Seyyid Abdullah Bey ile 2011 yılında Eyüp Sultan’daki Mihrişah Sultan Sibyan Mektebi’nin bahçesinde tevafuken tanışmıştık. Simasını nurlu görünce seyyid olup olmadığını sormuş ve seyyid olduğunu öğrenmiştim. Medine’de üniversite hocası olduğunu ve aynı zamanda Nakşibendi tarikatına mensup olduğunu da söylemişti. Tasavvufa pek sıcak bakılmayan bir coğrafyada Ehli Sünneti savunan bir sufi ile tanışmak bizim açımızdan ilginçti. Tercüman vasıtası ile bir kaç soru sorup cevabını almıştım. Bilhassa İslam’ın ilk üç asrına yönelik olarak yaptığı değerlendirmelerini ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz.
Medineli seyyid bir aileden geldiğinizi söylediniz ve aynı zamanda tasavvufa intisabınız var? Hangi tarikata mensupsunuz?
Tarikat-ı Nakşibendiye’ye mensubum.
Tarikatınızın şeyhi kimdir ve nerede yaşamaktadır?
Üstazımızın ismi Şeyh Ebu Zehra Veys İbn Abdullah El Hüseyni’dir. Kendisi Mekke’de ikamet etmektedir.
Bize ondan biraz bahsedebilir misiniz?
Şuanda kendisi Cidde’de… Gelirseniz inşallah görüşme imkânınız da olur. Kısacası kendisi Efendimiz’in sünnetlerini yaşantısına aksettiren bir zattır. Yumuşak huylu ve mütebessimdir.
Neden tasavvuf yolunu tercih ettiniz?
Tasavvuf Peygamber Efendimiz’in hayatıdır, başka bir şey değildir. Hayatımızı onun hayatına benzetmek için bu yolu seçtik. Peygamber Efendimiz zamanında terim olarak “tasavvuf” yoktu ama zaten onun hayatı tasavvuftu. Bu terim üçüncü asırda oluşmuştur. Tasavvufun Kur’an’daki karşılığı ise “tezkiye” yani “temizlenme”dir.
Suudi Arabistan’da tarikatlar mevcut mudur? Halk’ın ilgisi nasıldır?
Allah’a şükür Arabistan’da bazı tarikatlar var. Nakşibendi var, Şazeli tarikatı var, Şişniyye tarikatı var. Ve Hindistan’dan gelmiş diğer bazı tarikatlar var. Hicaz’da tarikat mensubu çok değildir ama yine de vardır. Doğu bölgelerinde biraz daha fazladır. Şükür ki Suudi Arabistan’daki tarikatların geneli Ehl-i Sünnet’tir. Bidat ehli tarikatlar yok diyebiliriz. Yani Kur’an ve Sünnet çizgisinde bir tasavvufi çizgi mevcuttur.
Türkiye’de çok sayıda tarikat var. Hamdolsun eskisi gibi değil, özgürlük açısından da olumlu gelişmeler oluyor. Türkiye’deki şeyhlerden tanıdığınız var mı?
Şeyh Nazım Kıbrısi’yi tanıyorum. Bir de Medine’de tanıştığım bir zat vardı fakat onun ismini hatırlayamıyorum.
Tasavvufa ilk intisap ettiğiniz dönemlerde hangi tasavvufi kitapları okudunuz?
Hayır! Ben tasavvufa kitaplarla başlamadım, üstadlarla başladım, onlar Hindistanlıydı. İlim iki şekildir; ilmi zahir ve ilmi batın. Mesela namaz kılmayı herkes biliyor ama huşuyu kaç kişi yakalıyor. İşte o huşu için kalbin ıslah olması lazım. Yani her şey kitaplardan öğrenilmiyor, kitaplardaki ilim kafi gelmiyor. Biz diyoruz ki kalbin ıslahı tarikatla olur. Herkes namaz kılmayı biliyor demek ki ilm-i zahir yaygın, ama huşu noksan demek ki ilm-i batın lazım.
Yönetimin ve halkın çoğunluğunun tasavvufa pek sıcak bakmadığını biliyoruz. Bu nedenle kitap bulundurmanız da sakıncalı olabiliyor değil mi?
Biz tasavvufi kitapları Arabistan’da bulamıyoruz, zaten bu tür kitaplar satılmıyor. Dışarıdan fotokopi olarak aldığımız için pek kitaplarla ilgilenemiyoruz.
Peki zikri ne şekilde yapıyorsunuz?
Tarikatımız kalbi zikri yani gizli zikri esas almıştır. Hatme-i hacegan yapıyoruz; aynı Türkiye’de olduğu gibi… Fakat Arabistan’da toplanamıyoruz, dışarıya çıktığımız zaman yapıyoruz.
Toplananlar da gizli toplanıyor olmalıdır zannedersem.
Suudi Arabistan’da tasavvufi faaliyetler gizli bir şekilde yürütülüyor. Sadece tanıdık kişiler birbirleri ile buluşuyor, yani eski müritler…
Bize tasavvuf anlayışınızdan bahseder misiniz?
Peygamber Efendimiz en hayırlı asrın kendi asrı olduğunu, sonra ondan sonraki asrın hayırlı olduğunu, sonra da ondan sonraki asrın hayırlı olduğunu buyurmuştur. Yani en hayırlı asırlar bu üç asırdır. Bu üç asrın özelliklerine baktığımız zaman neden birincisinin ikincisinden, ikincisinin de üçüncüsünden daha hayırlı olduğunu anlarız.
İslam’da üç temel amel vardır. Davet, ilim ve zikir… Birinci asra baktığımız zaman davetin ön planda olduğunu ilim ve zikrin ise ikinci planda olduğunu görürüz. İkinci asra baktığımızda ise ilmin birinci planda olduğunu, diğer ikisinin ikinci planda olduğunu görürüz. Nitekim hadis, tefsir, fıkıh ve kıraat gibi ilmiler bu dönemde oluşmuştur.
Üçüncü asırda ise zikir ön planda davet ve ilim ise ikinci planda olduğunu müşahede ederiz. Sonuç itibariyle bu üç amel/ faaliyet bu üç asırda da mevcuttur. İşte biz bu üç ameli de ihmal etmeyen bir tasavvuf anlayışını benimsiyoruz.
Üç asrı sıraladınız günümüzdeki tasavvufi akımlar bu üç amele sahip mi?
Şimdiki zamanda tasavvuf meselesinde zikir var fakat ilim ve davet neredeyse yok denecek kadar az. Günümüzdeki tarikatlarda sadece zikre dayanan bir tasavvuf anlayışı yaygın… Oysa gerçek tasavvuf Peygamber Efendimiz’in asrında olduğu gibi bir anlayışı telkin eder. Biz sadece zikri tek başına istemiyoruz. Her müride zikirle beraber davet ve ilim de lazımdır. Çünkü şimdiki zamanda şeytan çok güçlüdür ve her yerdedir, caddede, sokakta, okulda her yerde şeytan insanın aklını çelmeye çalışıyor.
Mürid hocasının yanında hakkı zikrediyor ama oradan çıkınca, çarşıya, pazara gidince şeytan onun kalbini hemen ifsat ediyor. Bu yüzden sadece zikre dayanan bir tasavvuf yetmiyor. Ama zikir, ilimle ve davetle birlikte olursa bu mürid şeytandan çok güzel bir şekilde korunur. Bilhassa Kur’an ve sünnet ilmini öğrenip amel ederse şeytan ona güç yetiremez. Ve bu zamanın fesadından da ancak böyle uzak durulabilir. Belki iki ya da üç yüz yıl önce “zikir” kalbi ıslah etmek için yetiyordu ama şimdi yetmiyor.
Eskiden müridin kalbi de daha kuvvetli idi, ama şimdi müridin kalbi zayıf. Çünkü şeytanın tarikatı her yerde yaygınlaştı. Mesela bundan yüz sene önce Eyüp El Ensari’nin türbesini ziyaret etseydim, şimdiki gibi yarı çıplak kadınlarla karşılaşmazdım. Çünkü eskiden her şey Sünnet-i Resulullaha uygundu, Libaslar da Sünnet’e uygundu. Öyleyse şuanda bilhassa davete ağırlık vermeliyiz. Hem Müslüman’a, hem de gayrimüslime. Müslüman’a Allah’ı hatırlatmalıyız, gayrimüslimin de imanı ve hidayeti için çalışmalıyız.
Bu ortamda imanımızı kurtarmak ve günahlardan sakınmak için ne yapmalıyız?
Bir yol almalıyız. Silsilesi olan icazetli bir şeyhin yanında bir yola yani bir tarikata intisap etmeliyiz. O tarikat bir zincirle Efendimiz sallallahu aleyhi ve selem’le ulaşmalı. Bir de Ehl-i Sünnet çizgisinde olmalıdır.
Müslümanlar için bugün en büyük tehlike nedir?
Sünneti terk etmek ve Sünnet’in hilafına yaşamaktır. Alış veriş yaparken, yiyip içerken, giyim kuşam ve evlilik gibi hemen her konuda Efendimiz’in hayatını değil de batılıların hayatını örnek almaktır. Ve bir başka tehlike de küffara tazim göstermektir. Yani batıya özenmek ve onlara hürmet göstermektir.
Suudi Arabistan halkının Amerika’ya bakışı nasıldır?
Halkın yüzde doksanı Amerika’yı sevmiyor fakat kültürel olarak halkın bir kısmı o kültürü yavaş yavaş benimsiyor.
Yani Batı özentisi Suudi Arabistanlı gençlerde de yaygın mı?
Suudi Arabistan’daki eğitim sisteminde İslami illimler en güzel şekilde veriliyor fakat buna rağmen gençlerde bir batı özentisi var. Kısmen batı kıyafetlerini benimseyenler de var. Kitap okuma oranı ise az. Maç ve televizyon gibi ilgi alanları rağbet görmekte…
Gençlerde dine olan bir yöneliş var mı?
Arabistan’da da Türkiye’de de bir dine yönelme hareketi var fakat yine birçokları dinden uzak yaşıyorlar. Bütün dünyadaki Müslümanlar hep aynı sıkıntıyı yaşıyor.
Çağımızın buhranlarından kurtulmak için işe nereden başlamalıyız?
İşe mescitten başlamalıyız. Yani önce mescide devam etmeliyiz. Sonra alimlerin ve meşayihin sohbetlerine katılmalıyız. Ama bir problemimiz var ki alimler bazen gençlerden uzak durabiliyorlar. Alimler gençlerin sorularına cevap vermekte zaaf göstermemeli ve onların sıkıntılarını gidermekte yardımcı olmalıdırlar.
Aydın Başar/ Burhan Dergisi
Hatıra Arşivi ↗
Alimler, arifler, hocalar ve önemli şahsiyetlerin hatıralarını okumak için tıklayın.
İyi Haberler ↗
İyiliklere, erdemlere, örnek davranışlara dair beyaz haberler okumak için tıklayın.