Modern dilencilik…

Dilenci denince akla sokaklarda, çarşıda pazarda, cami önlerinde, köşe başlarında el açıp yalvararak para toplayanlar gelir. Dilenciliğin o kadar çok çeşidi var ki… Kimisi aç olduğunu söyler, kimisi kucağındaki çocukla sizin merhamet duygularınızı sömürür. Kimisi eline aldığı bir kağıt mendili, bir dua kitabını ya da herhangi bir şeyi satmak için duygu sömürüsü yaparak dilencilik yapar.

Zabıtalar bu tür insanları yakaladıkları zaman ceplerinden çoğu zaman çok miktarda para çıkıyor. Peki bu kadar paraları varken niye dileniyorlar? Çünkü dilenmeyi karakter haline getirmişler. Fakat bu tür dilencilerin yaptığı en basit dilenciliktir. Bir de dilencilik karakterinden dolayı, acılarını pazarlayarak dilencilik yapanlar vardır ki bunlar dilencilerin en düşükleridir.

İnsanı küçültür

Bu tür dilencilik insanı o kadar küçültür ki şerefini, itibarını beş paralık eder. Bazı insanlar çeşitli ortamlarda kendi ailesindeki problemleri anlatarak kendini acındırır: “Oğlum şurada okuyor, kızım şu yurtta kalıyor, evim kira, ayda şu kadar para ödüyorum. İşte şu sıkıntım var” diyerek başlar sonra kendi ve ailesindeki hastalıkları sıralamaya başlarlar.

Toplumda evinde hasta olmayan mı var? Bir insan dertlerini dışarıya anlatmıyor, bunları kullanarak sağdan soldan para istemiyorsa o insan çok mu rahat veya zengin olduğu için bunu yapmıyor. Her insanın hayatta bazı maddi ve manevi problemleri olur, bunları anlatarak insanın kendini acındırması asil bir tavır değildir. Bu tarz tavır ve hareketler toplumda da hoş karşılanmaz.

Dilencilik bir insanın karakterine işlemişse mesleği ne olursa olsun bu tür dilenciliğe başvurabiliyorlar. Böyle insanlar devlet memuru da olabiliyor, başka bir kurumda çalışan da olabiliyor. Bu kişiler her nerede olursa olsun çok çirkin bir görünüm sergiliyorlar. Yıllar önce bir toplulukta birisi konuşurken birden konuyu ailesine getirdi. Aynen az önce yazdığım gibi konuşmalar yaptı, hoşuma gitmedi.

O yıllarda bizim de büyükşehir şartlarında tek maaş geçimimiz zordu. Herkesin ki de bizden farklı değildi. Daha sonra onu bir kenara çektim ikaz ettim; “Sizin olduğunuz konuma bu yakışmıyor” dedim. Maalesef sonradan duydum ki oradaki birçok insandan bu şekilde kendini acındırarak para almış ve onları dolandırmış.

Bizi sevmezlerdi

Devlet memuru olduğumuz zaman, arkadaşlarımızın bazıları bizi sevmezdi; çünkü yemek yiyeceğimiz yere giderken eğer o yerin sahibinin bizden para almayacağını hissedersem orada yemek yemiyordum. Yemeğimi yerim çayımı içerim, ücretimi verir çıkarım; eğer cebimde yemek parası yoksa bir tane simit alır onunla nefsimi avundururum. O yıllarda bazı esnaflar polislerden ücret almazdı.

İnanın bu o kadar ciddi bir konudur ki, insan almaya başladı mı artık kronikleşir… Nasıl alkolik, sigarakolik deniyor ya, bunlar da kronik modern dilenci oluyorlar. Bu çirkin hareket, sahibini öyle küçültüyor ki, o kişi maddenin karşısında kişiliğini kaybediyor. İzzetini ayaklar altına alıyor.

Fakat onurlu insanın hali bambaşkadır. O kulun cebine bakmaz, insanlar ile konuşurken kişilerin makamına karşı boyun eğmez. Boyun ancak Allah’ın huzurunda eğilir. Allah zülcelal huzurunda boyun eğmek, secde etmek insanı yüceltir.

İnsanların dertleri olamaz mı? Elbette olur, ancak derdinizi de söylerken kişiliğinizi bozmayacaksınız. “Başıma şu felaket geldi. Şu kadar paraya ihtiyacım var. Şu günde ödemek kaydıyla şu kadar borç verin” diyebilirsiniz. Hatta; “Ödeyemeyecek durumdayım bana yardım edin” diyecek konuma da insan gelebilir. O da olabilir. Ama insanın onurunu ayaklar altına alacak hareketlerden kaçınması lazım.

Beleşçiler var

İstanbul’da bir pastanede kahvaltı yapıyorduk. Bir arkadaş geldi, sırtında üniforması vardı. Bir masaya oturmadı, eline tabakta bir şeyler verdiler ayakta yemeye başladı. Çok üzüldüm, hiç hoşuma gitmedi. Yanımdaki arkadaşa dedim ki: “Şuna bak, kendisinde şahsiyet yok, elbisenin de onurunu perişan etti. Çünkü o üniforma bir kurumu, bir topluluğu temsil ediyor, ona yakışır hareket etmek lazım.”

Daha sonra lavaboya gittim, ellerimi yıkarken o şahıs da yanıma geldi. Tabi o bizden genç. “Bak delikanlı” dedim; “Senin aleyhinde konuştum. Neden sırtındaki üniformayla tabak elinde yemek yiyorsun? Bir masaya otursaydın. Giydiğin üniformanın bir ağırlığı var evladım. Bana şunu ver deseydin, cebinden paranı çıkarıp yediğinin ücretini ödeseydin, sana yakışanı yapmış olurdun.”

“Ama amca onlar bizden para almıyorlar” dedi. “Ben de onu izah etmeye çalışıyorum, para almadıklarını anladım. Bundan sonra kulağına küpe olsun ücret ödemeyeceğin yere adım atma! Yok sen de itibarın da savrulur gidersiniz.”

Maalesef böyle kişileri her kademede görürsünüz. Bu gibi basit meşrep insanlar orta kesimden çıkmıyor. Bu tip insanlar işadamı ya da zengin de olabilirler, fakat dilencilikten bir türlü kurtulamazlar. Geçmişte bir Bakanla çalıştığımız zaman bir işadamı Bakanın yanına geldi, saatlerce konuştu sonra aracına beraber bindiler.

Makama giderken şahıs arabada bayağı konuştu. Tam Bakanlığın önüne gelince dilinin altındaki baklayı çıkardı. “Bana şu bankalardan şu kadar kredi lazım, yardımcı olur musunuz?” deyince Bakan bey öyle sinirlendi ki ortam hiç güzel olmadı. Adam ayrıldı sonra arkasından çok acayip şeyler konuşuldu: “Bunlar zengin olmuşlar, ama dilencilikten kurtulamamışlar.”

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Yüz yüze iletişimde on altın kural…

Yüz yüze iletişim; doğrudan, aracısız bir iletişimdir. Bu iletişim iki kişi arasında olabileceği gibi, bir …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.