Yarın kim bilir neler getirecek?

Yıllar önce hanım kardeşlerimizin çıkarttığı Mektup adında bir dergi vardı. Tabi hanımlara yönelik bir dergi olduğu için, zaman zaman gelin kaynana münasebetleri gibi konulara İslam’ın bakışını anlatan bazı kısa yazılara yer verilirdi.

Dergideki yazılardan birinde, bir hanım kardeşimiz başından geçen ibretlik bir olayı paylaşmış, benim de çok dikkatimi çekmişti. Yaşanmış bir olay olduğu için, insanlara faydalı olur düşüncesi ile zaman zaman sohbetlerimde anlatmışımdır. Olay özet olarak şöyle:

Bir evin tek oğlu

Babası vefat etmiş, annesiyle yaşayan, evin tek oğlu olan bir genç evlenme çağına gelince, bir vesile ile tanıştığı eş adayına der ki:

– Ben evin tek çocuğuyum. Annemi yalnız bırakamam. Evlendiğimde annemin de bizimle kalmasını istiyorum. Bu isteğimi kabul edersen evlenelim.

O zamanlar çekirdek aileler pek yaygın değil. Yeni evlilerin birçoğu anne babasıyla birlikte yaşıyorlar.

Eş adayının annesinin tek çocuğu olduğunu bilen kız, onun annesinden ayrılamayacağını düşünerek, isteksiz de olsa onun bu şartını kabul eder.

Ya o, ya ben?

Sözdü, nişandı, nikahtı derken evlenirler. Üçü bir, aynı evde yaşamaya başlarlar. Gelin ev hanımıdır. Kaynana problem birisi değildir ama gelin yine de kaynanadan rahatsız olur ve küçük şeyleri kasıtlı olarak büyüterek problemler çıkarmaya başlar.

Gelinin yaşının genç olması bir takım cahillikleri de beraberinde getirir. Netice de kayınvalidesine yeteri kadar hürmet göstermediği için bir takım sorunlar yaşarlar.

Bir zaman sonra gelin eşine, evi ayırmayı teklif eder. Kocası önceleri kabul etmez. Fakat bir zaman sonra iş o noktaya varır ki, gelin; ”Ya o, ya ben tercihini yap” der.

Aslında annesinden ayrılmak istemiyordur, ancak yuvayı yıkmayı da göze alamayan genç adam daha fazla direnemez ve annesine durumu açar.

Evleri ayırırlar

Annesi zaten olan bitenni sezmektedir ve kocasından kalan maaşı olduğundan ekonomik olarak da oğluna muhtaç değildir. Neticede evleri ayırırlar

Bir yaz akşamı gelin ve kocası birlikte bir yere gezmeye gitmektedir. Yolda giderlerken, yol kenarındaki apartmanın üst katlarından birisinde karı-koca kavgası vardır. Birisi öbürüne ütü fırlatır, ütü camı kırarak aşağı düşer ve gelinin sırtına isabet eder. Gelin oraya yığılıp kalır ve felç olur. Tedaviler tam olarak iyileşmesine imkan vermez.

Bir müddet sonra hastaneden taburcu olurlar. Fakat gelinin eve bakacak durumu olmadığı gibi kendisi de bakıma muhtaçtır. Annesi oğluna, isterlerse evlerine gelip ev işlerini görebileceğini teklif eder. Tabii memnuniyetle kabul ederler. Kayınvalide hem ev işlerini görür hem de gelinin her türlü bakımını yapar.

İyilikle kötülük bir olmaz

Gelin, bir kendi yaptıklarını düşünür bir de kayınvalidesinin yaptıklarını. Çok mahcup olur. Gelini mahcup eden başka bir şey de kayınvalidesinin gelinine eskiye dair en küçük bir şey dahi ima etmemesidir.

Çok mahcup olan gelin, zaman zaman kayınvalidesine konuyu açar. Der ki:

– Anne! biz iyi durumdayken ben sana neler yaptım, durumumuz kötüleşince senin bize yaptığına bak!

Kayınvalide hemen sözü değiştirip:

– Aman evladım cahillikte olur böyle şeyler sen kafana takma, diyerek bu konuda konuşmazmış bile.

İşte bu durum gelini daha da mahcup edermiş.

Kayınvalidenin bu olumlu tavrı, yani kötülüğü iyilikle def etmesi esasında Kur’an’ın bize öğütlediği ahlaki bir davranıştır. Yüce Rabbimiz Fussilet Suresi 34. ayet-i kerimesinde şöyle buyurur:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde sav. O zaman bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse candan bir dost gibi oluverir.”

Yarın ne olacak?

Şu kısacık ömrümüzü düşmanlıkla değil, dostlukla geçirebilirsek, kötülükleri değil iyilikleri çoğaltabilirsek ne mutlu bize. İşte o zaman biz de Kur’an ahlakını yaşamış oluruz.

Şu fani hayatta insanoğlunuun nelerle karşılaşacağı bilinmez. Yarın bize ne getirir, bizden ne götürür bunu tahmin bile edemeyiz. Nitekim Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurur:

“…Hiç kimse yarın ne kazanacağını (başına neler geleceğini) bilemez…” (Lokman Suresi, 34)

Beden sağlığımızın, akıl sağlığımızın malımızın mülkümüzün her zaman yerinde olacağının bir garantisi yoktur. Evlatlarımızın veya akrabalarımızın da başlarına ne türlü olaylar gelecek bunu da bilemeyiz.

O halde hiçbir şeyin garantisi yoksa, elimizdeki imkanlardan dolayı kibirlenmek, mal, mülk ve mevkie tamah etmek bize yakışmaz.

Elimizdeki imkanları kulluk ölçülerinde değerlendirmek ve samimi bir şekilde Allah’a sığıınmaktan başka bir çıkış yolumuz yoktur.

Ali Uslu/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair çok güzel yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.