Çocukken gözüm gibi baktığım namaz hocalarım, tam dua kitaplarım ve küçük dini kitaplarım olurdu. Sûre ve duaları, temel dini bilgileri, Efendimiz’in hayatını, derinden derine hürmet beslediğim, kapaklarına anlamlar yüklediğim bu kitaplardan öğrenirdim.
Yıllar sonra, on yaşlarında bir öğrencimi, büyüklüklerine göre özenle sıraladığı bu tür kitapları şeffaf bir poşetin içine yerleştirirken görünce o günlere geri döndüm. Belki de gönül aynamıza yani fıtratımıza doğru bir yönelişti bu.
Öğrencim öyle bir masumiyet ve saygı duygusuyla bu küçük kitaplara bakıyordu ki, onun bu hallerinden ve gözlerindeki ışıltılardan kendime umutlar devşirdim. “Bismillah” diyerek yemeğe başlayan yahut abdest alıp kolları ıslanan bir çocuk gördüğümde de benzer duygular yaşardım.
Övücü kelimeler
Önce en küçük boyunu aldığım sonra para biriktirip orta boyunu ve büyük boyunu aldığım namaz hocalarının yanında bir de Sevgililer Sevgilisi’nin hayatını anlatan küçük kitaplar olurdu. Bu kitaplarda Kainat’ın İncisi’den bahsedilirken, öyle kuru kuruya ismi zikredilmez, mutlaka ecdadımızdan beri kullanılagelen Fahr-i Alem, Fahr-i Cihan, Sultan-ı Enbiya gibi onu övücü sıfatlarla birlikte zikredilirdi.
Bugün birçok güzelliğe veda ettiğimiz gibi bu kelimelere de veda ettik. Bu güzel kelimeleri kullanmak, çocuklarımıza, gençlerimize tavsiye etmek bizim elimizde. En azından yazdığımız yazılarda, çıkardığımız kitap ve dergilerde bunları kullanabiliriz. Allah’ın izni ile o zaman bu güzel gelenek yeniden yaygınlaşacaktır.
Bu kitaplarda bir de genellikle “Kur’an” değil “Kur’an-ı Kerim”, “Hadis” değil “Hadis-i Şerif”, “Ayet” değil “Ayet-i Kerime” ifadeleri tercih edilirdi. Bunları kullanmak da bir Osmanlı inceliğiydi. Bunu ifade ederken öbür türlüsünü kullanmanın caiz olmadığını da söylemiyoruz elbette.
Medine esintisi
Fahr-i Alem Efendimiz’den bahseden bu küçük kitapları okuduğumda, bana yaptığı çağrışımı belki o günlerde ifade edemeyebilirdim ancak bugün bu çağrışımın Yunus Emre‘nin; “Canım kurban olsun senin yoluna/ Adı güzel kendi güzel Muhammed” (Sallellahü aleyhi ve sellem) mısralarından başka bir şey olmadığını söyleyebilirim. Bu kitapların kapaklarına bile baktığımda, bir tür mutluluk haliyle kanımın ılık ılık deveran ettiğini hatırlıyorum.
İşte Gönül Ustası ile ilk tanışmam bu kitaplar vesilesi ile oldu. Yıllar sonra bu güzel kitapların yazarı ile tanışacağım ve onun sohbetlerine katılacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Abarttığımı zannetmeyin; bir gün o kitaplardan birisini elime aldığımı ve “bu yazarın ne kadar cana yakın bir ismi var” diye düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum. Bazı isimlerin bir Allah vergisi olarak böyle sımsıcak olduğunu düşünürüm. Tıpkı ismini duyunca ferahladığım M. Yaşar Kandemir Hocamızın ismi gibi…
Sevgili Okuyucu! Tabiri caizse Mekke, Kur’an-ı Kerim’in inzal olmaya başladığı vahyin merkezi, Medine ise toplumsal hayatta sünnetin açıktan örneklik ettiği, İslam’ın pratiğinin birçok boyutuyla hayat bulduğu sünnetin merkezidir. Dolayısıyla bizi Mekke ve Medine iklimine taşıyan her isim ve her sembol bizim için kıymetlidir.
Bizi Efendiler Efendisiyle ve onun âliyle eshabıyla tanıştıran, bize ensar ve muhacirden esintiler sunan âlimlerimizi ne kadar övsek de azdır. İnşallah bizler de onların bize sunduğu bu güzel rayihalardan nasipsiz kalmayız. Hocalarımızı, âlimlerimizi tanıyanlardan ve onların ayak izlerini edeple takip edenlerden oluruz.
Burada bir Hadis-i Şerif alimi olan Gönül Ustası’nı yani M. Yaşar Kandemir Hocamızı haddimiz olmadığı halde anlatmaya çalışmamızın sebebi de budur. Duamız odur ki futbolcu ve şarkıcı isimlerinin kolaylıkla öğrenildiği böyle bir dönemde, onun ismini duymayan, kitaplarını okumayan bir kardeşimiz bile kalmasın.
Bizim asıl yurdumuz
Şeffaf poşetteki kitaplardan sonra, Gönül Ustası’nın ikinci kez gönül telimi titretmesi de yine bir ders esnasında oldu. İki küçük kız öğrencimiz bir şiir bulduklarını ve onu bestelediklerini söylediler. Tahtaya çıkıp hünerlerini sergilediler. Okudukları ilahinin sözleri şöyleydi: “Gülleri hiç solmayan/ Kokusu kaybolmayan/ İnsanları ölmeyen/ Bir ülke yok mu anne?/ Bizim asıl yurdumuz/ Cennetimiz var kızım/ Gülleri solmaz çünkü;/ Her günü bahar kızım.”
Bu damıtılmış dizeler kendi yolunu bulmuş ve yüreğimize doğru akıvermişti. İçtenliği ve samimiyetiyle adeta bir Yunus Emre tesiri bırakmıştı. Ve ben o zamanlar bu şiirin sahibi olan Gönül Ustası ile tanışacağımı hâlâ hayal edemiyordum.
Bağışlanma vesilesi
Sonradan öğrendiğime göre 2005 yılından itibaren Gönül Ustası, Büyük İslam alimi Emin Saraç Hoca’nın işaretiyle her pazar günü öğle namazından önce Eyüp Sultan Camii’nde Şifâ-i Şerif dersleri vermeye başlamıştı. 2012 yılında da bu derslerin bir meyvesi olan Şifâ-i Şerif Şerhi kitabı yayınlandı.
Bu derslerde Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir Hocamız, Kadı İyaz Hazretlerinin naklettiği Hadis-i Şerifleri anlaşılır ve tatlı bir üslupla izah ediyor, Fahr-i Kainat Efendimiz’in müjdeci ve sevdirici üslubunu en güzel şekilde yansıtıyordu. Server-i Kainat’ın gönülleri okşayan şefkat ve merhametini, “Alemlere rahmet oluşu” bağlamında en güzel şekilde ortaya koyuyordu. Sünneti yaşamanın inceliklerinden bahsediyor, şu ana kadar duymadığımız nice güzelliklerden dem vuruyordu.
Fakir de o dönemler bir internet sitesinde bu hayırlı faaliyetlerle ilgili bazı yazılar kaleme almıştım. Bunun üzerine Gönül Ustası ile hukuku olan kıymetli büyüğümüz Ümit Şimşek Hocamız telefonda bana M. Yaşar Kandemir Hocamız’ın yazıları okuduğunu, memnun olduğunu ve kendisini ziyaret edebileceğimi söyledi. Bu benim için tarifi imkânsız bir müjdeydi.
Fakat ortada bir sorun vardı. Nasıl olacaktı bu iş? Bir ilim fukarası ve bir günahkâr olarak onu nasıl ziyaret edecek ve hangi yüzle yüzüne bakacaktım? Böyle büyük bir ilim deryasını bu halimle ziyaret etmek yakışık alacak mıydı?
Diğer taraftan bir evladı olarak onu görmemiz ve bir emrinin olup olmadığını sormamız icap ederdi. Hem ellerini öpmemiz, duasını almamız bizim için bir bağışlanma vesilesi olurdu. Yunus Emre’nin de dediği gibi bu dünyada bilişmeyen canlar, ânda nasıl bilişirdi?
Biraz cesaretimi toplayıp Ümit Hocamın verdiği telefonu aradım. Çok yumuşak ve rahatlatıcı bir ses tonuyla Hocamız mukabele buyurdular. Bir kaç gün sonrası için kendilerinden ziyaret talebinde bulundum. Sağ olsunlar lütfedip iki etmediler.
Ziyaret zamanı geldiğinde Gönül Ustası’nı Üsküdar’da bulunan İslam Araştırmaları Merkezi‘ndeki (İSAM) odasında ziyaret ettim. Kabına sığmayan bir sevinç hali içerisinde ellerini öptüm ve sohbetlerine nail oldum. Hocamız o gün bakmaya kıyamayacağım kadar güzel basımı ile göz dolduran, içeriği ile de ruhumu doyuran üç ciltlik Şifa-i Şerif Şerhi kitabını ve bunun yanında diğer çocuk kitaplarını fakire hediye etti. Sevincim bir kaç misli artmış ve bu güzelliği hak edecek ne yaptığımı düşünmeye başlamıştım.
Eyüp Sultan’da
Daha sonraki günlerde hocamızla telefon görüşmelerimiz ve elektronik posta yoluyla görüşmelerimiz devam etti. Bir kaç sefer de Eyüp Sultan – Üsküdar arası seyahatlerimiz oldu. Kendisine bir konuda danışmam gerektiğinde ve bir talepte bulunduğumda, beni asla cevapsız bırakmadı. Din kültürü atölyesi çalışmalarımızda tavsiye ve önerileriyle bize daima destek oldu. Hatta Hocamızın her mesajımıza cevap vermesi, kendisini meşgul ettiğim duygusu ile vicdan azabı çekmeme dahi sebep oldu.
Bu görüşmelerimizde bana sürekli Aydıncığım veya Aydınım diye hitap etmesi ise benim için büyük bahtiyarlıktı. Hiç unutmam bir gün kendisine kişisel bir derdimden bahsettiğimde; “Senin derdin benim derdim” demişti. Ondaki bütün bu güzellikler, gönül alma ve yumuşak huyluluk gibi vasıflar, ömrünü hayatını anlatmaya vakfettiği Sevgililer Sevgilisin’den neşet etmekteydi.
Bir gece vakti Şifa-i Şerif Şerh’ini okurken hocamız aklıma düşmüş ve gönlüme şöyle bir dua doğmuştu: “İnşallah Kadı İyaz Hazretleri ile Yaşar Kandemir Hocamız Resulullah Efendimiz’in huzuruna el ele tutuşarak kavuşurlar.” Bu duayı kendilerine ilettiğimde; “Yaptığın duaya Yüce Rabbim seni de ortak eylesin” diyerek mukabele etti. Böylece hayatımın en kıymetli dualarından birini almış oldum.
Ustanın dizinin dibinde
2016 yılının başında kendi kendimle bir iç muhasebesi yaptıktan sonra, böyle büyük bir Hadis-i Şerif âliminin her hafta Eyüp Sultan‘da ders verdiğini bildiğim halde neden bu derslerin müdavimi olmadığımı kendi kendime sordum. Böylesine seviyeli bir ders İstanbullular için bir nimetti. Öyleyse böyle büyük bir nimetten şimdiye kadar neden daha fazla istifade etmemiştim.
Yaptığım bu iç muhasebesinden sonra, Pazar günlerimin ilk yarısını Şifa-i Şerif derslerine ikinci yarısını da annemi ziyarete ayırmaya karar verdim ve o gün bugündür bu kararımı istikrarlı bir şekilde uyguluyorum. Dersi ön saflardan takip edebilmek için, öğle namazına bir saat kala camide olmaya gayret sarf ediyorum. Dersleri her hafta dikkatle dinleyen çok özel ve güzel bir cemaatin yanında, Gönül Ustası‘nın da hemen bir kaç metre yakınında yerimi alıp mahrum kalmamaya çalışıyorum.
Eyüp Sultan Camii’nin uhrevi atmosferinde gerçekleşen bu derslerin bitiminde, caminin küçük kapısına geçip, Gönül Ustası çıktığında ellerinden öpmek ve duasını almak fakir için mutat bir bereket vesilesi oluyor. Hatta diyebilirim ki bu derslere katılmak, hayatımda yaptığım en anlamlı işlerden birisi olmuştur. Cenab-ı Allah bizi büyüklerimizin dizinin dibinden ayırmasın diyor sizleri de Şifa-i Şerif derslerine bekliyoruz
Aydın Başar / Genç Dergisi
BENZER YAZILAR
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.