Birbirimizden ümit kesmeyelim…

Emekli öğretmen rahatlamak için bir yer ararken, caddelerde, sokaklarda gezerken gördüğü olumsuzluklardan iyice morali bozulmuş. Uygunsuz hareketler içinde olan gençleri görünce; “Yahu bunlar nereden geldiler?” diye düşünmüş. Bir müddet sonra da kendi kendine; “Dur hele bu gençleri yıllarca okullarda biz okuttuk, iştebizim ürünlerimiz” diyerek kendisini suçlamış. Stresten midesi ağrımaya başlayınca şu lokantaya gideyim de bir çorba içeyim demiş. Lokantadan içeri girmiş ki bütün masalar dolu, köşedeki masada bir genç var, onun masasına gitmiş, selam vermiş.

Çorbasını içen genç güler yüzle; “Buyurun buyurun hocam, ben sizin eski öğrencinizim” diye hürmet etmiş. Gencin edepli tavırları emekli öğretmenin çok hoşuna gitmiş. Genç bir müddet sonra müsaade isteyip, lokantadan çıkmış. Hoca da çorbasını bitirince hesap vermeye gitmiş. “Efendim sizin hesap verildi. Az önce çıkan genç arkadaş hesabınızı ödedi” demişler. Öğrencisinin bu hareketi yaşlı öğretmeni duygulandırmış, bir ah çekmiş ve “Her şeye rağmen yine de insanlık ölmemiş” demiş.

Umut kesmeyin

Efendim ne güzel söylemiş Üstad Sezai Karakoç: “Senden umut kesmem, kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır.” Yüreğimizde o koca çınar olduğu müddetçe, insanlıktan, gençlerimizden, çocuklarımızdan yani birbirimizden ümit kesmeyelim. Kötü örnekler gayet çok, zaman zaman onları da dile getiriyoruz, ancak insanımızın içinde hala bir hayat kıpırtısı var. Umutsuzluk bize yasaklanmış, İslam’da ye’se düşmenin yeri yok. Benim de bu emekli öğretmen gibi bir çok kere insanlık ölmemiş dediğim oldu.

Bir gün Ankara’da toplu taşıma ile giderken durakta otobüs uzunca durdu. Yan tarafta olan bir öğrenci arkadaşına; “Gel aşağıya inelim de şu adama yardım edelim” dedi. Merak ettim aşağıya baktım ki özürlü bir insan otobüse binmek için bekliyor. Gençler yardım etti ve özürlü kardeşimiz otobüse bindi. Gençlerimizin içinde böyle bir duygu varsa demek ki her şeye rağmen insanlık ölmemiş.

Yine bir gün bir grup insana sohbet etmiştim. İlk etapta elinde telefon, bacak bacak üstüne atmış alaylı alaylı bakan bir kaç genç sohbetimiz biraz ilerleyince normal oturuşa geçtiler. Takriben yarım saat konuştuk bitirmek üzereyken “lütfen bitirmeyin” dediler. Neyse bir saat konuştuk sonunda nasip olursa yakında Medine’ye gideceğim dediğimde o anı bir görseydiniz, ortam bir anda değişti. Kimileri gözlerini silmeye başladı. Liste çıkarttılar topluca; “Bizim selamımızı Peygamber Efendimiz’e götürür müsün?” dediler.

Aman Allah’ım kim ne yaparsa yapsın insanımızın Hazreti Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem sevdasını kimse silemiyor. Bu ülkenin sarhoşunun, kumarcısının, bilmem hangi günaha dalanının da Medine’ye karşı bambaşka bir sevdası var. Salonda çıktım, belli ki çok etkilenmişim, gayri ihtiyari gözlerimi silerken gönlümden; “Her şeye rağmen insanlık ölmemiş” cümlesi geçti.

Medine sevgisi

İnegöl’den Bursa’ya gelirken yanımdaki genç ile bir bağ kurmaya çalıştım. Üniversite öğrencisi önce çok soğuk davrandı, benim konuşmalarımı garip karşıladı, “Polis emeklisiyim” deyince kulağında ki kulaklığı çıkardı. “Ben de polis olmak istiyorum, bu vatana hizmet etmek istiyorum” dedi. Demek ki gencimizin milli ve manevi değerlere yatkınlığı vardı.

Ona küçük bir hediye ikram ettim muhabbetimiz koyulaştı. Karşılıklı uzunca konuştuk çok memnun oldu. Ona da Medine’ye gideceğimi söyledim. Bursa’ya geldiğimde ayrılırken elime sarıldı; “Elinizi öpmek istiyorum, siz de beni Medine’de hatırlamayı unutmayın, bana dua edin” dedi. Evet daha yaşı 17 olan bu genç yavrumuzdaki Medine sevgisi nereden geliyor? Bu gencin bu halini görünce; “Her şeye rağmen insanlık ölmemiş elhamdülillah” dememek mümkün mü?

Ayakkabı boyacısı

İnsanlığın ölmediğinin bir ispatı da şu olaydır. Düzce depreminde Kars’tan otobüse binip 20 saat yolculuk yaparak Adapazarı’na gelen Ahmet Amca, ayakkabı boya sandığını da beraberinde getirmiş ve ilerlemiş yaşına rağmen günlerce insanların ayakkabılarını bedava boyamış.

Kendisine: “Niçin bedava yapıyorsun?” diye soranlara; “Ben de insanım, yaşadığım hayattan sorumluyum. Yarın Allah Teâlâ’nın huzuruna varınca; ‘Ya Rabbi! Başka şeye gücüm yetmedi, elimden gelen boyacılıktı ve ben de onunla kullara hizmet ettim, fakat ücreti onlardan almadım; çünkü Senin rızana taliptim’ diyeceğim” demiş.

Basit gibi gelen bir olay… Fakat bu Amca bu güzel terbiyeyi nereden almış? Bunu yetiştiren anne-baba acaba nasıl bir insanlarmış? Olmayan imkanlara rağmen hangi zorluklarla bu şuur verilmiş? Kim ne derse desin, ne güzel demiş büyüklerimiz: “Önceden Osmanlıydı adımız./ Baldan tatlıydı tadımız./ Bozulunca alimimiz, kadımız,/ Zehirden beter oldu tadımız.”

Gerçekleri itiraf etmek zor; ama mecburuz doğruyu tespit için, acı da olsa söylemek, yazmak zorundayız. Deprem olunca kirişin altında kalan insanı kurtarması gerekirken kolundaki bileziği alacak kadar basitleşen insanların olduğunu öğrendik maalesef.

İman eden ve kulluk şuurunda olan her insan şu dönemde sancı çekmektedir. “Nerede hata yaptık? Kusuru kime yüklememiz gerekiyor?” demek yerine; “Ben ne yapmalıyım? Tüm bu olumsuzluklara rağmen benim bir şey yapacak gücüm yok mu? Varsa ne kadar ve ne yapıyorum?” demek durumundayız.

Toplum olarak, fert olarak, bilenler, idareciler hülasa her birimiz çok darbe aldık. Ücretini Allah celle celaluh’tan alarak ömrünü Hak yoluna vakfedenlerin hayatlarını anlatanlar menajerleriyle görüştürmeden bir sohbet yapmıyorlar. Şiir okuyan, vaaz eden, yazan çizen, “Allah rızası için yapıyorum” diyenlerin büyük çoğunluğu kuldan ücret almadan adım atmaz oldu. “Yapıyorum” deyip yıkanlar çoğalmaya başladı ama yine de ümitsizliğe yer yok.

Ümitsizlik yok

Bütün bu durumlarla birlikte olumsuzluklar, insanı ümitsizliğe götürür fakat iman etmiş insanlar; hayata objektif baktığı için olumsuzu tespit eder ama ümitsiz olmazlar. İman en büyük imkândır… İmanlı insan geçmişi hatırlayan, yaşadığı anı düşünen, geleceğe de tedbir alan, eskilerin deyimiyle “tezekkür”, “tefekkür”, “tedebbür” yolunu ilimle kullanandır.

Âcizane dünyada iki türlü insan gördüm. Birinci grubun binlerce dert altında ezilip perişan olduğunu, diğer bir grubun ise bir tane derdi olduğunu… Onlar dertlerinin delisi olmuşlar, sevdikçe dertlenmiş, dertlendikçe sevmişler. Ona “dert” mi desem, “sevdâ” mı desem, ne desem bilemiyorum.

O dert onları gece yataktan kaldırtmış, hayatı gözden geçirtmiş, kusurlara, hatalara, günahlara karşı pişmanlık duygusu içinde gözyaşı döktürmüş. Zerre kadar bir hayra, iyiliğe katkısı olmuşsa onun için de şükür secdesi yaptırmış. Çünkü; “Hakka hizmet etmenin en büyük mükâfatı ona hizmet etme fırsatını bulmuş olmaktır” şuurunda olmuşlar.

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.