok olmasına sebep olur ki bunun sonunda dava marjinalleşir; insanlardan kopar ve varlık alanını yitirir.

g- Daha sonraki dönemlerde Müslümanlar ülkeleri için ciddi tekliflerde bulunacak olsalar, bu sefer birileri Müslümanların geçmişteki söylemlerine bakarak takiye yapmakla suçlayabilirler.  Bu durum tekrar kendilerine sağlam bir zemin bulmak isteyen Müslümanların vakit kaybetmesine sebep olur. Kendilerini anlatmakta ve toplumu inandırmakta zorlanırlar.

Hâlbuki İslâmî harekette vakit çok önemlidir. Yaşadığımız yerlerin bir defa bile İslâm beldesi kimliğini kazanması, Müslümanların ayak bastıkları yerlere sahip çıkmalarının, yurt edinmelerinin ve gâvura teslim etmemelerinin en önemli gerekçesidir. Dolayısıyla bu beldelerin her türlü sorununa ilgi duymak ve çözüm üretmek zorundayız.

h-Hayatın pratiği ile ilgili hiçbir çözüm üretemeyen ütopik söylemin sahipleri, biraz yaşlanınca ancak sağ bir partiden millet vekili olurlar ve geçmişlerine hayıflanırlar. Müslüman gençleri ayartmaya ve sisteme kulluğa çağırırlar.

Ülkemizin birçok kelli felli yazarı, düşünce adamı, kanaat önderi gençlerimizi radikal(!) ve çözüm içermeyen düşünceleriyle vatanına yabancılaştırmıştır. Daha sonraları kapital elde edip yaşlanan bu adamlar ya sağ partilerden milletvekili olmuş veya çöplüklerinden yemlendikleri ağalarına kulluğa başlamışlardır.

İlkeli ve kadrolu

Yapmış olduğumuz bu değerlendirmeler gösteriyor ki İslâm davası çok ciddi bir çalışma ister. Bu çalışmalar; tevhidi, kadrolu, fıkıhlı, plânlı, adaletli, istişareli, ahlaklı, kuşatıcı, takvalı, ilkeli, daimi ve projeli olmalıdır. Ayrıca içerde mü’minlerin bilgi ve iman seviyesini en yükseklerde tutacak bir ilim heyeti bulunmalı ve Müslümanları sürekli tecdit etmelidir.

Düşünce sapmasına karşı onları uyarmalıdır. Hareketin ideolojiye dönüşmemesi için gece gündüz gayret sarfetmelidir. Bu ilim heyetinin/fakihlerin görevini Yüce Allah ayette mealen şöyle belirlemiştir: “Mü’minlerin hepsinin birden savaş için seferber olmaları gerekmez. Onların her kesiminden bir grubun, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalmaları gerekmez mi? Umulur ki (uyarılan bu kimseler de günahlara düşmekten) sakınırlar.” (Tevbe, 122)

Bu çalışmalarla Müslümanlar tevhit, ahlak ve ibadet eğitimlerini ikmal ederek yeryüzünde adaleti hâkim kılmaya aday liyakatli bir ümmet olabilirler. Hayatın devamı içerisinde aralarında itikâdi, siyasi, hukuki, sosyal, ahlaki, iktisadi ve kültürel sorunlar çıkabilir. Stratejik problemler yaşayabilirler.

Alim davetçiler

Bütün bu sorunları gerek yerel gerekse evrensel çapta çözebilecek âlim davetçilere ve hareket önderlerine ihtiyaç vardır. Onlara davanın meselelerinin götürülmesini ve ortak çözümler üretilmesini Yüce Allah şu ayette emretmiştir:

“Kendilerine güvenlik veya korku ile ilgili bir haber geldiğinde onu hemen yayarlar. Halbuki onu Peygamber’e ve içlerinden ülü’l-emre (içtihat ehli alim ve siyaset adamlarına) götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip (istinbat edecek) sonuç çıkarabilecek nitelikte olanları onu anlayıp bilirlerdi….” (Nisa, 83)

İstinbat ehli ulemanın olmayışı Müslümanları yapay gündemlerle uğraşmaya ittiği gibi, hareketin nereden, nasıl ve kiminle başlayacağı sorularını da cevapsız bırakmıştır. Bu üç sorunun doğru cevabı o ülkedeki Müslümanların tuttukları yolun doğruluğunu belirler. Bu badirelerden selametle çıkmak istiyorsak Kur’an ve sünnete kulak verip İslam davetçilerinin sorunları çözebilecek kabiliyette olmalarına, en azından bundan sonra özen göstermeliyiz.

Ertelememeliyiz

Muaz bin Cebel radıyellehü anh’ın Yemen’e giderkenki anlayışını zihnimizde canlı tutup Müslümanların sorunlarını çözmeliyiz. Sorunları ertelememeliyiz. Eğer çözüm sunmakta ağır kalacak olursak, boşluk kabul etmeyen hayat, sorunlarımızı bir başkasına havale ederek İslâm dışı kurumları Müslümanların hayatlarına müdahil hale getirir. Müdahale bir defa başladı mı artık devamı gelir ve insanlar farkında bile olmadan sabahtan akşama din değişimine uğrarlar.

Ameli olanların iman haline getirilmesinden sonra insanlar, Müslüman olduklarını iddia etseler bile yapılanların İslâm’ın bütünlüğünden onay alıp almaması ve kim adına yapılması dini kimliğin ne olduğunu belirler. Burada tekrar ellerimizi vicdanımıza koyup şahitlikte bulunmak zorundayız.

Hayatımızın genişlik ve uzunluk alanlarında İslâm tek belirleyici mi? Bu sorunun doğru karşılığı kimliğimizin tanımıdır. İşe buradan başlamak zorundayız. Bu sorunun doğru cevabı verilip ameli hâle getirilmeden yapılan çalışmaların aldatıcı ve İslâmî olmadığını gördük. Müslüman olarak “aynı yerden bir daha ısırılarak” basiretimizi köreltmemek için uyumadan ve şekerleme yapmadan yola devam etmeliyiz. Kurtuluşu yine burada aramalıyız…

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

BENZER YAZILAR

Abide Şahsiyetler ↗

İslam’ın çilesini çekmiş öncü şahsiyetlere dair yazılar okumak için tıklayın.

İslam Alimleri ↗

Kıymetli İslam alimlerini tanıtan birbirinden güzel yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Makama gelince beni tanımadı…

Ankara’da öğrencilik yıllarımda kaldığım bir vakıf evinde, bir yıl, İlahiyat ve Siyasal Bilgiler fakültesi öğrencilerinden …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.