28 Şubat’ın öyle mağdurları var ki…

Başörtüsü zulmünün öyle mağdurları var ki yazmakla ve konuşmakla bitmez. Her birisinin ayrı birer hikâyesi vardır. Yazılacak olsa kelimeler kifayetsiz kalır. Onların ruh hâllerini erkekler anlamaz. Cinsiyet ayrılığından dolayı empati yapamazlar. Vaktinde anlasalardı hanımlar zulümle baş başa bırakılmazdı.

Aynı mağduriyeti ailecek yaşayan birisi olarak şu açıklamayı tarihe not düşmek amacıyla yazıyorum. Eşim başörtüsü zulmünün ilklerinden olarak defalarca sürgün edilip çeşitli disiplin cezaları almıştı. Yetmişli yıllarda tesettürlü hanımlar daha yalnızdı. Müfettiş ve kaymakam korkusuyla teneffüse bile çıkamaz hâle gelmişti. Tayinlerin çokluğu nedeniyle ev taşımaktan bıkmıştık.

Tarihe not düşmek

1978 yılında yine Yahyalı’dan sürgün edildiğinde bir aracı vasıtasıyla Kayseri İl Milli Eğitim Müdürü’nün makamına çıkmıştık. Derdimizi anlatıp bu tayinin durdurulmasını istiyorduk. Adam (!) daha eşimi başörtülü görür görmez; “Bu ne kıyafet? Siz ahirette bu kıyafetle Atamızın huzuruna ne yüzle varacaksınız” diye çıldırmıştı. Belli ki adam (!) fanileri ilah gören bir hadsizdi.

Yıllar sonra bu şahsın öldüğünü duymuştum. Elbette bir Müslüman olarak onun hakkında şahitliğimizi yaptık. Mutlak adalet sahibi Rabbimize havale ettik. Ahiretteki hesaplaşmamız her hâlde çok daha müthiş geçecek. Herkes imanının bedelini ödeyecek.

Katsayı mağdurları ve verilmeyen başarı ödülleri apayrı bir araştırmadır. Ankara Tıp Fakültesini, tarihinde en yüksek not ortalamasıyla (98 puan) bitiren kızımın ödülü İmam Hatipli ve tesettürlü olduğu için elinden alınmıştı. Önce kızımı ikna etmeye çalışan, ikna edemeyince derecesini başkasına veren bayan öğretim üyesinin de psikolojik sorunları olan kızı tarafından öldürüldüğüne bir iki yıl sonra şahit olduk. “Küfür devam eder ama zulüm devam etmez” sözü boşuna söylenmemiş.

Diğer kızımın ise üniversiteye giriş sınavında katsayı uygulamasına bağlı 45 puanı düşürülmüştü. İstediği okula kaydolma hakkı elinden alınmıştı. Bunlar yaşananların milyonda biri bile değil. Başörtüsü konusunda yüzbinlerce insanın ocaklarına ateş düşmüştü. Duyulan hakaret ve aşağılayıcı sözlerin ise hesabı bile belli değil.

Neler görmedik

Bu millet; “örtünmek isteyenler Arabistan’a gitsin” diyen cumhurbaşkanından; başörtüsüyle meclise giren milletvekiline; “Şu kadına haddini bildirin” diyen başbakana kadar hepsini görmüştür. Maalesef bu adamlar şuursuz kimseler tarafından hâlâ “merhum” diye anılmaktadır. Bunların cenaze namazlarının kılınması ise ayrı bir fecaattir.

Zulüm esnasında zalimlere arka çıkarak; “Başörtüsü teferruattır” beyanında bulunan sözde cemaat liderini de unutmuyoruz. Onun bu beyanatından sonra, kitlesel direnç kırılmış ve tüm kurumlardaki başörtülü Müslüman bayanlar yalnızlaştırılmıştı. Yalnızlaşan bu hanımlar da ya işlerinden veya tahsillerinden edilerek ağır haksızlığa uğratılmışlardı. Birçok Müslüman Hanım fişlenmiş ve psikolojik baskıya maruz bırakılmıştı.

İnsanlar Allah’ın emirleri karşısında başka bir tercihe zorlanıyor, onlara “Kanun var, kamusal alan var, bunlara ne gerek var!” türünden telkinler yapılıyordu ki bunun adı, dine karşı din üretmektir. Tesettür emrini tercih eden Müslümanlar için “İstiyorlarsa Arabistan’a gitsinler” türünden hezeyanlar kusmak küfrün en ileri boyutudur. Zira bu topraklar İslâm ile kimlik kazanmıştır. Tesettüre karşı olan ifadeler İslâm’a yapılan saldırılardır. Hiçbir düşünce sistemi veya dünya görüşü Allah Teâlâ’nın emirlerinin önüne geçirilemez. Şayet geçirilecek olursa da Müslümanlar itaat etmezler veya etmemelidirler.

Ben sadece merhum Mevdudi’nin verdiği bir fetvayı sizlere hatırlatmak istiyorum. Merhuma soruyorlar; “Hindistan da hangi hayvanlardan kurban kesilebilir?” Mevdudi şu cevabı veriyor. “Deve, sığır, koyun ve keçi kesebilirsiniz. Fakat Hindular ineğe tapındıkları için buradaki Müslümanların bu batıl anlayışı yıkmak için inek kesmeleri vaciptir.”

Bu anlayış çerçevesinde söylemek isterim ki modern hayat tarzını seçenler Müslümanları batılılaşmaya ve sekülerizme entegre etmek için başörtüsüne bilinçle karşı çıkmaktadırlar. Bu oyunun farkında olan Müslümanların başörtüsünü tevhidin en önemli sembollerinden biri olarak algılamaları ve bu anlayışla; azimet fıkhıyla uygulamaya koyulmaları gerekir. Başörtüsü mücadelesinin mağdurlarının Hazreti Hamza ile haşrolmalarını umuyor ve dua ediyorum.

İlahiyatçılar sınıfta kaldı

Çok az sayıda başörtüsü konusunda dik durabilen hocalarımızı saymazsak, o dönemde ilahiyatçılar derin bir suskunluğa girmişti. Hatta bir kısım modern ilahiyatçılar dünya sisteminin yedeğinde hareket ederek fıtrata aykırı uygulamayı; baş dâhil açılmayı savunmaktaydı. Bu anlayışın bir göstergesi olarak ülkemizin tamamında başörtüsü zulmü başlatıldığında ilahiyatçıların birçoğunun bilgiyi toplumun lehine olarak paylaşmak suretiyle direnç alanları oluşturmamaları, zulmün yaygınlaşmasını ve uzamasını sağlamıştı. Gerekli İslâmî tepkiyi vermemişlerdi.

Elbette bu masum insanların, bilenler (!) aleyhine hakları doğmuştur. Bu dünyada alamasalar bile ahirette onlardan haklarını isteyeceklerdir. Çünkü başörtüsü, bir dünya görüşünün hayata yansıması; dinin hayatın genişlik alanına bakışının tercihidir. Modern hayat tarzının dayatmalarına başkaldırıdır. Hayatı vahiyle anlamlandırmanın tezahürüdür. Bütünlük çerçevesinde İslâm’ın siyasi taraflarına da hakkıyla iman eden Müslümanlar için basit bir politik tercih olmayıp siyasal anlayışlarının elbette bir parçasıdır. Bu bakış tarzını kimsenin sorgulamaya ve yargılamaya hakkı yoktur. Örtünmeyi emreden ayet ve hadislere rağmen din temelli tercihleri hiçe sayan ve tesettürlü kimselere baskı yapanlar zalimdir. Bırakın bunu ifade etmeyi, bazı ilahiyatçılar başörtüsü zulmü yapanlara argüman üretmiştir.

Bir hatıra

Vaktiyle tefsir dersinden doktora yaparken, ders aldığım hocalardan birisi; “Tezini, başörtüsünün dinin bir emri olmadığı üzerine yap” demişti. Biz, başörtüsünün muhkem bir farz olduğunu ve Müslüman hanımların mutlaka örtünmeleri gerektiğini ifade edip böyle bir tez yapmamızın imkânsızlığını anlattık. Açıkça tavizsiz bir tesettür yanlısı olduğumuzu ifade ettik. Bunun üzerine tefsir hocası; “Ahzab Suresi’ndeki “nisa” kelimesinin evli hanım anlamına geldiğini, bekâr kızların örtünmesinin zorunlu olmadığını” söyledi.

Hâlbuki bu söylem çok kötü ve cahilce bir söylemdir. Arapçadan nasibi olanlar bilirler ki ayetteki “nisa” kelimesi tekrime içindir. Yüce Allah, evli ve bekâr ayırımı yapmaksızın bayanlara “nisa / hanımefendi” diye hitap etmektedir. Hanım kullarına verilen bir değerin ifadesidir. Dolayısıyla Türkçedeki kullanımına bağlı olarak kelimeden yanlış bir sonuç çıkarıp diğer ayetleri ve Allah Resulü’nün uygulamalarını görmemek ön kabullü bir yaklaşımdır. Zulmün önünü açmaktır. Çıplaklığı ve gelecekteki kültürel yozlaşmayı onaylamaktır. Bu yaklaşım Sünnet’i ve hadisleri delil almadığınızda varacağınız sapkınlıkla ilgili önemli bir örnektir.

İslam’ın bakışı

Şu olay İslâm’ın tesettüre bakışını en net biçimde ortaya koymaktadır: “Medine’de bir hanım, Kaynuka Oğulları çarşısına giderek bir şeyler satın almış ve bir kuyumcunun iş yerinde bir müddet (siparişi bitene kadar) beklemiştir. Kuyumcu, hanımın yüzünü (başka rivayetlerde eteğini arkasına iliştirerek bacaklarını) açmak istemiştir. Bunu gören bir Müslüman dayanamamış ve çıkan arbede de Yahudi’yi öldürmüş; Yahudiler de toplanıp Müslümanı öldürmüşler. Neticede Peygamber Efendimiz, Müslüman bir hanımın namus emniyetini ihlal eden Yahudileri bu hadise üzerine Medine’den sürgün etmiştir.” (İbni Hişam, es-Siyre, III / 10.)

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem döneminde yaşanan olay gösteriyor ki örtüye el kaldırmak bir gayrimüslim eylemi olarak başlamıştır. Müslümanların zayıflama süreçlerine bağlı zaman zaman da devam etmiştir. İstiklâl savaşının başlangıç yıllarında Kahramanmaraş’ta işgalci Hıristiyanlar da aynı şeyi yapmıştır. Sütçü İmam ve diğer ulema gerekli tepkiyi vermişler ve Müslüman hanımların namus emniyetlerini yok sayan haçlı kalıntıları ülkeden çıkarılmıştır. Sütçü İmam gibi mazlumdan ve namus emniyetinden yana tavır almak yerine, Allah’ın muhkem farzını inkâr etmek Müslümanca bir yaklaşım değildir.

İslâm’da her emrin hem inanç, hem de ibadet, muamelat ve ahlakla ilgisi vardır. Şöyle ki başörtüsünün muhkem bir farz olduğuna (Bkz. Nur 24 / 31; Ahzab 33/ 59.) iman etmek dindendir; asıldır. Bu ilahi emri uygulamak ve sevap ummak ibadettir. Bilinçle ve anlamını bilerek örtünenlerin hayatlarında olumlu değişimler olur ki bu da ahlakla alakalıdır. Anlatmak istediğimiz dinde; iman, ibadet, ahlak ve muamelat alanları birbirlerine girmiştir.

Not: Bu vesile ile 2021 yılında vefat eden, başörtüsü davasının mücadelesini ön saflarda veren Zekiye Yağmurcu kardeşime rahmet diliyor, bu mücadeleyi veren tüm kardeşlerimi hayırla yâd ediyorum.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.