“Nefsin isteklerini kesmek, asgariye indirmek ve nefse zor gelen şeyleri ona yaptırmak” şeklinde tarif edilen riyazet konusu üzerinde sûfîler detaylı bir şekilde durmuşlardır. Manevî hassasiyetlere sahip maddî bir bedene ulaşmak arzusu, sûfîlerin bu konuda hedefleri olmuştur. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de ifade edildiği gibi nefs daima kötülüğü emretmektedir1 ve sûfîler de nefsin bu tasallutlarından kurtulup en azında “Nefs-i mutmainne”2 makâmına ulaşmış bir hâl ile yaratıcılarına kavuşmayı arzulamaktadırlar.
Bir dönüşüm ve değişimin sembolü olan riyazet sürecinde bireyin nelere dikkat etmesi gerektiği, örneğin beslenmesi, konuşması, uyuması ve ibadet yoğunluğu gibi konular farklı tarikatlarda farklı miktarlar dile getirilerek uygulanmıştır. Hepsinin temelde hedeflediği husus ise Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in tavsiye ettiği yemek, konuşmak ve uyumak ile edeplere riayet ederek ruhu canlı hale getirerek nefsi ruhun emrine verebilmektir.3
Nefsi arındırma
Kur’ân-ı Kerim’de nefsini arındıran kimsenin yani nefsini ruhunun emrine veren kimsenin temizlenip kurtulabileceği ifade edilmiştir.4 Riyazetle nefsini dize getiren birçok isim bu sürecin önemini vurgulamıştır. Örneğin Feridüddîn-i Attâr, “On iki yıl riyazetle meşgul oldum. Ve uzun yıllar riyazetim sürdü. Nefsimle savaşı netice itibariyle kazandım ve nefsin cenaze namazını kılarak onun tasallutlarından kurtuldum”5 demiştir.
Peş peşe kırk erbain çıkaran Abdülehad Nûrî-i Sivasî6 ve kırk yıl riyazetle ömrünü geçiren Abdülkâdir-i Geylnî Hazretleri de riyazet neticesinde toprağa giren bir tohumun çürüyüp yeşillenmesi veya kozası içerisindeki bir tırtılın neticede rengârenk bir kelebeğe dönüşmesi gibi dervişin de riyazet neticesinde ilâhî lütuflara ulaşabileceğini vurgulamışlardır. Erzurumlu İbrahim Hakkı ise talebesi Avnikli Molla Halil’e “Ve daḫî riyazet ve tehzīb-i aḫlāḳ itmege cidd ü cehd idesin. Yanī nefis muḳtezāsın virmeyüp açlıġa ve ṣusuzluġa ve uyḳusuzluġa ve sāir mekkāre-i bedeniyyeye taḥammül ḳılasın. Zīrā abdal abdāl olmadılar. İllā ki cū ve seher ve uzletle olmışlardur. Beyt: “Riyāżet-i āb [u] hevā ṣafāsını bulsun/ Göŋül küdūretini hep cilā idersin sen” tavsiyesinde bulunmuştur.7
Hacı Bektâş-ı Velî, Horasan’dan Anadolu’ya gelişi esnasında uğradığı yerlerde halvete girip çile çıkarmış, Pîr-i Türkistan Ahmed-i Yesevî altmış üç yaşından sonra yer altında kendine bir mezar kazdırıp ömrünün sonuna kadar burada çile ile meşgul olmuş ve İmâm-ı Gazâlî içerisine düştüğü krizden halvetle yani riyazet uygulamalarıyla kurtulmuştur.8
Onları destekler
Sûfîlerin düşünce sistemine göre dünya lezzetinden Allah rızası için vazgeçen kimseye Allah Teâlâ daha kıymetli nimetlerin kapısını aralamakta ve onları rabbânî ilimlerle desteklemektedir.9 Mutasavvıfların bedenleriyle ilgili bu egzersizleri sadece Allah rızası içindir10 ve neticede “firaset” ve “keşf” denilen nimetlere kavuşmak durumu söz konusudur.11 Sûfîler, keşfin ve gaybî tecrübelerin korunmuş olmadığını da ifade etmiş ve istikâmeti tesis için Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’ye uymanın şart olduğunu belirtmişlerdir.12
Tasavvuf yolunda bireyin, özelde belli bir süre genelde ise bütün hayatını kuşatacak riyazet sürecinde bir kontrol mekanizması geliştirebilmesi, bir başka ifadeyle nefsine dur diyebilme alışkanlığı kazanabilmesi için çeşitli antrenmanlarla nefsin terbiye edilebileceği vurgulanmıştır. Sûfîler, nefisle mücâhedeyi ifade eden bu süreci cihâd-ı ekber olarak görmüşlerdir.13
Sürecin önemini bu tespitleriyle ortaya koyan sûfîler, bu süreçte sâlikin az yemek, az konuşmak ve az uyumak ile ibadetlere yoğunlaşmasını tavsiye etmişlerdir. Bu süreçte tefekkür ve tezekkür uygulamalarını ihmal etmemesini sâlike tavsiye eden sûfîler, bununla sâlikin kulluk bilincinin zirve noktasına ulaşmasını hedeflemişlerdir.
İbrahim bin Edhem, sâlikin bu süreçte şu hususlara riayet etmesi gerektiğini dile getirmiştir: “Sâlik ilk olarak nimet kapısını kapatıp şiddet ve sıkıntı kapısını açmalıdır. İkinci olarak izzet (şan ve şöhret) kapısını kapatıp zillet kapısını açmalıdır. Üçüncü olarak rahatlık kapısını kapatıp cehd ve gayret kapısını açmalıdır. Dördüncü olarak uyku kapısını kapatıp uykusuzluk kapısını beşinci olarak zenginlik kapısını kapatıp fakirlik kapısını, altıncı olarak ise emel (tûl-ı emel) kapısını kapatıp ölüme hazır olma kapısını açmalıdır.”14
Açlığa övgü
“İnsanoğlu karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır. İnsana belini doğrultacak birkaç lokma yeter’15 hadîs-i şerîfi gereğince sûfîlerin genel olarak az yemelerinin yanı sıra uzlet/halvet süreçlerinde karınlarını doyurmak konusunda daha da az miktarla yetindiklerine şahit oluruz.16
Mevlana’nın oruç tutmaktan renginin sarardığı ve ağzının suyundaki tadın midesine ulaşmaması için helile çiğnediği nakledilmiştir.17 Mevlana’nın ilk hocası Seyyid Burhaneddîn Muhakkik-ı Tirmizî ise açlığın önemini şu cümlelerle dile getirmiştir: “Oruçtaki riyazetler, hepsinden de daha büyüktür. Geri kalan öteki riyazetler, buna nispetle bir oyuncaktır. Burada, oruç hususunda anlatılması icap eden şeyler var. Ama yavaş yavaş, hem de nefsin duymaması için hırsızlamaca anlatmak gerek. Her gün yenmesi âdet olan yemekten bir dirhemceğiz yahut biraz daha fazla, azar azar yiyeceği kısmakla mide boşalır, riyazet meydana gelir. (Böylece) Allah için, hakkıyla savaşın hükmüne uyulmuş olur.”18
Az uyumak
Uykuyu büyük ölçüde terk edip sadece bedenin galebe çaldığı durumlarda uykuya teslim olunması gerektiğini belirten sûfîlere göre uyuyarak Mevla’yı bulmak mümkün değildir. Sûfîlerin bu konudaki genel tavrını Nakşi Ali Akkirmânî’nin şu ifadelerinde görmekteyiz: “Yatup hayvân gibi tâ subh olunca/ Görünmez Hak nuru zâhid yatana.”19
Seriyyü’s-Sakatî ise bu konuda şu tespitleriyle görüşlerini ifade etmiştir: “Sûfî, hasta insanlar gibi yemek yer, suya batan kimseler gibi uyur ve mahcup kişiler gibi konuşur.”20
Şihabüddin es-Sivasî ise halvet/uzlet içerisinde bir anlayışı yaşam sitili haline getirmesi gereken talibe bu süreçte şu hususlara riayet etmesi gerektiğini söylemiştir: “a- Sâlik, bedeninin tamamını guslü gerektiren şeylerden, azaları hadesi gidermeyi gerektiren hususlardan ve nefsi isyan içeren günahlardan temizlemelidir. b- Halvete devam edilmeli. c- Tâlib, Allah’ı zikretmenin dışında konuşmayı terk etmeli. d- Sâlik, sürekli oruç tutmalı. e –Tâlib, kalp huzuruyla güçlü bir şekilde dil ile Allah Teâlâ’yı zikre devam etmeli. f- Sâlik, Allah’a teslim olmalı. g – Sâlik, bu süreçte kalbine gelen düşüncelere asla değer vermemeli. h- Tâlib, uykuyu terk etmeli. k- Sâlik, helalinden yemeyi azaltmalıdır.”21
Hasıl-ı kelam
Netice olarak ifade etmemiz gerekirse sûfîler, manevî inşa için maddî boyutun hassas dengeler gözetilerek hareket edilmesi gerektiği fikrinden hareketle riyazet uygulamalarına önem vermişlerdir. Onlara göre, Allah Teâlâ, kişinin/sâlikin/tâlibin halktan uzak kaldığı ölçüde açılacak gönlünü nurlarıyla ödüllendirilecektir. Yine sûfîlere göre sâlik, ilâhî lütuflara ulaşacağı bu riyazet süreçlerini ibadet, zikir, tefekkür, az yemek, az uyku, az konuşmak ve ilmî faaliyetlerle daha etkili bir şekilde değerlendirilmelidir.
Bu usulle birçok insanın maddenin esaretinden azade kılınıp mana âlemlerinin güvenli limanlarına ulaştırılmasına vesile olan sûfîlerin bu hallerinden günümüz insanının da çıkaracağı birçok ders olsa gerektir.
Kişisel ve toplumsal anlamda gerçek bir huzur haline ulaşmak isteniliyorsa maddeyi değil manayı, sırf aklı değil kalbin hoşnutluğunu ifade eden imanı ve dünyevî beklentileri değil uhrevî hesaplar üzerine inşa edilen bir anlayışın ifadesi olan riyazet sürecine ve bu süreçte Allah’ın lütfettiği güzelliklere bir kez daha dikkatler çevrilmelidir.22
DİPNOTLAR
1 Yusuf 12/53.
2 Fecr 89/27.
3 Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, (İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 2004), 11, 22.
4 Şems 91/9.
5 Attar, Tezkiretü’l-Evliyâ, çev. Süleyman Uludağ, (İstanbul: Mavi Yayıncılık,2002), 177.
6 Abdülehad Nûrî, Mir’âtü’l-Vücûd ve Mirkâtü’ş-Şühûd, (İstanbul: Süleymâniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, 2341), 2a.
7 Ekrem Bektaş, “Erzurumlu İbrahim Hakkı’dan Talebesi Molla Halil’e Öğütler”, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 6/15, (2013), 111.
8 Komisyon, Tasavvuf El Kitabı, ed. Kadir Özköse, (İstanbul: Grafiker Yayınları, 2013), 233.
9 Aziz Nesefi, Hakikatlerin Özü, çev. M. Murat Tamar, (İstanbul: İnsan Yayınları, 1997), 103.
10 Süleyman Uludağ, Tasavvufun Dili I, (İstanbul: Mavi Yayıncılık, 2006), 205-206.
11 İbn Haldun, Mukaddime, çev. Z. Kadiri Ugan, (İstanbul: MEB Yayınları, 1990), 1/271-273.
12 Muhammed Halim Şarkpuri, İmam-ı Rabbani, çev. Ali Genceli, (Konya: İslami Neşriyat, 1978), 10.
13 Kuşeyrî, Risale, 193.
14 Kuşeyrî, Risale, 194.
15 Tirmizî, “Zühd” 47.
16 Molla Câmî, Nefâhâtü’l-Üns, ter. Lâmiî Çelebi, (İstanbul: Marifet Yayınları, 1980), 659; Yusuf Ziya Yörükan, Şihabeddîn Sühreverdî ve Nur Heykelleri, çev. A. Kamil Cihan, (İstanbul: İnsan Yayınları, 1998), 119-120.
17 Mustafa Kaval, “Mesnevî’deki Nefis Kavramının Freud ve Din Psikolojisi Bağlamında Değerlendirilmesi”, Kırgız-Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü Akademik Bakış Dergisi 36, (2013), 9.
18 Seyyid Burhanettin Tirmizî, Maârif, (Konya Mevlânâ Müzesi, 2118), 50.
19 Nakşî Ali Akkirmânî, Dîvân, haz. Hikmet Atik, (Ankara: Buruciye Yayınları, 2003), 149.
20 el-Kelâbâzî, et-Taarruf li-Mezhebi Ehli‟t-Tasavvuf, tah. Mahmud Emin en-Nevevi, (Kahire: el-Mektebetu’l-Ezheriyyetuli’t-Turas, 1992), 28; Öncel Demirbaş, “Riyazet Eğitimi İle Gerçekleşen Manevî Olgunluk”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi 11/1, 79 -90.
21 Şihâbüddin Sivasî, Risâletü’n-necât min şerri’s-sıfât, (İstanbul: Süleymaniye Şehit Ali Paşa, 1391), 88b- 100a.
22 Zafer Erginli, “İç Dünyadan Hayata: Tasavvuf Günümüz İnsanına Ne Söylüyor?”, II. Bursa Tasavvuf Sempozyumu (Sempozyum Bildirileri), (Bursa: Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayını 2003), 91-110.
Şahsiyet Gelişimi↗
Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.
Adab-ı Muaşeret↗
Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.