İslam medeniyeti bir fıkıh medeniyeti olmakla birlikte aynı zamanda hizmet, hürmet ve zarafetin iç içe geçtiği bir irfan medeniyetidir. İslam dini hükümlerinin yanı sıra edepleriyle de hayatı kuşatır. Büyükler edebi olmayanın ilminin de makbul olmayacağını söylerler. “Helale harama dikkat ederim, gerisini önemsemem” gibi bir anlayışın irfan geleneğimizde bir karşılığı yoktur. Faraza içtiğimiz suyun helal olmasına dikkat ettiğimiz gibi, içerken besmele çekmeye, oturarak içmeye ve bir seferde kafaya dikmemeye de dikkat ederiz.
Bir işi öyle veya böyle yapmak elbette mümkündür ancak marifet o işi en güzel ve zarif şekilde yapmaya çalışmaktır. Efendimiz sallâllahu aleyhi ve sellem’in, mezarın içinde kalacağını bildiği halde toprağın çıkıntılı yerini düzeltmesi bunun en güzel örneklerindendir. Merhum Musa Topbaş Efendi kuddise sırruh İslam’ın bu boyutunu şöyle izah eder: “Biri sizden bir bardak su isterse bu suyu getirmek hizmettir. Su bardağının altına tabak koyup götürmek hürmettir. Tabağın altına örtü koyup götürmek ise zarafettir.”
Dildeki edep
İslam edebiyle müzeyyen olmayı arzulayan kimseler İslam’ın bu boyutuna dikkat ederler. Müslümanların hayatın farklı boyutlarında olduğu gibi konuşma ve yazma dilinde dikkat etmeleri gereken bir takım edepler vardır. Bir Müslüman Allah Teâlâ’nın ismini rastgele bir şekilde ağzına alabilir mi? O’nun ismi anıldığı zaman ne demesi gerekir? Peygamber Efendimiz sallâllahu aleyhi ve sellem’in ve Eshab-ı Kiram’ın isimleri anılınca neler söylenir? Âlimlerimiz ve Meşayıh-ı Kiram’ın isimleri söylenince ne demek lazımdır? Kur’an-ı Kerim ve Melaike-i Kiram’dan bahsederken nelere dikkat etmek gerekir? İşte bütün bu sorular, İslam’ın dildeki edep boyutuna işaret eder.
Kimi insanlara göre bir âlimin ismini anarken hürmet ifadesi kullanmak detay kabilindendir. Oysa bir alime hürmet ifade etmek detay değil İslam’ın önemli edeplerindendir. Dr. Âdem Ergül Hocamız, Erkam Radyo’daki bir konuşmasında, âlimler hakkında edebe dikkat etmeden konuşanların bir müddet sonra şaşırtıcı bir şekilde ayaklarının kaydığına şahit olunduğunu ifade etmiştir ki bu oldukça dikkat çekici bir tespittir. Âlimleri sıradanlaştırma ve hafife alma ile kendini göstermeye başlayan hastalık, zamanla sahabilere karşı saygısızlık ve hadis-i şeriflere karşı alaycı tavırlara kadar gidebilmekte ve kansere dönüşebilmektedir.
Günümüz Müslümanları olarak İslam’ın edeplerini öğrenip benimseyebilmemiz için bu ruhu taşıyan, bu edebin varisi olan âlimler, hocalar ve şeyh efendilerimiz ile irtibatlı olmaktan başka bir çıkış yolu görülmemektedir. Zira edep edepli kimselerden öğrenilir. Peygamber Efendimiz sallâllahu aleyhi ve sellem’den ve eshabından ya da âlimlerden askerlik arkadaşıymış gibi bahseden bir kimseden hangi edebi öğrenebilirsiniz? Dalga geçer gibi bir üslupla konuşan, edepsizlikte sınır tanımayıp Hazreti Meryem annemize kadar dil uzatan bir akademisyenden hangi ilmi alabilirsiniz?
Müedep bir ağız
Muhterem Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan Hocamız ulemanın bu konudaki bazı hassasiyetlerini şöyle dile getiriyor: “Dilimiz de o kadar bozuldu ki! Kur’ân-ı Kerim kendisi için ‘Mecîd’, ‘Hakîm’ gibi sıfatlar kullanıyor. Tefsir hocalarımız bile ‘Kur’ân’ diyor, ‘Kur’ân-ı Kerîm’ kelimesini kullanmıyor. Bir tefsir hocasının sekiz sayfalık bir yazısını okudum bir kez bile ‘Kur’ân-ı Kerîm’ kelimesi geçmiyor. Bu saygısızlık, edepsiz ifadeler nereye gider? Müslüman’ın ağzı güzel olmalı. Biz saygı gösterdiğimiz kadar saygı görürüz. Ben geçmiş ulemamızın ‘Allah celle celaluh’ ya da ‘Allahu Teâlâ’ demediği lafını duymadım. Keza ‘gâle’ fiilini Allah Teâlâ ve Rasûlü için ‘buyurdu’ diye Türkçeye çevirmek lazım; ‘Allahu Teâlâ buyurdu’, ‘Rasûlullah buyurdu’ gibi… Müslüman’ın ağızı müeddeb bir ağızdır.” (Umran Dergisi, Kasım 2014, Hadimü’l Hadis Olma Yolunda İsmail Lütfi Çakan” Başlıklı Mülakat)
Faziletli İslam âlimlerimiz, edep ve ilim bağlamına dikkat çekmişler ve bu konuda bazı hatırlatmalar yapmışlardır. Eserlerinde ve konuşmalarında edepleri bizzat uygulayarak bizlere öğrettikleri gibi, hangi zamanlarda hangi hürmet ifadelerinin söylenmesi gerektiğini de detayları ile anlatmışlardır. İmam Birgivi Hazretleri vasiyetnamesinde şöyle der: “Allah Teâlâ’nın ismi anıldığı zaman ‘teâlâ ve tebâreke’ veya ‘azze ve celle’, ‘sübhânallah’, ‘celle celâluh’ diyerek tâzim ediniz. Resûlullah’ın ve diğer Peygamberlerin isimleri anıldığı zaman salevât getirmelidir. Yazarken de bunları açık yazmalıdır. Diğer âlimler ve meşâyıh anıldığı zaman, ‘rahmetullahi aleyh’ demelidir.” (Birgivi Vasiyetnamesi Kadızade Şerhi, s.226)
Aynı hususa merhum Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi ilmihalinde şöyle yer vermiştir: “Biz mukaddes mabudumuzun mübarek isimlerini zikrederken ‘teâlâ’ gibi ‘celle celâluh’ gibi bir tabir kullanırız. Meselâ ‘Allahu Tealâ’ der, ‘Hak celle ve âlâ’ deriz veya ‘Rabbimiz celle celâluh Hazretleri’ deriz. Bunlar birer İslâm terbiyesi muktezasıdır. Büyük Peygamberimizin yüksek isimlerinden biri zikredilince selât ü selâm okuruz. Meselâ ‘Hazreti Muhammed sallâllahu aleyhi ve sellem’ deriz. Ve mübarek isimlerinden birini yazdığımız zaman ‘aleyhis selâtü vesselâm’ veya ‘sallâllahu aleyhi ve sellem’ gibi bir ibare yazarız veya dilimizle okuruz.” (Büyük İslâm İlmihali, Kerahiyyet, Mad. 28, 29)
Eshab-ı kiram ve sonrasında gelenlerin isimleri anılınca söylenecek dua ifadelerine gelince bu konuda İmam Nevevî Hazretleri şunları söyler: “Sahâbe, tâbiûn ve onlardan sonra gelen âlimler, ibadet ehli ve diğer seçkin şahsiyetler anıldığı zaman onlar için Allah Teâlâ’nın rahmet ve rızasını dileyerek ‘Allah ondan razı olsun’ (radıyallahu anh) ve ‘Allah ona rahmet etsin’ (rahimehullah) gibi dua cümleleri sarf etmek çok güzel bir davranıştır. İbn Ömer, İbn Abbas, İbn Zübeyr, Üsâme bin Zeyd gibi zikredilen sahâbînin babası da sahâbî ise kullanılan dua cümlesinin hem zikredilen sahâbîyi hem de babasını kapsamına alması için ‘Allah her ikisinden de razı olsun’ (radıyallahu anhumâ) denir.” (Nevevî, el-Ezkâr, s. 100.)
İmam Nevevî, Sahîh-i Müslim’e yazdığı şerhin mukaddimesinde hadis yazımı konusundaki edeplerden bahsederken şöyle demektedir: “Peygamber aleyhis selâm’ın adı geçtiğinde kısaltma ve bu duayı ifade eden işaretler kullanma yollarına başvurmaksızın salât ve selâmı tam olarak içeren ‘sallallahu aleyhi ve sellem’ diye yazması çok güzel bir davranıştır. Sahâbî adı geçtiğinde ‘radıyallahu anh” demek, diğer âlimlerin ve seçkin insanların adına rastlandığında onlara Allah Teâlâ’nın rahmet ve rızasını dilemek de böyledir. …Bunları tekrar tekrar yapmaktan usanmamalıdır. Zira bu görevi aksatıp gaflet gösteren kişi çok büyük hayırlardan ve lütuflardan mahrum kalır.” (Nevevî, Şerhu Müslim, I, 39)
İmam Nevevi’den bu nakilleri yapan son dönem İslam âlimlerinden Abdulfettah Ebu Ğudde, Haris El Muhasibi’nin Risaletül Müsterşidin adlı eserine yazdığı şerhin ikinci baskısın önsözünde şöyle demektedir: “Muteber âlimleri ve ibadet ehli salih kişileri övgü ve saygı ifadeleriyle birlikte zikretmek, hem öğrenilen ilimle amel etmenin en önemli unsurlarından biridir hem de ilmin gerektirdiği bir husustur. Bu ifadeler müsteşrikleri taklit etmekte olan bazı modernistlerin sandığı gibi sözü boş yere uzatmak anlamına gelmez. Bu modernist kesim, eser sahibi imamların isimlerini kesip kısaltarak neredeyse matematikte kullanılan rakamlara ve şifrelere dönüştürmüşlerdir. Bu kısaltmalar çok zorunlu kalmadıkça selef âlimlerinin metoduna uymadığı gibi büyüklere, âlimlere ve salihlere karşı selim fıtratın takınılmasını emrettiği edebe de aykırıdır. Zira onların isimlerini övgü ve saygı ifadeleriyle birlikte anmak, gönüllerde onların sevgisinin filizlenip yeşermesini sağlar, kalplere onlara karşı hürmet hissini yerleştirir, onların değerini anlamayı kolaylaştırır ve hem amellerimizde hem de gidişatımızda onlara uyma ve onlardan yararlanma duygusunu diri tutar. Allah onlardan razı olsun ve bizden yana onlara bol hayırlar ihsan etsin.” (Hakikati Arayanlara Kılavuz, Tercüme: Mehmet Odabaşı, s. 24-26)
Ulemanın adeti
Altı Hadis kitabından biri olan Sünen-i İbn-i Mace kitabına önsöz yazan merhum allame Ahmed Davutoğlu Hocaefendi’nin şu ifadeleri de son derece calib-i dikkattir: ‘’Peygamberimiz anıldıkça bazı insanların yaptıkları gibi (S.A.V.) işaretiyle geçmeyip ‘sallâllahu aleyhi ve sellem’ cümlesini tam yazması memnuniyet ve takdirime mucip oldu. Allah razı olsun. Zira asıl sevap bu cümleyi okumaktadır.’’ Eserinde bu bilgiyi nakleden Ömer Faruk Müderrisoğlu Hoca bu konudaki tespitlerine şöyle devam ediyor:
“Salâvat-ı şerifede kısaltma yapılması ne sahabenin, ne tabiunun ne de geçmiş dönem mutekaddimun ve muteehhirun ulamesanin adetleridir. Salavat-ı şerifelerde kısaltma yapmak sonradan ortaya çıkartılmış bidatlardandır. Bir bidat bir sünneti ortadan kaldırıyorsa kim bunun caiz olduğunu söyleyebilir ki? Kitaplarda yapılan kısaltmalar veya ifadelerde s alâvat-ı şerife kullanmamak Ehl-i Sünnet’in âdeti değildir. Kendi ifadelerinde kısaltmayanlar hiçbir beşer sözünün yerini tutamayacağı salâvat-ı şerifede hangi mantık ve düşünce ile kısaltmaya giderler?
Hâlbuki her salâvat-ı şerifenin okunmasında ve yazılmasında alınacak ecirler ve okuyucu üzerinde onun meydana getireceği manevi dereceler sayılamayacak kadar çok olduğu rivayetlerimizde zikredilmiştir. Bu konuya eserlerinde yer veren ulema kısaltma yapmanın mukruh olduğunu şu ifadeleri ile belirtmişlerdir. Heysemi, İbn Salah’ın bu konudaki uyarısını şöyle dile getirmektedir: “Sonra İbnu’s Salah rahmetullahi aleyh Nebi sallâllahu aleyhi ve sellem’e salâvat-ı şerifede, salâvat-ı şerifeden mahrum olan bazılarının yaptıkları gibi ‘sallâllahu aleyhi ve sellem’ yerine ‘s.a.s’ veya ‘sav’ gibi suretteki kısaltma ve bir de salâvat-ı serifede ‘selam’ lafzını kullanmadan yapılan kısaltmada uyarılarda bulunmuş ve böyle yapılmamasını söylemiştir.” (Ömer Faruk Müderrisoğlu, Ya Habiballah, s.436)
Âlimler sözü
Burada bir inceliğe dikkat çekmek isteriz ki yukarıda kaynakları belirtilen ibarelerde İmam Birgivi salâvatın açık yazılmasını tavsiye ederken, İmam Nevevî de yazarken yapılan kısaltmaların uygun olmadığını ifada etmektedir. Tabi o dönemdeki kısaltmaların mahiyetinin farklı olabileceğini de hatırlamakta fayda vardır. Tasavvuf neşvesine sahip olan son dönem âlimlerinden Ebu Ğudde’nin kısaltmalarla ilgili yukarıdaki görüşü de aynı doğrultudadır. Merhum Ahmed Davudoğlu gibi bir allame de bunu söylüyorsa oturup bu konudaki eksiklerimizi gözden geçirmemiz gerekir.
Âlimlerimizin bir tavsiyeleri, bir öğütleri söz konusu olduğunda mutlaka yerine getirilmesinde hayırlar vardır. İhlas ve takva duygusu ile ilmin gereğini yapma arzusunda olan kimseler için onların sözleri bağlayıcıdır. Âlimlerimiz başta Allah Teâlâ’nın ismi olmak üzere Peygamberler, Eshab-ı Kiram, âlimler ve velilerin isimlerini anarken bazı dua ve saygı ifadeleri kullanmayı öğütlemişlerdir. Âlimlerin söz ve görüşleri, bilmeyen insanların sözleri gibi değildir, her birisi son derece kıymetlidir. Nitekim Hak Teâlâ buyurur: “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunu anlar.” (Zümer, 9)
Âlimlerimizin bu hassasiyetini aktarmak bizler için aynı zamanda bir vebaldir de. Onların sözlerini dinlerken ya da okurken kimisini daha önceden biliyor olabiliriz, kimisi ile de ilk defa karşılaşıyor olabiliriz. Her iki durumda da niyetimiz onların sözleriyle amel etmek ve bu konudaki eksikliklerimizi gidermek olmalıdır. Abdulkadir Geylani kuddise sırruh Hazretleri ne kadar güzel öğüt vermiştir: “Bir ilim adamının yanına gider, sözlerini dinlemezseniz, Peygamber öğüdünü dinlememiş gibi hata etmiş olursunuz.” (Fethu’r Rabbani Tercümesi, s.55)
Aydın Başar/ Altınoluk Dergisi
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.