Ne kadar hamdetsem azdır…

30 yıl felçli yaşamış, 35 ameliyat geçirmiş merhum yazarımız Rüstem Kılıç Hoca’nın vefat etmeden kısa bir müddet önce bize teslim ettiği yazılarını yayınlamaya devam ediyoruz. İşte merhum Hocamızın ibretlerle dolu hayatı…

1996 yılında bazı arkadaşlarım, benim gibi engellilerin de kullandığı şehir içinde trafiğe çıkabilen üç tekerli mobilet tipi bir araç satın alabileceğimi söylediler. Bu araçları Bursa’da üretip satan Çakırhamam’da Fulya Ortopedi ismi ile maruf şirkete sık sık gidip gelerek fiyat araştırıyordum. Sahibi rahmetli Metin Bey’le de ahbap olmuştuk. Özellikle böyle kritik kararları verirken, yanlış yapmamam için Yüce Allah beni hep doğruya yöneltmiştir. Kendisine ne kadar şükür edip hamdetsem azdır.

Bir gün Ankara’dan çok değerli dostum, hacca beraber defalarca gidip, geldiğim hacı arkadaşım, büroda birlikte çalıştığım Ramazan Karaoğlan beni telefonla aradı. “Ne yapıyorsun? Hayat nasıl geçiyor? Çoluk çocuk nasıl?” diye hal hatır sorduktan sonra ben de kendisine alacağım araçtan bahsettim. Beni uyardı ve  “Rüstem sen deli misin? O araç Bursa’nın yokuşlarını çıkmakta zorlanır, kışın yağmurda, karda, yazın da sıcakta binilmez. Çoluk çocuğunla bir yere gidemezsin. Ne yapacaksın öyle aracı da para vereceksin?” dedi.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı rustem-kilic-kimdir-kac-yasindadir-nerrlidir-biyografisi.jpg

Araba aldık

Ramazan arkadaşımın beni uyarması ile bir kez daha düşündüm. Gerçekten kışın sıkıntı çekeceğimi anladım ve üç teker araçtan vaz geçerek normal otomobil arayışına girdim. Sıfır km araç alacak kadar param olmadığından, çocuklarıma bir gazete aldırıp ilan sayfalarına baktım ve kendime uygun bir araç buldum. Henüz 19.000 km kullanılmış bir araç ilanı gördüm ve verilen telefonu arayarak görüştüm.

Satan beyefendi organize sanayide fabrikatör bir işadamıydı. Aracı İzmir’de üniversite okuyan kızı için satın almış, okul bitince de aracı tekrar satılığa çıkarmış. “Fiyatta indirim yapar mısınız?” dedim, yapamayacağını söyledi. Verilen adrese gidip aracı gördüm. Çok temiz kullanılmıştı, hatta içinde henüz yeni kokusu vardı. Bu arabayı kaçırmak istemedim.

Elimdeki para yeterli değildi. İki ay sonra emekli olacaktım ve borç bulabilirsem emekli ikramiyesi ile öderim diye düşündüm. Kimden borç alabilirim diye araştırmaya koyuldum. Borç alabileceğim kişilerin listesini yaptım ve aramaya başladım. Kimisi bir bahaneye sığındı, bir başkası vermek istemediğini açık açık söyledi. Kimseden borç para bulamadım. 

Son olarak çok da parası olacağını zannetmediğim yaşlı bir akrabamız vardı onu aradım. Direkt olarak bana; “Ben mi getireyim, yoksa sen çocuklardan birini gönderip aldırabilir misin?” dedi. Dünyalar benim olmuş, çok sevinmiştim. Şimdi rahmetli oldu, Allah gani gani rahmet eylesin, mekanı da cennet olsun. Demek ki insanlık henüz ölmemiş diye düşündüm. 

Araç sahibini tekrar aradım, hamdolsun henüz satılmamıştı. Aracı satın alacağımı söyledim ve işlemlere başladık. Arabayı satın alıp getirdik ve kapıya park ettik. Fakat işin en zor tarafına gelmiştik çünkü aracın engelli plakalı olması gerekiyordu. Bahsettiğim yıllarda engellilerin araç sahibi olabilmeleri için oturmuş bir sistem mevcut değildi. Deneme yanılma yoluyla ancak bir noktaya varmak mümkündü.

Biraz uğraştık

Henüz yollarda engelli plakalı araba görmek çok nadirdi. Bu yollardan daha önce geçmiş, araç sahibi olmuş engelli bir arkadaşımdan yardım istedim ve söylediğine uyarak evimize de çok yakın olan Acemler Trafik Polis Merkezi’ne gittim. Memur beyler çok yardımcı oldular, yeni bir plaka bastırmam gerektiğini fakat plakanın sol tarafında 15 cm boşluk bırakmam gerektiğini söylediler. Bastırıp getirdim ve boş olan yere engelli işareti koyup, plakayı mühürlediler ve artık aracıma takarak yollara çıkma hakkı kazandım.

İşin kolay tarafını geçtim, fakat trafik o şekilde aracı kullanmama müsaade etmiyordu. Çünkü gaz ve freni ayaklarımla kullanamayacağımdan, el aparatı yaptırmam gerekiyordu. Bir tanıdığımızın engelli komşusu rahmetli olmuş ve kullandığı aracın aparatını depoya atmışlar. Yakınının telefonunu buldum ve aradım. Kendisine; “Aparatı bana satar mısınız?” dedim. O’da; “Kardeşim, bize lazım değil. Gel al, senin olsun, işini gör, hem de rahmetlinin hayrı olmuş olur” dedi.

Sanayide, aparatı araca taktırdım. Sağ elimle gaz ve freni idare edebiliyordum, sol elimle ise direksiyonu kullanıyordum. Önceki ehliyetimi, trafik engelli ehliyetine çevirmek için de gerekli işlemleri yaptırdım. Şimdi sıra geldi araca ısınmaya. Zaman zaman çıkıyor, boş yerlerde sürüş egzersizi yapıyordum. Araç aldığıma benden çok eşim ve çocuklarım sevinmişlerdi. Trafiğin azaldığı gece yarısı saatlerinde, çocuklarımı da alarak şehir merkezinde şöyle bir dolaşıp eve geri dönüyorduk. Çocuklar beni rahat bırakmıyor, sürekli gezmek istiyorlardı.

Uludağ gezisi

Yaz tatillerinde ailemle, çocuklarımla bazı gezilerimiz oluyordu. Bizi çok seven, bizim de kendisine sevgimizin ve saygımızın çok olduğu kendisine hala dediğimiz bir akrabamız vardı. Halamız her yıl bize 15 dakika uzaklıkta ve Uludağ’ın zirvesine biraz daha yakın olan oteller bölgesi önündeki Çobançeşme’de çadır kurar, yaz tatilini orada geçirirdi.

Kendisini ziyarete gitmeden önce, eşine bir muziplik yapmak aklıma geldi. Yolda enişteyi aradım. Kendisine ismiyle hitap ederek; “Arsalarınızdan birine talibim, almak için şu an yoldayız. Müsaitsen 15 dakika sonra orada oluruz” dedim. Çok sevinmişti; “Tabi tabi bekliyorum buyrun” dedi.  Enişte, bizim de komşu ve köylülerimizin bulunduğu elektriği suyu ve camisi olan, yerleşik yeri değil de ücret vermemek için tek başına uzak bir yere çadır kurarak orayı tercih etmişti.

Oraya varınca dışarıdan; “Biz arsa satın almak için gelmiştik” diye seslendim. Hemen çadırdan dışarı çıktı ve benim olduğumu anlayınca da biraz bozuldu. “Sen miydin o? Allah seni bildiği gibi yapsın” diyerek geçiştirdi. Eniştenin arsa muhabbeti bitmez, anlattı anlattı… Sonra da halamın yaptığı çaylardan içtik, oradan biraz aşağıdaki Bursa’yı seyir terasına indik. Bakacak ismi verilen bu mekândan Bursa’yı çok geniş bir açıdan seyredebilmek mümkün olduğundan, bizim gibi bir çok meraklı insan da seyretmek için gelmişti. 

Şehirler arası yol

Üç kez Edirne’de yağlı güreş şampiyonu olup altın kemeri beline takan meşhur güreşçi Ahmet Taşçı’nın da akrabası olan bacanağım Şahin Taşçı beyefendi İstanbul Kirazlıtepe’de imamdı. İstanbul’un kalabalık trafiğinden kaçmak için, saatimizi gece dörtte ayakta olacak şekilde kurup akşam erkenden yatıp uyuduk. Belirlediğimiz saatte kalkarak hazırlandık ve sabah erkenden besmele çekip ilk defa şehirlerarası yolculuğa çıkmış olduk. 

Kocaeli körfez içinde dolaşıp yolu uzatmaktansa, Mudanya’dan arabalı vapura binerek Gebze’ye geçmek çok daha kolaydı. Biz de öyle yaptık. Kısmen sakin bir trafikle, İstanbul Kirazlıtepe’ye ulaştığımızda, sabah namazı henüz yeni olmuştu. Bacanak evinden çıkmış, camiye doğru yürüyordu. Arkadan selektör yaptım, dönüp geldi. Ayaküstü görüştük ve “Ezanı okuyup geliyorum, siz eve çıkın” dedi.

Genellikle Karadenizlilerin oturduğu Kirazlıtepe, ön tarafı çamlık, İstanbul Boğazına nazır, havası çok güzel ve sakin bir beldeydi. Trafiğe girdiğimde aynadan bakıyordum ve arkamdaki sürücüler, plakamdaki engelli işaretini görünce şöyle bir dikkat edip araya mesafe koyarak, beni takip ediyorlardı. Engelliler çok dikkatli olduğundan, normal sürücülerle aralarında bir fark yoktu. Fakat nedense, o dönem engelli işaretle plaka almak mecburiydi. Hamdolsun bugün kaldırıldı. 

Günümüzde engelli araçlarına çok güzel aparat yapan ustalar bulmak mümkün. Fakat o zamanlar mevcut değildi. Dolayısıyla benim gaz, fren çubuğunu idare eden teller çok ince olduğu için sık sık kopuyordu. Akan trafikte yol alırken telin kopması yüzünden birkaç kez çok sıkıntı çektiğim oldu. Bir defasında eşimle Tıp Fakültesi’ne gittik ve dönüşümüzde akan trafikte iken bahsettiğim tel kopunca trafiğin ortasında kalıverdik.

Her araçta var mı bilemiyorum, benim aracımda jikle diye tabir edilen bir kol vardı, onu çekince araç birinci vites hızında yol alabiliyordu. Dörtlüleri yakarak yolun sağ tarafına geçip emniyetli bir yere park ederek durdum. Eşim araçtan indi, yolun kenarında otların arasından bulduğu uzun bir tahta parçası getirdi. Dörtlüleri yakarak, jikleyi çektik ve birkaç yüz metre ilerideki köy yoluna döndük. Köy yolundan devam ederek bisiklet tamirinin adeta profesörü olan, Emek beldesindeki arkadaşım ve dostum Ali Ak beyefendinin tamirhanesine ulaştık.

Emekli oldum

Girişimci bir ruha sahip olduğum için, belki de ünlü bir iş adamı olabilecekken tercih etmeyi çok sevdiğim öğretmenliğe yönelmiştim. Fakat istemeyerek de olsa öğretmenliğin de sonuna gelmiştim. Emekli olmayıp, öğretmenliğe devam edebilmem için görev yapacağım okullarda, mutlaka klozet tuvalet ve en önemlisi de asansörün olması gerekiyordu. Bahsedilen yıllarda böyle bir okulu bulmak için mercek alıp dolaşmak gerekiyordu. 

Dolayısıyla emekli olmaya karar verdim. Sağlık kurulu tarafından verilen ömür boyu daimi %98 engelli raporu ile birlikte artık emekli olabilecektim. Kaderime razıydım isyan etmiyordum, fakat geçirmiş olduğum trafik kazası gerçekten hayatımı allak bullak etmişti. Bugüne kadar aldığın geçici raporların sürelerim bitmiş, on yıllık hizmet süremi de doldurmuştum. Mecburi emeklilikten başka yolum ve çarem kalmamıştı.

Şimdi yavaş yavaş biraz düzeltilmeye çalışılıyor, fakat o dönem emekli olmak dezavantajlıydı. Çalışırken alınan maaşın emekli olunca neredeyse yarısı alınıyordu. Rahmetli Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi 94 yılında, İstanbul’u Recep Tayyip Erdoğan’la, Ankara’yı da Melih Gökçek‘le kazandıktan sonra, diğer birçok şehir ve kasabanın da belediyelerini alması, bazılarının hoşuna gitmemişti. 28 Şubat post modern darbesinin ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. “Ülkede bu kadar imam hatip açılır ve başörtüsü takanların sayısı her gün daha da artarsa, ülke acaba şeriata doğru mu sürüklenir” diye endişe ediyorlardı.

Yapılan genel seçimler sonucunda Erbakan Hoca’nın partisi ile Tansu Çiller hanımın partisi ortaklık kurarak dönüşümlü başbakanlık yapmayı kararlaştırmışlardı. Onların koalisyon hükümeti döneminde, o güne kadar en azından benim görüp şahit olmadığım ölçüde hükümet memur, işçi ve emeklilerin maaşlarına büyük bir artış yapmıştı.

O yıl almış olduğum emekli maaş artışları ile birlikte emekli ikramiyesi de dahil evimizin bir çok eksiklerini tamamlamış olduk. Evimiz sıfır olmadığı için, ikinci el evler genellikle çok yıpranmış oluyor. Mutfak dolabı, kapı değişimleri, boya, badana, laminant döşeme, çekmeli sürmedipen kapılar v.s. bir çok eksiğini böylece tamamlamış olduk. Araba satın alırken aldığımız 2000 doların geri ödenmesi, çelik kapı yaptırma, kolay çıkabilmek için balkondan yeni kapı açtırma ve balkona tuğla yaptırma gibi evin eksiklerini de tamamlamayı saymadım bile…  

Bilemiyorum, Erbakan Hükümeti’nin maaşlara yapmış olduğu artış (!) birilerini rahatsız etmiş olacak ki bu hükümeti indirmeyi uygun gördüler. Erbakan hükümeti birilerine göre Laikliğe aykırı davranışlarından dolayı görevden alınıp yerine başka bir hükümet kurulunca, artık enflasyon daha da azmaya başlamıştı. Bendeniz tek emekli maaşımla beş nüfusu geçindirmek için çalışıyordum. 

Başörtüsü zulmü hortlamıştı, askerler başörtüsü ile kamu kurum ve kuruluşlarına okullara girmeyi yasaklamıştı. Dönemin cumhurbaşkanı; “Başörtüsü takmak isteyenler Suudi Arabistan’a gitsinler” diyordu. O dönemin içişleri bakanı olan bir bayan da; “Askerlerin söylediğini uygulayacağım, başörtüsünü yasaklıyoruz” demişti.

Trafik polisi

Bu arada yaşadığım bir anekdotu anlatmadan geçemeyeceğim. Emekli müracaatımı yapmak için, eşimi de yanıma alarak Heykel’e çıktık ve aracımı müsait bir yere park ederek eşimi İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gönderdim. Dörtlüleri yakıp eşime verdiğim evrakları ilgili birime teslim edip gelmesini beklerken, düdük çalarak yanıma bir trafik polisi geldi.

“Trafik yoğunluğunu görmüyor musun? Kardeşim buraya niye park ettin? Çabuk hareket et” dedi. Ben de kendisine; “Memur bey, lütfen plakamdaki işarete bir bakın ondan sonra konuşalım” dedim. Trafik polisi plakamdaki işarete bakıp geldikten sonra; “Ne var o işarette kardeşim? Anlamadım” dedi. “Aman Ya Rabbim! Memur bey, eğer siz o işaretin ne olduğunu anlamazsınız, biz engelliler durumumuzu normal insanlara nasıl anlatırız” dedim.

Elimde bakanlar kurulunun aldığı bir kararla, engelli şoförlerin böyle durumlarda 15 dakika duraklama ve bekleme yapabileceklerine dair bir kitapçık vardı. Kendisine gösterdim. “Tamam öyleyse” dedi ve yanımdan çekip gitti. Polis memuru engelliler için yayınlanan bu talimattan nasıl haberdar olmaz, tuhafıma gitmişti. Bilemiyorum belki yeni mezun oldu, yeni atanmış olabilir, diye düşünüp geçtim.

Çadır günleri

Arabayla ilgili bir anekdot daha aklıma geldi. 2000 yılında, Uludağ Sarıalan bölgesindeki Orman İşletmeye müracaat ederek bir aylık süreyle yer kiraladım. Rahmetli arkadaşım Mesut Bey’den emanet bir çadır temin edip eşimle çocuklarımla birlikte bir aylık tatil için Uludağ’a çıktık. Satın almak için bir şeye ihtiyacımız olsa, teleferikle günübirlik gidip gelme imkanı vardı. Yemeklerimizi piknik tüpünde pişiriyorduk, geceleri soğuktan korunmak için ise elektrikli soba kullanıyorduk. 

Bir sabah kızım, bize biraz uzakta olan kaynak suyundan arabayla su alıp, getirmek için çok ısrar etti. Kızımı kıramazdım, anahtarı verip dikkatli olmasını tembih ettim, su kaplarına aldı ve doldurup geldi. Yer darlığından araçlar yan yana geçebilsin diye arabamızı çam ağacına yakın park etmemiz gerekiyordu. Kızım daha genç ve heyecanlıydı kapı açık ben de seyrediyordum. Aynaya bakarak aracı geri geri park ederken, kaportayı birazcık çam ağacına sürterek biraz ezdirdi. 

Kızım çok üzülmüştü. Ben; “Sana bir şey olmasın yavrum, tamir ettiririz, düzelir” diyerek, teselli ettim. Ama maşallah şimdi gayet iyi şoför, kendi aracı da var yıllardır araba kullanıyor, herhangi bir kaza da yapmadı. Erkek çocuklar nasıl olsa bir yolunu bulup, arabayı alıp, kaçırmayı beceriyorlar. Fakat kız çocuklarına biraz cesaret vermek gerektiğini düşünüyorum.

Rüstem Kılıç/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.