Kur’an-ı Kerim’de sözün ahlakı…

Cenab-ı Allah vahiy ile insanlığın gidişatına müdahale etmiş ve söz üzerinden ilahi mesajlar insanlara ulaştırılmıştır. Hazreti Adem aleyhis selam’dan Hazreti Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem’e kadar bütün peygamberler o değerli sözü yani vahyi tebliğ etmişlerdir. Ve son olarak dünyanın kalbi Mekke’den ilahi ferman yeryüzüne yayılmış ve bütün dünya söz üzerinden dalga dalga hakikatle tanışmıştır.

Bütün ilimler söz ile nesilden nesle intikal etmiş, insanlık söz üzerinden gelişimini sürdürmüştür. Sözün amele ve aksiyona dönüşmesi ile medeniyetler kurulmuştur. Söz ile sanat yapılmış, söz ile tarih yazılmıştır. Bu anlamda İslam söze alelade bir iletişim aracı olarak bakmamış ona büyük bir anlam yüklemiştir. Sözün ve dilin ahlakı üzerinde durmuş, insanları konuşmalarına çeki düzen vermeye davet etmiştir.

Güzel söz söylemek

İslam’ın söz bağlamında bizden istediği nedir diye soracak olursak ilk başta “güzel söz” cevabını verebiliriz. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler; yoksa şeytan aralarına girer. Kuşkusuz şeytan insanların apaçık düşmanıdır.” (İsrâ, 53) Mü’minler birbirlerine nezaketle davranır, güzel sözler söyler, hayırlı tavsiyelerde bulunurlar. Hatta cahiller kendilerine sataştığında onlarla cedeleşmeye girmeyip “selam” der geçerler. (Bkz. Furkan, 63)

Bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Bir zamanlar biz İsrâiloğulları’ndan, Yalnız Allah’a kulluk edeceksiniz; ana babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz. insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin diyerek söz almıştık. Sonra, içinizden küçük bir kesim dışında, sözünüzden döndünüz; hâlâ da sırt çevirmektesiniz” (Bakara, 83)

Bu ayette “İnsanlara güzel söz söyleyin” emrinin namaz ve zekat ile birlikte zikredilmesi manidardır. İnsanlarla iyi ve güzel şekilde konuşun, onlara yumuşak davranın şeklinde anlaşılabilen bu öğüdün kapsamına iyi ve güzel bir şekilde iyiliği emredip kötülükten alıkoymak da girmektedir. Maruf/ iyilik ise Yüce Allah’ın beğenip razı olduğu her türlü güzel ahlaktır. (Bkz. Muhtasar, İbn-i Kesir Tefsiri)

Güzel sözün tamamlayıcısı da mutlaka güler yüz ve iyi muamele gibi haletlerdir. Nitekim Resûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sakın hiçbir iyiliği küçük görme, din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi bir iyilik de olsa.” (Müslim, Birr 144; Ebu Davud, Libas 24) Başka ayetlerde de Rabbimiz Mü’minlerin sözlerini tuttuklarını, söz ve davranışlarıyla doğru kimseler olduklarını, aralarında iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan bir topluluğun bulunması gerektiğini beyan ediyor. (Bkz. Bakara, 177; Âl-i İmrân, 17, 110)

Anne babayla güzel konuşmak

Kuşkusuz ki güzel söze en fazla layık olan bizlerin doğmasına ve büyümesine vesile anne ve babalarımızdır. Nitekim ayet-i kerimede buyurulur: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.” (İsrâ, 23)

Öyleyse aziz kardeşim, anne babana iyi davran. Onlara kötü söz söyleme, sesini yükseltme ve sakin konuş. Kötü sözün en aşağı mertebesi olan ‘öf’ dahi deme. Mimiklerinle ve el işaretlerinle öfkeli bir tavır içinde olma. Onlara güzel sözler söyleyerek ve nazik davranarak kalplerini kazan. Edepli ve saygılı bir tutum içine girerek onların dualarını al. Unutma ki anne baba cennet vesilendir. Onların kıymetini bil. Bir basit sözden ötürü onlara gücenip de onlarla arayı açma.

Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Rabbin hoşnutluğu, anne-babanın hoşnutluğundadır. Rabbin öfkesi de anne- babanın öfkesindedir.” (Tirmizî, Birr, 3) İslam dini anne babaya işte bu kadar değer veriyor. Fakat ne yazık ki insanların çoğu anne ve babasının kıymetini ancak onlar vefat ettikten sonra ancak anlıyor.

Evlatlarımıza güzel söz söylemek

Lokman Suresi’ndeki ” Yavrucuğum” (Lokman, 16) hitabı gayet dikkat çekicidir. Lokman Suresi 16 ve sonraki ayetlerde Lokman aleyhis selam’ın evladına yapmış olduğu çok kıymetli nasihatler ve tavsiyeler bulunmaktadır. O tavsiyelerden daha önce Lokman aleyhis selam’ın evladına yapmış olduğu hitap şekli de bizler için çok önemli bir ders niteliğindedir.

Hazreti Lokman evladına bağırarak, çağırarak, kötü sözler söyleyerek, aşağılayarak ve sertlik göstererek değil yumuşak bir üslupla hitap ediyor. “Yavrucuğum” ya da “Sevgili oğlum” diye hitap ediyor. Bundan dolayı başta anne babalar olmak üzere tüm eğitimciler de evlatlarına, öğrencilerine ve muhataplarına güzel hitap etmek suretiyle isteklerini ve fikirlerini beyan etmelidirler.

Bazen anne babalar olarak bu konuda bizlerin de yanıldığı oluyor. Çocuğa bağırmayı terbiye etmek olarak düşünenler var. Bağırmak ve kaba sözler söylemek Kur’an’ın yumuşak söz öğüdüyle bağdaşmıyor. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Yürüyüşünde ölçülü ol, sesini yükseltme; çünkü seslerin en çirkini eşeğin ­anırmasıdır.” (Lokman, 19) Allah azze ve celle burada eşeği misal veriyor. İnsan konuşurken aşırıya kaçtığında ve faydasız yere sesini yükselttiğinde rahatsız edici olur. Zamana, duruma, bulunduğun yerin konumuna ve işitebilme imkanına göre sesinin yükseklik oranını ayarlaması gerekir.

İhtiyaç sahiplerine güzel söz söylemek

Toplumda ihtiyaç sahibi olan kimseler de dil ahlakı konusunda hassas olmamız gereken kesimlerden birisidir. Fakir fukaranın incitilmemesi, kanadı kırıkların teselli edilmesi emredilmiştir. Nitekim ayet-i kerime şöyle buyrulur: “Eğer sen kendin dahi rabbinden umduğun bir lütfu beklemek durumunda (ihtiyaç içinde) olduğun için onlara ilgi gösteremiyorsan, hiç değilse kendilerine rahatlatıcı bir söz söyle.” (İsrâ, 28)

Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem ihtiyaç sahiplerine daima yardımcı olmaya çalışmıştır. Bazen maddi anlamda elinde bir şeyi olmadığında, en azından rahatlatıcı bir söz söylemesi ona bu ayetle emredilmişti. Bunun için Efendimiz aleyhis selam maddi olarak yardımcı olamadığında güzel sözlerle sahabelerinin gönlünü alıyordu.

Bizlere de burada önemli dersler var. Herhangi bir konuda yardım isteyen bir kimseye elimizden geleni yaparak yardımcı olmalıyız. Fakat yardımcı olmaya gücümüz yetmiyorsa bu durumda muhatabımızı aşağılamadan, incitmeden, kovmadan ve kırmadan; güzel, hayırlı ve rahatlatıcı sözler söyleyerek onun gönlünü hoşnut etmeliyiz.

Allah azze ve celle şöyle buyuruyor: “Güzel bir söz ve bir bağışlama, kendisini bir incitme takib eden sadakadan daha hayırlıdır” (Bakara, 163) Bu ayetten insanın kalbinin ne kadar kıymetli olduğu ve gönül kırmanın uygun olmadığı hakikatini anlamaktayız. İşte onun için mutasavvıflar kalp kırmanın ne büyük bir suç olduğu üzerinde durur ve kalp kırmayı Kabe’yi yıkmaya benzetirler.

Tebliğde yumuşak konuşmak

İmkanından, maddiyatından ve zamanından gücünün yettiğince Allah’a davete ayıran, salih ameller işleyen ve Müslüman olmasını büyük bir nimet, izzet ve şeref bilen kimse en güzel sözü söylüyor demektir. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor: “Allah’a çağıran, dine ve dünyaya yararlı iş yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır? (Fussilet, 33)

Dil ahlakı ile ilgili şu ayet de oldukça dikkat çekicidir: “Yine de ona (Firavun’a) söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslupla söyleyin, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.” (Tâhâ, 44) Cenab-ı Allah bu ayette Firavun’a bile yumuşak söz söylemeyi tavsiye ederken, acaba anne babamıza, eşimize, çocuklarımıza ve arkadaşlarımıza karşı yumuşak konuşmamak doğru olur mu?

Özellikle tebliğ ve davet çalışması yapan kimseler başta olmak üzere herkes bu ayetten yola çıkarak muhatabına yumuşak bir üslupla İslâm’ı anlatmalıdır. Bizler Hazreti Musa aleyhis selam’dan üstün olmadığımız gibi karşımızdaki kişi de Firavun’dan daha aşağı değildir. Nisâ 63. âyette de gönülleri etkileyecek tesirli sözlerle öğüt verilmesi gerektiği emredilmiştir.

Yumuşak tavır ve üslup her zaman daha tesirli ve bereketlidir. Resulullah sallellâhu aleyhi ve sellem bu hususu birçok hadisinde beyan etmiştir. İşte bu hadislerden birsi de şudur: “Allah Teâlâ kullarına lutufkârdır. Onlara kolaylık (yumuşaklık/ merhamet) gösterilmesine memnun olur. Zorluk çıkaranlara ve başkalarına vermediği başarıyı ve sevabı, kolaylık gösterenlere verir. Nerede kolaylık varsa, orada güzellik vardır. Kolaylığın bulunmadığı her şey çirkindir.” (Müslim, Birr 77,78; Ebû Dâvûd, Edeb 10)

Peygamberimiz 23 yıllık davet çalışmalarında çok önemli etkin sonuçlara ve geniş kitlelere ulaşmasının altında yatan davet metotlarından bir tanesi de yumuşak davranmaktır. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân, 159)

Hilye-i şerîfelerde nakledildiğine göre, Resûlullah sallellahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in konuşması son derece tatlı ve gönül okşayıcı, kelimeleri ne fazla ne de eksik idi. Tane tane konuşur, her cümlesi, dinleyenler tarafından rahatça anlaşılırdı. Çabuk çabuk konuşarak sözlerini arka arkaya sıralamazdı. Hâsılı o, insanların en fasih, veciz ve hikmetli konuşanı, en özlü söz söyleyeni ve merâmını en doğru şekilde ifâde edeni idi.

Ebû Kursâfe şöyle diyor: “Ben, annem ve teyzem, Rasulullah sallellahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e gidip bey’at etmiştik. Efendimiz’in yanından ayrıldığımızda annem ve teyzem bana: ‘Yavrucuğum, bu zât gibisini hiç görmedik! Yüzü ondan daha güzel, elbiseleri daha temiz ve sözü daha yumuşak başka birini bilmiyoruz. Sanki mübârek ağzından nûr saçılıyordu’ dediler.” (Heysemî, VIII, 279-280)

Doğru söz söylemek

Dil ahlakının temel unsurlarından birisi de sözdeki doğruluktur. Hakikati incitmemek gerekir. Asılsız sözler insanın kıymetini düşürür ve konuşanın yalancı sıfatı ile anılmasına sebep olur. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a itaatsizlikten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin, günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse gerçekten büyük bir kazanç elde eder.” (Ahzâb, 70-71)

Bu ayette iman edenlere dosdoğru söz söylemeleri tavsiye edilmiş, bunun neticesinde de günahların affedileceği müjdesi verilmiştir. Dilin insanın kurtuluşu için ne kadar önemli olduğunu buradan anlıyoruz. Adeta diğer uzuvlar dile mahkum oluyorlar. Dilin hayata etkisi sebebiyle diğer uzuvlardan çok farklı bir yönü var. Öyleyse doğruluk evvela dilden başlamalıdır. Kalbin iyi olduğunun en önemli tezahürü de dilin doğru olmasıdır.

Genellikle kalp düzgünse dil de doğru olur; dil doğruysa kalbin de iyi olduğunu gösterir. Bundan dolayı kendine çeki düzen vermek isteyen evvela dil ahlâkından işe başlamalıdır. Doğru söz söylenmesi gerektiği Nisâ 9. ayette de emredilmiştir. Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bana şu altı şey hakkında söz verin, ben de sizin cennete gireceğinize kefil olayım: Konuştuğunuz zaman doğru konuşun! Vaatte bulunduğunuz zaman yerine getirin! Emânet husûsunda güvenilir olun! İffetinizi muhâfaza edin! Gözlerinizi haramdan koruyun! Ellerinizi haramdan uzak tutun!” (Ahmed, V, 323)

Kur’an-ı Kerim’in yüce ahlakıyla ahlaklanan bir Müslümanın sözleri ile eylemleri tutarlı olmalıdır. Yapmadığı şeyi yapmış gibi anlatmamalı, insanlara verdiği nasihatleri evvela kendi tutmalı, sözlerine sadık kalmalı ve dürüst bir insan olmalıdır. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır. (Saff; 2,3)

Adaleti gözeterek konuşmak

İslam’ın dil ahlakı konusunda bizden istediği bir diğer husus konuşmalarımızda adaleti gözetmemizdir. Yani hakikatin hilafına, çelişkili, dengesiz ve zulme payanda olacak sözlerden kaçınmamızdır. Ayet-i kerimede buyurulur: “Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına, onun iyiliğine olmadıkça el sürmeyin. Ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman yakınlarınız hakkında bile olsa adaletli olun. Allah’a verdiğiniz sözü eksiksiz yerine getirin. İşte düşünüp öğüt alasınız diye Allah size bunları emretti.” (En’âm, 152)

Akraba bile olsa konuştuğunuz zaman adâletli olun. Gerek hüküm verirken, gerek şahitlik yaparken, gerekse herhangi bir hususta söz söylediğinizde, akrabanızın aleyhinde bile olsa doğrusunu söyleyin taraf tutmayın. (Bkz. Hakk’ın Daveti Kur’an-ı Kerim; 2/154) Bu anlamda duygusallığın şeytanın silahlarından bir silah olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Çünkü şeytan bizi en hassas yerimizden yakalar ve zalim dahi olsalar yakınlarımızı desteklememizi telkin eder.

Rabbimiz şu ayette de asılsız sözlerden kaçınmayı öğütlemiştir: “Yapılması gereken işte budur. Kim Allah’ın koyduğu yasaklara saygı gösterirse bu, Rabbi katında kendisi için çok hayırlı olur. Size vahiy ile (haramlığı) bildirilenlerin dışındaki hayvanları yemeniz helâl kılınmıştır. Öyleyse pislikten yani putlardan uzak durun ve asılsız sözden de kaçının.” (Hac, 30)

Bu ayette Yüce Allah “Putlardan uzak durun” emrinden yani şirkten uzak durmamızı emrettikten sonra asılsız sözden yalandan kaçınmamızı emretmiştir. Bundan dolayı İbn Mesûd radıyellahu anh: “Yalan şahitlik, Allah’a ortak koşmaya denktir” demiştir. Sahabenin önde gelenlerinden olan İbn Mesud’un bu yorumu gerçekten de çok çarpıcıdır.

İftiraya alet olmamak

İslam tarihinde iftira ile ilgili çok ibretli bir olay vardır. Medine’de münafıklar Hazreti Âişe annemize iftira atmışlardı. Daha sonra bazı Müslümanlar da bu iftiraya inandılar ve söylemlerinde dile getirdiler. Nur Suresi’ndeki ilk 20 ayette Rabbimiz, bunun apaçık bir iftira olduğunu beyan etti. Özelde sahabiler genelde kıyamete kadar gelecek olan tüm mü’minler suizandan, iftira atmaktan ve iftiraya ortak olmaktan sakındırıldı. Ayetin bir kısmında da iftira atmayı küçük ve basit görenlerden bahsediliyor ve iftiranın Allah katında büyük bir günah olduğu anlaşılıyor.

Rabbimiz bu konudaki beklentisini şöyle açıklıyor: “Çünkü siz, iftirayı dilden dile yayıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi ağızlarınızla söylüyorsunuz; bunu da önemsiz sanıyorsunuz; halbuki Allah katında o büyük bir şeydir. O kulağınıza geldiğinde; ‘Bunu konuşmak bize yakışmaz, fesübhânallah, bu apaçık bir iftiradır’ deseydiniz ya! Eğer gerçek mü’minlerseniz Allah size, bir daha asla böyle bir şey yapmamanızı öğütlüyor” (Nur; 15-17)

Boş sözden sakınmak

Rabbimiz mü’minlerin vasıflarından bahsederken buyuruyor ki: “Anlamsız, yararsız söz ve davranışlardan uzak dururlar” (Mü’minun, 3) Ayette geçen ‘lağiv’ kelimesi boş ve manasız her türlü söz ve davranış demektir. Rabbimiz bizleri boş beleş laflardan sakındırıyor. Çünkü boş sözler, laf kalabalığı ve sözü lüzumsuz şekilde uzatmak kişinin kalbinde gaflete vesile oluyor.

Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kişinin mâlâyâniyi (dünya ve âhiretine yaramayan boş işleri) terketmesi müslümanlığının güzelliğindendir. ” (İbn Mâce, “Fiten”, 12; Tirmizî, “Zühd”, 11) İki Cihan Güneşi Peygamberimiz; “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kişi ya hayır söylesin veya sussun!” (Müslim; İman, 77) hadis-i şerifleriyle de hayırlı konuşmak ile iman arasındaki bağlantıyı ifade buyurmuştur.

Bugün eğlence adı altında yapılan gösterilerin bir kısmında yalan sözler kullanılıyor. İnsanları güldürmek için dini değerlerle dalga geçiliyor. Halbuki elfâzı küfür/ kafir eden söz ve davranışlardan sakınmak gerekir. İnsanları güldürmek için böyle bir tutum içinde olmanın ahirette çok büyük bir vebali vardır. Nitekim Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söylerler! Yazık ona, yazık ona!” (Ebu Davud, Edeb, 40)

Yüce Rabb’imiz şöyle buyuror: “Kendilerine niçin alay ettiklerini sorsan, mutlaka: “Biz öylesine lafa dalmış, eğleşiyorduk!” derler. De ki: “Demek siz Allah ile, O’nun ayetleriyle ve O’nun Rasulüyle eğleniyorsunuz, öyle mi? Mazeret ileri sürmeye kalkmayın. İman ettiğinizi söyledikten sonra inkârcılığınızı açığa vurdunuz. İçinizden bir kısmını affetsek de, diğer bir kısmını günahta ısrarcı davranmış oldukları için azaba uğratacağız.” (Tevbe; 65,66)

Gıybetten sakınmak

Anlamsız konuşmaların sonucu genellikle istihza etmeye, gıybete, dedikoduya ve iftiraya kadar gidebilir. Bundan dolayı Müslümanın susması tefekkür, konuşması hikmet ve dinlemesi de muhatabına saygının bir göstergesidir. Müslüman şaka yapar ama şakasında da doğruluk vardır. Müslüman muhabbet eder ama muhabbeti gıybetsiz olur.

Bir ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Tabii ki bundan tiksindiniz! Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur.” (Hucurât, 12)

Gıybet, Müslüman kardeşimizin arkasından onun hoşlanmayacağı bir durumu dillendirmektir. Yüce dinimiz İslâm her kişinin hak ve hukukunu korur. Bundan dolayı varsa bir mesele kişinin yüzüne uygun bir şekilde söylemek uygundur, arkadan konuşmak doğru değildir. Ayette sadece gıybet değil gıybetten önce gıybete götüren yolu da Allah yasaklamıştır. Bu da kardeşin hakkında kötü düşünce, ayıp ve kusur araştırmaktır.

Din hakkında ileri geri konuşmamak

Kur’an ve Sünnet’e göre hakkında kesin hüküm (nas) bulunan konularda yükümlülüğün kaynağı dindir. Bu konuda yüce kitabımızda şöyle buyurulmuştur: “Allah ve resulü bir şeye hükmedince, artık mümin erkek ve kadınlara işlerinde bir seçme hakkı kalmaz. Her kim Allah ve resulüne isyan ederse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” (Ahzâb, 36).

Kalbinde hastalık bulunan insanlar Allah ve Resul’ün hükümlerini ve kurallarını çağ dışı bulurlar, dini hayatın dışında görürler, sadece vicdanlarda kalmasını ve hayata yansımamasını telkin ederler. Çünkü insan nefsi, kendisine kötülük ve edepsizlikler telkin eden şeytanın baskısı altındadır. (Bakara; 168, 169)

Allah’ın insanlara yaptığı tavsiyeler, emirler ve yasaklar onların mutluluğu içindir. Fakat kimi insanlar bunu hakkıyla idrak etmezler, üzerinde düşünmezler ve hikmetleri konusunda bir araştırmaya girmezler. Bunun neticesinde de kolaycılığa kaçarak nefislerinin kulu ve kölesi olurlar. Böyle davrananlar hevalarını adeta ilah edinmiş kimselerdir (Bkz. Furkân, 43; Câsiye, 23).

Allah hakkında bilgisizce konuşmak, inkar etmek, başka tanrılar ihdas edip onları yüceltmek, Allah’ın önüne başkalarını geçirmek, Allah’ın hükümleriyle istihza etmek, inanç ve manevi değerler hakkında alaycı bir üslup içerisinde olmak kişiyi şirke ve küfre götürür. Dinden çıkarıcı sözlere elfazı küfür denir. Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Allah hakkında yalan yanlış şeyler uyduran yahut kendisine hakikat geldiğinde onu yalan sayandan daha zalimi kimdir! Cehennemde inkârcılar için kalacak yer mi yok!” (Ankebut, 68)

İnkar edenler ve şirk koşanlar zalimdirler. Zalim hakikati kabul etmediği ve Allah’a gösterilmesi gereken saygıyı başkalarına (puta, insana, paraya, nefise vb.) göstermek bir zulümdür, haksızlıktır. Nitekim Lokmân sûresinde “O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır (zulümdür)” (Lokman, 13) buyurulmaktadır.

Konuyla ilgili çarpıcı ayetlerden birisi de şudur: “İnsanlar arasında öyleleri vardır ki bilgisizlik yüzünden başkalarını Allah yolundan saptırmak ve o ayetleri alay konusu etmek için eğlendirici/ saptırıcı sözler kullanırlar; işte bunları alçaltıcı bir azap bekliyor.” (Lokmân, 6) İnsanlar Kur’an’la tanışmasınlar diye onları oyalayıcı, haram bir şekilde eğlendirici ve boşa zaman geçirten sözler, şarkılar ve gösteriler bu ayette yasaklanan saptırıcı sözler kısmına girmektedir.

Bu anlamda Müslümanlar olarak kendimizi sorgulamalıyız. Özellikle haram olan şarkı sözlerini dinlemeye ve eğlence programlarını izlemeye harcadığımız zamanın kaçta kaçını dinimizi öğrenmek, yaşamak ve yaymak için harcıyoruz? Halbuki bu dünyaya sadece eğlenmek için gelmedik. Yaratılışımızın bir amacı ve gayesi var. Bizim bir mefkuremiz davamız ve hedefimiz olmalı.

Hasıl-ı kelam

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş iki alıcı (yaptıklarını) alıp kaydederken biz ona şah damarından daha yakınız. O hiçbir söz söylemez ki yanında çok dikkatli bir gözetleyici olmasın.” (Kâf, 16-18) Bu ayetten anlıyoruz ki bütün konuşmalarımız kayıt altına alınıyor ve kıyamet günü bunu bir hesap var. Öyleyse Müslüman konuşmalarına dikkat eder ve sorumluluk bilincine sahip olur.

Hasıl-ı kelam konuşmalarının kaydedildiğinin ve kıyamet günü hesaba çekileceğinin şuurunda olan bir kimse asılsız bilginin peşine düşmez, yalan haberi yaymaz, hüküm verirken adil olur, yalan yere yemin etmez, gıybetten ve iftiradan sakınır, övgüde ve yergide aşırıya kaçmaz; söz verdiğinde yerine getirir, yumuşak sözle öğüt verir, eleştiride ölçülü davranır, emir ve isteklerde istişareye önem verir. Her türlü sözlü ilişkilerde adaletli, dürüst ve doğru olur; haksızlık, zulüm, incitme, eziyet ve hakaret gibi ahlâka aykırı sözler sarf etmekten sakınır.

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’in ahlakı ile ahlaklanmayı nasip eylesin. Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in ayak izlerini takip ederek şahsiyetli ve karakterli bir Müslüman olmayı lütfeylesin. Amin.

Abdülkerim Temizcan/ İrfanDunyamiz.com

Adab-ı Muaşeret

Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazılar okumak için tıklayın.

Şahsiyet Gelişimi↗

Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Değerli alimlerimizden bize kalan…

Değerli âlimlerimiz, günden güne dünyamızdan ayrılmaktalar. Efendimiz bir âlimin ölümünü bir kabilenin ölümünden daha fena …

Bir yorum

  1. Adeviye Betül Seçilmiş

    Kaleminize sağlık kıymetli hocam, sosyal hayatta sözün yazıdan da önemli olduğu bir Osmanlı Medeniyet Kültürü nişanını özümseyen, elinden ve dilinden emin kılınan Müslümanlar olarak yaşamak umuduyla…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.