Talebelerinin dilinden Mahmut Bayram hoca

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü 18 Şubat 2012 Cumartesi günü çok hayırlı bir hizmete imza attı. “Allah” demenin yasak olduğu dönemlerde İmam Hatip liselerinde hocalık yapan ve talebelerinin birer hizmet adamı olarak yetişmesinde büyük katkısı olan Merhum Mahmut Bayram Hoca’yı geniş katılımlı bir anma toplantısı ile yâd etti. Prof. Dr. İsmail Kara’nın sunumunu yaptığı programda Prof. Dr. Mahmut Kaya ve Dr. Nedim Urhan hocaların konuşmalarını dinledim.

İmam Hatiplerin ruhunu kaybettiği, İmam Hatip aşkı denilen mefhumun ortadan kaybolduğu böyle bir dönemde bu programın yapılması son derece manidardı. Fedakâr bir öğretmen nasıl olurmuş; bu anma toplantısında bunun en güzel örneğini görmüş olduk. Allah için yapılan hiçbir fedakârlığı Allah’ın unutturmadığı hakikatini de yine bu anma vesilesi ile bir kez daha idrak ettik.

Ali Emiri Kültür Merkezi hıncahınç doluydu. Doğrusunu isterseniz şöyle salondakilere bir göz gezdirince bu kadar çok güzel simayı bir arada gördüğüme sevindim. Bu da gösteriyor ki merhum Mahmut Bayram Hoca arkasında çok güzel tesirler bırakmış. Çünkü bu dinleyicilerin hepsi duygulu, durgun ve dingin bir halet-i ruhiye içeresinde programı dinliyorlardı. Dinleyicilerin halim selim nezih insanlar olduğunu zannediyorum.

Okula yazdırdı

İlk olarak Dr. Nedim Urhan Hocamızın konuşmasını istifadenize sunuyorum. Hocamız sözlerine şöyle başladı: “Mahmut Bayram Hocayı İmam Hatip liselerinin ilk açılmaya başladığı yıllarda tanıdım. O zaman bendeniz delikli 2,5 kuruş bilet parası bulamayacak kadar ihtiyaç sahibi bir kardeşinizdim. Gazetede beş tane İmam Hatip Okulu açıldığını okumuş ve İstanbul’daki İmam Hatip’e kaydımı yaptırmak istemiştim. İçimde bir imam Hatip aşkı oluşmuştu. Fakat imkânsızlıklardan dolayı kayıt döneminde gidememiş, okullar açıldıktan bir buçuk ay sonra kayıt yaptırmak için İstanbul İmam Hatip okuluna gitmiştim.

Babamın izni yoktu, Kur’an kursundan kaçmış gelmiştim. İlk olarak İstanbul İmam Hatip Lisesi müdürü Celaleddin Ökten Hocamızın yanına geldim. Ancak üzerimde öyle bir elbise vardı ki Rus kabanı gibiydi; görüldüğünde şüpheleniliyordu. Fakirlikten dolayı onu giymiştim. Bu kıyafetimden dolayı bir buçuk ay geç geldiğimden dolayı Celaleddin Hocamız beni okula almak istemedi. Bir netice alamayacağımı anlayınca odasından dışarı çıktım. Artvin’den gelmiş amacıma ulaşamamıştım.

Kapıdan çıkınca bir öğretmen gözlerimden yaş aktığını gördü, -eğitimci olduğunu bu tavrıyla gösterdi- ‘Ne istiyorsun yavrum’ dedi. ‘Burada okumak istiyorum, almıyorlar beni’ diye sert bir şekilde cevap verdim. Sonradan öğrendim ki bu öğretmen, Mahmut Bayram Hoca’ymış. O sırada Raşid Bağursak Hoca da yanımıza geldi. Sonra Müdür Beyin odasına birlikte girdiler. Çıkınca bana; ‘Oğlum hiç merak etme biz seni bu okula aldıracağız’ dediler.”

Benimle ilgilendi

Bu cümlenin dünyasını değiştirdiğini ifade eden Nedim Urhan Hoca sözlerine şöyle devam etti: “İmam Hatip Okulu’na kaydoldum ama diğer öğrenciler nasara yensuruyu çekmeye başlamışlar, emsileyi yarı etmişler, ben ise yeni gelmişim; Arapça okuma yok, yazma yok. Eğitimci olmanın bir vasfı da öğrencilerin üzerine tek tek eğilmektir. Elimi tutarak bana ‘Allah’ lafzını yazdıran hoca olarak tanıyorum Mahmut Bayram Hoca’yı.

Sonra beni hat konusunda çok iyi olan Mehmet Hoca’ya götürdü ve ona; ‘Bu çocuğa yazıyı öğretmeden sakın bırakma’ dedi.” O dönemleri anlatırken Mehmed Akif’in; “Asım’ın nesli, diyordum ya, nesilmiş gerçek:/ İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek” ifadesinin İmam Hatip okullarının iç bünyesinde mevcut olduğunu söyleyen Nedim Urhan Hoca sözlerine şöyle devam etti: “Bu okullar hayati bir önem taşıyordu. Ben ikinci sınıfa geçtiğimde sınıf temsilcisi oldum. Mahmut Bayram Hocam derse gelir iki elini masanın üzerine kor ve şöyle derdi: ‘İçimizde İmam Hatip okullarını doğmadan boğmak isteyenler var. Allah’ın izni ile size güveniyorum. İmam Hatip okullarının yüzü sizinle gülecek.’ Bu sözü benim hâlâ kulaklarımda çınlar.”

Merhum hocasının üzerindeki emeklerini saymakla bitiremeyeceğini söyleyen Nedim Hoca şunları söyledi: “Vasiyetimde yazdım, öldükten sonra eğer bana hatim okuyacak, dua edecek varsa, Mahmut Bayram Hocamın da ruhuna okusun, göndersin. Niye? Çünkü o benim İmam Hatip’e kaydolmama ve orada okumama vesile olan hocaydı. O dönemde bizim hem maddi hem mânevî her türlü ihtiyacımızı temin etti. Bize evinde yemek yedirir, eliyle bizi tekrar yurda kadar getirirdi. Yurt müdürüne de; ‘Bu çocuklar önce Allah’a sonra size emanet der’ ayrılırdı. Mehmet Ödemiş Bey’le beraber Kızılminare’de akşamla yatsı arası ders okutur, namazı kıldırırdı. Bu fedakârlığı yapan ne kadar çok insan çoğalırsa, İslam dini, Kur‘an daha ileriye gider, bugünkü gibi kalmaz uygulanma safhasına doğru gider. Bu fedakârlığı yapamadıktan sonra eğitimcinin eğitimci olduğunun ispatı pek kolay değil.”

Çok cömertti

Bir gün Hocasının kendisini çağırıp; “Bundan sonra hiçbir kimseye başın ağrısa da söylemeyeceksin. Gelip beni bulacaksın. Ben ya Kızılminare’deyim ya da burada dersteyim” dediğini nakleden Nedim Hoca sözlerine şöyle devam etti: “İşte biz öyle bir feragat sahibi bir muhterem hocanın tedrisinden geçtik. Herkese kendi kabiliyetine göre hitap ederdi. İnsanların üzerinde hep olumlu bir tesir bırakırdı. Onları olumsuz düşüncelere sevk edecek her türlü tavırdan kaçınırdı.

Okuduğu hutbeleri ya iki ayet ya da hadis-i şerif olurdu. O ayetleri de cemaate ezberlettirirdi. ‘Ben sizin hocanızım, bir dahaki hafta size sorarım’ derdi. Mahmut Hocamızla iletişim kurarken; ‘Hocam nasılsınız’ dediğimiz zaman; ‘Çelük gibiyim’ derdi. Bununla şöyle bir mesaj vermek istiyordu. Yılmak yıkılmak yok, pes etmek yok, umutsuzluk yok, Allah için güçlü olmak var… Herkese ‘abi’ diye hitap ederdi. Bize de ‘abi’ derdi. Küçüğe abi demek iletişim açısından neyi ifade eder? O insanların kalbine girme metodunu böyle bulmuş. Abi… Kimseye elini öptürmez, küçük çocukların elini öperdi. Hocam niye böyle? ‘El öpmeyi öğrensin’ derdi.”

Rahmetlinin latifelerine de değinen Nedim Hoca şunları anlattı: “Orhan Baş kardeşimiz var, feragat sahibi bir insan. Onunla bir antlaşma yaptık, Mahmut Bayram Hoca’ya nasıl daha iyi hizmet edeceğimize dair. Osman kardeşim bana; ‘Sizin evin üstündeki evi hocamıza alalım, böylece daha güzel hizmet ederiz’ dedi. Sonra evi aldık, Hoca’ya dedik ki; ‘Hocam bir emriniz varsa size hizmet etmekten şeref duyarız’ Hoca bize dedi ki; ‘Sizin gibilerin hizmetine muhtaç değilim. Sizin kırk koyununuz var mı bana verecek? O zaman seni mürid alırım.’ Böyle latife yapardı.”

“Kimseden tek kuruşluk bir fayda sağladığını görmedim. Onun gibi cömert birine daha rastlamadım” diyen Nedim Hoca son olarak bir hatırasını daha anlattı: “Çankırılı Ahmet diye bir arkadaşımla Şehremini’nde yürüyorduk. Arkamızdan Mahmut Bayram Hoca geldi; ‘Ceplerinizi boşaltın bakalım kaç paranız var?’ dedi. Ceplerimizi çıkarttık tek kuruş yok. Mahmut Bayram Hocam pantolonunun iki cebini de boşalttı, ne varsa Allah rızası için cebinde para bırakmamak suretiyle paralarının yarısını ona yarısını bana verdi ve ‘Bununla rahatça hareket edin, sakın kimseye muhtaç olmayın’ dedi. İşte böyle fedakâr ve cömert bir hocamızdı. Allah rahmetiyle muamele eylesin.”

Nev-i şahsına münhasır

Nedim Urhan Hoca’nın konuşmasından sonra Ali Emiri Kültür Merkezi’ndeki anma toplantısının oturum başkanlığını yapan Prof. Dr. İsmail Kara Hoca, Prof. Dr. Mahmut Kaya Hoca’yı şu cümlelerle sundu: “Mahmut Kaya Hocamız, Mahmut Bayram Hocamızın yakınında oturmuş ve onun ilminden istifade etmiş bir hocamızdır. Mahmut Kaya Hocamız; ‘İlim Fatih’tedir Aksaray’a inmez’ fehvasınca ömrünü Fatih’te Hırka-i Şerif Camii civarında geçirdi. Dolasıyla hem Mahmut Bayram Hocayı hem de o civardaki diğer hocalarımızı çok yakından tanıyan ve onlardan okuyan bir hocamız, bir büyüğümüz. Kendisinden bugün merhum Mahmut Bayram Hocamızı dinleyeceğiz.”

Besmele, hamdele ve salveleyle konuşmasına başlayan Prof. Dr. Mahmut Kaya Hoca, Mahmut Bayram Hoca’yı tanıyabilmek için önce onun hocası Hüsrev Hoca’yı tanımak gerektiğini ifade etti ve şöyle bir konuşma yaptı: “Mahmut Bayram Hocamızı ve diğer talebelerini aktif hale getiren ve birer mücahid olmalarını sağlayan zat Hüsrev Hoca idi. Ben Hüsrev Hoca’ya yetişemedim, vefatından iki sene sonra İstanbul’a geldim. Merhum Salih Şeref Hocamızı Fatih Camii’nin minberinin sağ tarafında gördüm. Hüsrev Hoca’nın okuttuğu kitapları okutuyordu. Yıllar yılı Hadis ve Siyer okuttu. Bu çok güzel bir gelenekti. Kürsü vaizi derlerdi bunlara. Yani bildiğimiz kürsülere çıkıp da umumi sohbet değil de özel öğrencilere ders takibi veya kitap takibi yapan hocalardı.

Hüsrev Hoca, Cumhuriyet dönemi inkılaplarından sonra inzivaya çekilmemiş, bildiklerini insanlara anlatmaya devam eden, ders okutan kabına sığmaz bir şahsiyet. Nev’i şahsına münhasır bir anlayışı var. Selefi bir anlayışı var. Menkıbe Müslümanlığına pabuç bırakmayan, İslam’ı özünden anlamış ve onu anlatmaya çalışan ve bunun için mücadele veren bir insan.”

Bendeniz sıkı bir menkıbeci kardeşiniz olarak buraya bir not düşmek istiyorum. Menkıbelerin hepsi uçuk kaçık şeyler değildir. Birçok tasavvufi menkıbeler vardır ki çok güzel ahlak esaslarını en güzel bir şekilde işlerler. İnsanlar küçük kıssa, menkıbe ve hikayeciklerle en zor meseleleri daha kolay kavrarlar. Dolayısıyla bir öğretmen olarak buradaki ‘menkıbeci Müslümanlar’ ifadesine itirazımı ifade etmek istedim.

Hüsrev hocanın talebesiydi

Şimdi muhterem Hocamızın sözlerini sizlere aktarmaya devam ediyorum: “Fatih Camii’nin cemaati İslam’ı çok iyi biliyordu” diyen Hocamız sözlerine şöyle devam etti: “Belki cami imamlarımızdan da daha iyi biliyorlardı. Çünkü Hüsrev Hoca’nın derslerine katılıyorlardı. Bu da gösteriyor ki yaygın eğitim bu kadar çok insana tesir edebiliyor.

Onun talebeleri, Mahmut Hoca olsun, Sadık Hoca olsun, Abdulhalim Akgül Hoca olsun; bunların hepsi hocalarından devraldıkları, ihlası, o samimiyeti aynen devam ettirerek hep talebe okuttular, hep kendilerini İslam’a adadılar. Hiçbirisi sıradan birer imam olmadı. Sahabe gibi, aşk derecesinde bir imanları vardı. Kur’an’ı dolu dolu yaşadılar ve bulundukları çevrede insanlara onu doğru aktardılar, insanları yetiştirdiler, yönlendirdiler ve onlara feyiz saçtılar.

Ben Hüsrev Hoca’nın talebelerinden Sadık Hoca’yı da tanımak için Akdağmadeni’ne gittim. Orada kendisin bir ‘okul’ olduğunu gördüm. Hani şimdilerde ‘ekol’ diyorlar ya, hakikaten bu Hüsrev Efendi ekolü ürünlerini vermiş, her bir yana yayılmıştı. Hüsrev Efendi cıva gibi bir insan, ele avuca sığmaz, onun tek bir düşüncesi var; İslam’a hizmet etmek, Müslüman toplumu bulunduğu durumdan daha iyi bir konuma getirmek, daha bilgili, daha aktif ve İslam’ı aile hayatında ve toplum hayatında yaşanması için gayret gösteren bir nesil yetiştirmek. Arapça bir atasözünde: ‘Kişilerin samimiyeti ve gayreti dağları yerinden söker’ denilir. Büyük olumsuzlukların yaşandığı o dönemde gece gündüz talebe okuttular.”

Sıradan biri değildi

Mahmut Kaya sözlerine Merhum Mahmut Bayram Hoca’nın farklı bir yönüne değinerek devam etti: “Mahmut Hoca sıradan bir insan değildi. ‘Benim’ diyen allamenin yapamayacağı o kadar çok şey başarmıştı ki. Fevkalade mütevazı idi. Dünyanın arkasına tekmeyi vurmuştu, hiç umurunda değildi. Tek hedefi vardı. Sahabe-i Güzin Efendilerimiz tarzında kendisini İslam’a adamış nesiller yetiştirmekti. Hutbeleri birer formaliteyi yerine getirme kabilinden birer hutbe değildi. Hutbelere özel hazırlanırdı. Nasıl olsa ‘Ne söylesem bunlar dinler’ diye düşünmezdi. Çok önem verirdi. Ve hutbe esnasında cemaatini hep uyanık tutardı.

Talebelerinin ve dostlarının evlerinde yaz kış kitap okurdu. Nuru’l İzah, Sünen-i Tırmızi, Ali Nasıf’ın telif ettiği hadis külliyatını okutur, İmam-ı Nevevi’nin Riyazus Salihin’i okuturdu. Senelerce devam ederdi. Ayrıca üniversiteye giden gençlerle de sohbet halkaları olurdu. Toplumsal gelişmeleri, dünyanın gidişatını, İslam’ın meselelerini tartışırlardı. Hem verir hem onlardan alırdı.”

“Mahmut Bayram Hoca’nın fedakârlığı dillere destandı” diyen Mahmut Kaya bununla ilgili bir hatırasını anlattı: “Gençliğimde Fatih’te bir mescidde imam oldum. O zamanlar o civar bahçelerle doluydu. Bahçelerde çalışanlar için bir bağ mescidi olarak yapılmış bir yerdi. Suyu yok, tuvaleti yok, öyle bir yere beni imam tayin etmişlerdi. Orada göreve başladım. Su getirdik bir yerden, tuvaletini inşa ettik, bir de benim kalmam için iki göz bir yer yaptık. Ama ne altının ne üstünün tahtası vardı, üstü açık öylece kalmıştı. Mahmut Bayram Hocam; ‘Adaşım nasılsın, bir ihtiyacın var mı?’ diye hep sorardı.

Durumu ona anlattım; ‘Böyle böyle çatım yok’ dedim. Ertesi gün sabah namazından sonra bir baktım Hoca sırtında tahtalarla yanımıza geldi. ‘Diğer tahtalar da at arabasıyla geliyor’ dedi. Arabadan arta kalanları sırtına yüklenmiş, Aksaray’dan buraya kadar sırtında getirmişti. Gözlerim yaşardı. O iman aşk derecesinde olmazsa bu yapılmaz, bu sıradan bir insanın yapabileceği bir şey değil.”

Özel fikirleri vardı

“Mahmut Bayram Hocanın çok özel fikirleri vardı. İslam’dan asla taviz vermezdi” diyen Kaya, sözlerine şöyle devam etti: “Biliyorsunuz bir halk Müslümanlığı var; daha çok menkıbeye dayanır. Ne yapsın onun seviyesi o kadar, anlatılan şey bir menkıbe şeklinde olursa, kerametlerle süslenirse ona kulak veriyor. Yoksa İslam’ın bütün boyutlarıyla, bir sistem halinde yaşanmasına talip değil. O kerametler o menkıbeler ona yetiyor. Ama mesele o değil ki. İslam bir sistem olarak yaşanırsa bir anlam ifade eder.

Ferdi İslam da olur eyvallah ama İslam’da toplum fertten önemlidir. Çünkü ferdi yetiştirecek ve onu koruyacak olan onun yapısıdır. Mahmut Bayram Hocam sistem konusundaki düşüncelerini benimle paylaşırdı. Bana; ‘Bu konuları kimselere anlatamıyorum, bunları konuşacak çok az kimseler var. Bunları cemaate anlatsam cenazem ortada kalır, kimse cenazemi kılmaz.’ derdi. Gerçekten de o dönemde halkın kafasına şu veya bu şekilde yerleştirilmiş bidat ve hurafeleri eleştirdiğiniz zaman size mülhid gözüyle bakarlardı.”

Konuşulanlardan anladığım kadarı ile Mahmut Bayram Hoca laf boyutunda değil amel boyutunda yaşayan örnek bir Müslümandır. Mahmut Kaya onun bu yönüne şöyle değindi: “Bugün Türkiye’de Müftü, imam, vaiz, ilahiyat hocası, din öğretmeni; bunlar yüz bini geçti. O müftü efendiler, o imamlar, hepsi Mahmut Bayram Hoca gibi olsalar yemin ediyorum Türkiye’de çok önemli mesafeler kat ederiz. Maalesef müftü efendilerin birçoğu kendilerini bir bürokrat gibi görüyorlar. Bir daire amiri gibi. İmamlarla ve müezzinlerle son derece mesafeli, grantuvalet giyiniyor, sakal filan yok zaten, bazılarında bıyık bile yok!

Sonra nesin? Müftü efendi. Ne fetva soran var ne fetva veren var; neyin müftüsü. Hâlbuki böyle olmaz. Müftüler bulundukları yerde birer Hocaefendi olmalı, imamlarla kaynaşmalı, onlarla işbirliği yapmalı, toplumu kucaklamalı, bulundukları yerde iman nazarından toplumu bir yerden alıp belli bir seviyeye getirmeli. Mahmut Hocamızın yöntemleri uygulanırsa çok önemli bir ilerleme kaydedilir.”

Bu güzel programa katılmayı nasip ettiği için Cenab-ı Allah’a hamd ediyorum. Şayet bu programa katılmamış olsaydım belki de merhum Mahmut Bayram Hoca gibi abide bir şahsiyeti hiç tanımamış olacaktım. İnşallah ben de bu kayıtları yazıya dökerek başkalarının da onu tanımasına vesile olmuşumdur. Fedakârlık ve ihlası meczeden bu güzel şahsiyete rahmet olsun. İrfan yolculuğumuza inşallah Sultan Ahmet’te devam edeceğiz.

Kaynak: Aydın Başar, İrfan Yolculuğu, 116- 123

Aydın Başar

İrfanDunyamiz.com

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Yüz yüze iletişimde on altın kural…

Yüz yüze iletişim; doğrudan, aracısız bir iletişimdir. Bu iletişim iki kişi arasında olabileceği gibi, bir …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.