Yunus Apaydın’ın konuşmasına eleştirilerim

Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus Apaydın’ın 14.10.2019 tarihinde Bursa’daki Kur’an Araştırmaları Vakfı’nda yaptığı 2 saat 11 dakikalık konuşmasının tamamını Youtube’dan izledim. “Fıkıh günümüze ne söylüyor” başlıklı konuşmasında talihsiz bir şekilde kendisini konuşmanın şehvetine kaptırdığını müşahede ettim.

Öncelikle konuşmasındaki ciddi yanlışları parantez içinde dakikasını da vererek naklettikten sonra, son bölümde de kendisine çok fazla haksızlık yapılmaması için bir hatırlatma yapacağım.

SUYUTİ KÜSTAH MI?

Yunus Apaydın konuşmasının 58. dakikasında şöyle diyor: “Thomas Bauer’in “Müphemlik Kültürü ve İslam” diye yeni çevrilen bir eseri var. Suyuti’den şöyle bahsediyor; küstah bir âlim diyor, az bile söylemiş. Bu aramızda kalsın da… Suyuti çok abartılan bir şey. Yani ilmi şeysi o kadar güçlü değil.” (Dk 58)

Ardından da Kemalpaşaza’denin 10 Suyuti edeceğini söylüyor. Ardından dinleyicilerden birisi “Suyuti de proje mi?” diye soruyor. Cevap olarak “Bu Ehl-i Hadis’in projesi” diyor. (Dk. 60)

Bir akademisyenin tabi ki âlimleri eleştirmeye ve onlar hakkında fikirlerini söylemeye hakkı vardır. O halde bizim de kendisini eleştirmeye hakkımız var. Bir âlimi sevmeyebilirler, onun görüşlerini de benimsemeyebilirler. Ancak hala eserlerinden istifade ettiğimiz İmam Suyuti Hazretleri –Allah onu rahmetine gark etsin- gibi büyük bir âlimi “küstah” olarak nitelendirmek, ya da bunu da az bulmak, onu “proje” olarak yaftalamak son derece yanlış, yakışıksız ve yaralayıcıdır. Bunu asla kabul etmiyoruz. (Niye bu yazıyı yazdığımı merak edenler için de ifade edeyim. Bu ifadeleri vicdanım kabul etmiyor.)

EHL-İ HADİS’İ DIŞLIYOR

Maalesef günümüz ilahiyatçıları tarafından yeni bir ayrışma olarak ele alınan Ehl-i Hadis ve Ehl-i Rey konusunu Yunus Apaydın, İslam düşüncesinin bir zenginliği olarak değil de Ehl-i Hadis’i dışlayacak şekilde ele alıyor. Şöyle söylüyor:

“Ebu Hanife reycidir, Malik büyük ölçüde reycidir. Fakat ondan sonra gelenler bu reyin alanını daraltmak için uğraşmışlardır. Şafii, Ahmet bin Hanbel, Davut El Zahiri çok ilginç bir şekilde hakikaten de epeyce bir taraftar bulmuşlardır. Hatırı sayılır bir sürü adam bunların peşinden gitmiştir. ” (Dk. 51)

Dört mezhepten biri olan Hanbelilik hakkında şöyle diyor: “Hanbelilik diye bir mezhep var mı yok mu tartışılır.” (Dk. 52)

“Ehl-i Hadis zihniyetinin tahakkümü altındayız.” (Dk. 69) diyen Apaydın, Ehl-i Hadis’i de şu şekilde tarif ediyor: “Arap kültürüne abanan ve kendini dışarıya mümkün olduğunca kapatan bir zihniyettir. (Dk.55)

“Şafii’nin meşhur bir sözü var, hepiniz biliyorsunuz. İşi batıran söz olmuştur hocam, işi batıran… ‘Hadis sahihse benim mezhebim odur.’ Ehl-i Hadis zihniyetinin tanınması için bu söz yeterlidir: (63.dk)

Herkesin düşüncesi kendisine güzeldir, lakin biz Ehl-i Hadis’i dışlayan bu söylemi asla kabul etmiyoruz. Gerek Ehl-i Hadis olsun, gerekse Ehl-i Rey olsun birbirlerinden farklı yaklaşımı olan iki kıymetli ekoldür. Tarih boyunca birileri kendi günahlarını bu ekollere yüklemiş ve yüklemeye de devam etmektedir. İlimde ilerleyemeyen, düşüncede geri kalan, medeniyetini ihya edemeyen; kendi günahını Ehl-i Hadis’in üstüne atmıştır.

Maalesef birçok hocamız, Eşari ve Matüridi ayrımı fitnesine kapılmış, birçokları da Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadis’i birer kalıp olarak ele almış ve herkesi bu kalıplara sokarak dini düşünceyi yorumlamıştır. Netice de Ebu Hanife asabiyeti gibi bir kısım asabiyetler ortaya çıkmıştır.

Bizim düşüncemiz burada şudur: Ehl-i Hadis ve Ehl-i Rey her ikisi de birbirini dengeleyen iki ekol ve her ikisi de bu cihetle Allah’ın birer lütfudur. Bu ikisinin bir lütuf olarak anlaşılması nas ve akıl dengesinin kurulmasında ümmet aklı için büyük rahmettir.

Bunu “rahmet” olarak algılamayanlar, İmam Şafii ya da Ahmed Bin Hanbel’in akla/reye önem vermediğini söyleyebilirler. Bunun hakikatle hiçbir ilgisi yoktur. Ebu Hanife de nasları bırakıp da kendi reyi ile hareket etmiş değildir.

MARUF KAVRAMI İSLAM’DAN AYRI MIDIR?

Yunus Apaydın’ın “maruf” kavramına dair şu sözünü duyduğunda bunun insanı çok yanlış çıkarımlara götürebileceğini düşündüm. Diyor ki: “Dışarıdan bakanların -dışardan bakan deyince Müslüman olması gerekmez, kim bakarsa baksın- iyi doğru güzel ve adil bulduğu şey maruftur.” (Dk. 54)

Bu yanlış tanımın insanı nerelere götürdüğünü görmek için Yunus Apaydın’ın şu sözlerini okuyalım:

“Diyanete bir şey teklif ettim, aynı şeyi meclis için de düşünüyorum. Mesela bu nafaka meselesi tartışılıyor. Ayet hadis, İslam mislam konuşmayacağız. Marufun içine adaleti de koyun. Yani nasıl bir çözüm olsa uygun olur. Yani insanlar evleniyorlar, boşanıyorlar, normal bir şey, hayatın içinde olabilir. Ne ölçüde ne zamana kadar nafaka hükümlülüğüne tabi tutalım. Bunu oturalım konuşalım hocam. Bunun için bizim ayete ve hadise ihtiyacımız yok. Vicdana, insafa, sağduyuya ve toplum gerçeklerini bilmeye ihtiyacımız var.” (1saat 35 dk.)

Bu sözlere bakılırsa “maruf” denilen kavram ayrı bir fıkıh, ama bu fıkhın içinde ayet hadis yok. Bu cümleler benim için bir hayal kırıklığı mahiyeti taşıyor. Nafaka konusunu konuşmak için ayet ve hadise ihtiyacımız yokmuş. Hadi bir cümle alsak, cımbızla çekip almış diyebilirsiniz, ama paragrafı olduğu gibi naklettim size.

Bakınız “maruf” kavramını konuşurken Müslüman olmayanların güzel gördüğü şeyleri de buna dâhil edersek, inanılmaz yanlışlara düşeriz. Müslümanlara “evrensel” diye yutturdukları batılıların güzel gördüğü bir sürü şey var mesela. Maruf örf değildir, doğru. Ancak örfün de müspet olanını içine alan, Müslümanların güzel gördüğü şeydir. Müslümanların güzel gördüğü şeyi Müslüman olmayanların güzel görmesi veya çirkin görmesi bir anlam ifade etmez.

GARİP SÖZLER

Yunus Apaydın’ın bu uzun konuşmasında garibime giden bir sözü de şu olmuştur: “Ulemanın fukahanın zamanında itibar etmediği bir hadisi bulup onun üzerine hüküm bina etmek. Çöp karıştırıp çöpten bulduğu malzeme ile yemek yapmak gibidir.“ (2saat 11.dk)

Bu sözün neresinden tutmalı, hadisten bahsediliyor, aynı cümlede çöpten bir şey bulmaktan bahsediliyor. Efendimiz sallellahü aleyhi ve sellem ahir zamanı düşünerek de bazı hadisler söylemiş olamaz mı? Onlar bugün için belki daha fazla anlamlıdır? Bunları bulduğumuz zaman çöp mü karıştırmış oluyoruz. Hadis bulmaktan bahsedip, ardından bu cümleyi kullanmak çok garibime gitti doğrusu. Bu sözde bir de çelişki var. Adam ulema olacak, fukaha olacak hadis görüp de itibar etmeyecek? Benim kafam bunu almıyor.

Maalesef konuşmanın en üzücü cümlesi ise şu oldu: “Kendi zaten perişan vaziyette kaçacak yer arıyor. Aha siyerci hocam burada. Medine’ye sığındı.” (1 saat 25. Dk) Kimden bahsediyor. Alemlerin Fahri aleyhis selatü ve selam Efendimiz’den bahsediyor. Doğrusunu söyleyelim, Efendimiz kaçacak yer aramamıştır, Hicret izni gelince o şerefli vazifeyi ifa ederek hicret etmiştir.

PEYGAMBERLER ANILIRKEN

İki saat 10 dakikalık bu konuşmada Peygamber isimleri anılırken “Hazreti” veya “aleyhis selam” gibi ifadeler hiç kullanılmadı. Örneğin Adem ve Nuh denildi. (Dk. 22.40) Bir yerde “Hazreti Muhammed” ifadesi kullanıldı ancak salevat hiçbir yerde kullanılmadı. Sahabenin büyükleri de yine “radıyellahü anh” gibi tazim ifadeleri olmadan “Ebubekir, Ömer, Osman, Ali” (Dk. 46.30) diyerek sadece isimleri ile zikredildi. Yine ulemanın isimleri de kuru kuruya zikredildi. Ebu Haniffe, Malik denildi. (Dk. 51 10)

Biliyorsunuz bu büyük zatların ismi anılırken, Müslümanların takındığı çok güzel edep örnekleri vardır kültürümüzde. Bendeniz acizane konuşmadaki büyük hataların ana sebebinin bu edeplere riayet edilmemesinin konuşmaya yansıyan bereketsizliği olarak değerlendiriyorum. Keşke onlarca ilahiyat talebesinin dinlediği bu söyleşide, bu konuda onlara daha güzel örnek olunsaydı.

GENEL DEĞERLENDİRME

İnsanların değerlendirmesi mühim değildir. Mevla’nın değerlendirmesi önemlidir. Eğer konuşmacının kendisi bu sözlerinden memnunsa, kendi görüşlerini savunmaya devam etsin. Yok, eğer konuşmanın şehvetine kapıldığını düşünüyorsa, yine kendisi bu durumu takdir etsin. Bu yazıda delilsiz mesnetsiz hiçbir kelime kullanmadım. Eleştiri hakkımı kullandım. Kendisi de cevap hakkını kullanabilir elbette.

Tanımayanlar için Prof. Dr. Yunus Apaydın hakkında kendi kanaatimi de söylemek istiyorum. Neo selefiliğe karşı “geleneği” ön plana çıkarması, direk Kur’an’a ve Sünnet’e gitmek yerine mezheplerin görüşüne itibar etmeyi önermesi gibi söylemleri kendisinin modernist bir ilahiyatçı olmadığını göstermektedir. Konuşmasında “mezhepler üstü” ifadesine şiddetle karşı çıkması, Ehli Sünnet kavramını benimsemesi ve daha birçok orijinal tespitlerinin olması, aynı zamanda akademik camiada birçok faydalı eserinden istifade ediliyor olması, Yunus Apaydın’ın tabi ki bir değer olduğunu göstermektedir.

Biz bu yazıda Prof. Dr. Yunus Apaydın’ın sadece bu konulardaki yaklaşımını beğenmediğimizi ifade ediyor, kendimizce doğru olanı ortaya koyuyor, bunun haricinde asla bir engizisyon mahkemesi ile kendisini yargılamak gibi bir niyetimizin olmadığını ifade ediyorum. Müslümanlar birbirlerine Hakkı hatırlatmalı ve birbirlerini uyarmalıdır. Önem verdiğim böylesi bir isimden bunları duymanın hayal kırıklığı ile bu yazıyı yazmış bulundum. Mevla en doğrusunu bilir.

Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.