Şair bir seyyah Hulusi Hemşini…

Ordu‘nun Fatsa ilçesinde bulunan Hacı Hulûsî Baba Camii‘ne ismini veren Hacı Mehmet Hulûsî Erer, aslen Rize‘nin Çamlıhemşin ilçesi Yukarı Kale- Dik Varoş (Yazlık) köyündendir. Mehmet Hulûsî 01.07.1871 tarihinde Mehmet Arif Efendi ve Zübeyde Hanım’ın altıncı çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Dört erkek ve bir kız kardeşe sahiptir.

Askerliğinden sonra Mısır, Medine, Mekke, Buhara, Belh gibi Türk- İslam kültür ve medeniyeti açısından önemli şehirlerde dinî ve tasavvufî eğitimlerini tamamladıktan sonra yolu Canik Sancağı’nın Fatsa kazasına düşmüştür. Burada verdiği vaazlarla adını tüm Fatsa’ya duyurmuş ve Fatsalı ileri gelen bir eşrafın kızıyla evlenerek Fatsa’ya yerleşmiştir.

Tahsil hayatı

Mehmet Hulûsî, ilk tahsiline 1881 yılında Atina (Pazar) rüştiyesinde başlamış, buradan 1885 yılında iyi derece ile mezun olduktan sonra Pazar ilçesinin Suçatı (Apso) köyündeki medreseye devam etmiştir. Henüz on sekiz yaşında üç arkadaşıyla birlikte yaya olarak Kâbe’yi ziyaret etmiş ve hacı olmuştur.

Akabinde ilim ve tahsil için seyahate çıkmış ve eğitimine Arabistan ve Türkistan‘da devam etmiştir. Bu arada Afganistan, Buhara, Belh, Tataristan, Noğayistan ve Merginan gibi bölgelerde bulunduktan sonra Anadolu’ya dönüp Ordu‘nun Fatsa ilçesinde Osman Paşa Medresesi‘nde görev yapan Müderris Abdülhâmid Efendi’nin ders halkasına girmiştir. Burada üç senelik tahsiliyle birlikte toplam 33 yıl süren ilim yolculuğu ve tahsil hayatını tamamlamış 1903’te hocasından icazet almıştır.

Hacı Hulûsî 33 yıllık bu gezileri sırasında akâit, usûl, tefsir, hâdis, fıkıh, siyer, ahlâk ilmi öğrenmiş, bunun yanında tasavvuftan etkilenmiş, felsefe eğitimi de almıştır. Bu gezileri sırasında edebiyat eğitimi de almış, özellikle şiirle yakın bağ kurmuş, şiir sanatının inceliklerini öğrenmiştir.

Hacı Mehmet Hulûsî dilin önemini kavramış biri olarak Lazca, Arapça, Farsça ve Rusça öğrenmiştir. Alınan her eğitimin bir karşılığı elbette olacaktır. Hacı Mehmet Hulûsî de almış olduğu eğitimin meyvesi olarak 1915 tarihinde mezun olduğu Fatsa Medresesi müderrisliğine tayin olur.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı manzara-hatiralarin-izinde-hatira-arsivi-anilar-gecidi-irfandunyamizali.jpg

Tasavvufi yönü

Hacı Kibar Ağa’nın torunu, I. Dünya Savaşı şehitlerimizden şehit Vahabzâde Tufan Efendi’nin kızı Halime Fahriye Hatun’la evlenir. Bu evlilikten Zübide Nesime, Fatmatüz Zehra ve Hatice Leyla isimli üç kız evladı olmuştur. Çamlıhemşinli Hacı Mehmet Hulûsî artık Fatsalı olur.

Hacı Mehmet Hulûsî Efendi, 1911 yılında Hacı Kibar Ağa’nın verdiği arsa üzerine tekke yaptırmıştır. Bu tekkede Kadirî tarikatının öğretisini kendine intisap eden talebelerine aktarmıştır. Ayrıca buraya birçok seyyah derviş uğrayıp burada barınmış, ibadet etmiş ve Hacı Mehmet Hulûsî Efendi’nin tasavvufi sohbetlerine katılıp ondan istifade etmişlerdir.

Kadirî tarikatına mensup olan Hacı Hulûsî Baba divanın 12. şiirinde kendine bu yolu meslek olarak seçtiğini söyler. Bu uğurda Bektaşîler gibi diyar diyar gezdiğini ifade eder. Gavs-ı âzam olarak nitelendirdiği Abdülkadir-i Geylanî’ye bağlı olduğunu belirttikten sonra bir kolunun da Nakşîbendî olduğunu ifade eder.

Hacı Hulûsî Baba yine divanın 12. şiirinde belirttiği üzere tarikat yolunda Belh, Buhâra, Horasân, Âşkâbâd, Hicâz, Şâm, Kudüs, Mısır ve Bağdât‘ı gezmiştir. Burada kendini tarikat yolunda mürid eylemiştir. Hacı Hulûsî Baba, şeyhinin ismini Muhammed Rauf Tahirî olarak söyler.

Camii oldu

Tekke, zaviye ve türbeler 30 Kasım 1925’te kabul edilen bir yasayla kapatılmıştır. Böylelikle türbedarlıklar ile dervişlik, şeyhlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik gibi birçok tasavvufî unvan kaldırılmıştır. Bu tekke de yasayla birlikte kapatılmış ancak bu yapı “Tekke Camii ve Hulûsî Baba Camii” adıyla ibadete açık tutulmuş ve imamlığına Hacı Hulûsî Baba getirilmiştir.

Hacı Mehmet Hulûsî Baba, Fatsa’da müderrislik, imamlık, sorgu hâkimliği ve Fatsa müftüsü olarak görev yapmıştır. Yapılan bu görevler de gösteriyor ki Hacı Hulûsî Baba, zamanında çok itibar görmüş; gerek yetenekleri gerek de liyâkatiyle bu görevlere atanmıştır.

21 Haziran 1934’te soyadı kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun çıktıktan sonra Hacı Hulûsî Efendi’ye “Baba” soyadı teklif edilir. Hacı Hulûsî bu soyadını beğenmez ve teklif edenlere; “Benim için bu soyadı olur ama kızlarım için bu soyadı uygun olmaz” diye cevap verir. Bunun üzerine “Eren” soyadının verilmesi teklif edilir, bu kez de; “Ben henüz ermedim.” diyerek alçakgönüllü bir kişi olduğunu ortaya koyar ve Allah izin verirse zamanla ererim‟ düşüncesiyle “Erer” soyadında karar kılar.

Menkıbeleri

Hacı Hulûsî Baba Osmanlı-Rus sınırında askerliğini yaparken sürekli kitap okur; ama elinden bir kitabı hiç düşürmezmiş. Bu durum bir Rus askerinin dikkatini çekmiş. Rus askeri Hacı Hulûsî’ye sürekli okuduğu kitabın ne olduğunu sormuş. Hacı Hulûsî Baba okuduğu kitabın kutsal kitap Kur’an-ı Kerim olduğunu söylemiş.

Bunun üzerine Rus askeri okuduğunun anlamını sormuş. Hacı Hulûsî Baba okuduğunun anlamını bilmediğini söyleyince Rus askeri, Hacı Hulûsî Baba’ya; “Hiç insan okuduğu kutsal kitabının anlamını bilmez mi?” diyerek yüzüne tükürmüş. Bu olay, Hacı Hulûsî’yi çok etkilemiş; askerden hemen sonra dinî eğitim almak ve Kur’an-ı Kerim’in anlamını öğrenmek için Mısır’a gitmesine sebep olmuştur.

Fatsa’da Osmanlı döneminde tersane bulunup bu tersanelerde korvet adı verilen küçük savaş gemileri üretildiği gibi ticarî gemiler de yapılmaktaymış. Yine bir gün bir geminin üretimi bitirilip denize indirilmiş, ne var ki gemi yol almamış. Bunun üzerine teknik incelemeler yapılmış; ancak geminin yol almasına engel bir durum tespit edilememiş. Duruma kimse bir anlam verememiş.

Orada bulunan ahaliden biri bu durumu bir de hocaya soralım demiş. Aklına Hacı Hulûsî Baba gelmiş. Hacı Hulûsî’ye durumu arz edip tersaneye davet etmiş. Hacı Hulûsî Baba tersaneye gelip geminin çevresinde dolaşmış ve geminin gövdesindeki bir tahtayı gösterip “Bu tahta sahibinden izin alınmadan buraya çakılmış, bu tahtayı buradan çıkarıp yerine başka tahta çakılırsa gemi yol alır” demiş. Bunun üzerine denilen yapılmış ve gemi yol almaya başlamıştır.

Eserleri

Hacı Hulûsî Baba Dîvânı 1915 yılında bitirilmiş, o günden bu güne edebiyat dünyası tarafından fark edilememiştir. Bunda belki 1915-1923 yılları arasında Anadolu coğrafyasındaki sosyal, kültürel, siyasal değişimlerin çok hızlı olması da etkili olmuştur. “Altının değerini sarraf, kitabın değerini de sahaf bilir” sözü Hacı Hulûsî Baba Dîvânı için de geçerlidir. Bu büyük hazine, bir kitapçının eserin değerini fark etmesiyle yok olup gitmekten kurtulmuştur.

Hacı Hulûsî Baba uzun yıllar dinî ve tasavvufî eğitimler almasından dolayı dîvânı daha çok dinî-tasavvufî konuları içinde barındırır. Divanda; tevhid, münacat, naat, medhiye, mersiye, sergüzeşt-nâme, şehrengiz vb. gibi nazım türlerini görmekteyiz. Hacı Hulûsî Baba’nın divanından başka bildiğimiz iki eseri daha mevcuttur. Eserlerinden biri bir İslam ilmihali olup eser manzum bir şekilde yazılmıştır. Eserlerinden diğeri ise nesir olarak kaleme aldığı bir hadis kitabıdır.

Beyitlerinden bir örnek

Ey dil muhabbet alemi pür-inkılab olur
Ehl-i muhabbetin kârı daim azab olur

Desem muhabbet-i derdimin tamamın sana
Derdi muhabbet tafsìli tam bin kitab olur

Düştü muhabbet başına her demde ağlarsın
Müşkil muhabbet söylesem ah güç hitab olur

Bend olsa eger mürg-i dil dâm-ı muhabbet
Áh u enìnle geçirir ömrün harab olur

Girdiyse eğer bir dile ateş-i muhabbet
Pür-süz olur dil-hanesi ciğer kebab olur

Zulmetde seni kor muhabbet nice zamanlar
Sabr et muhabbet encamında mâh-tab olur

Yaktıysa kimin ateş-i hicran cân u dili
Büryân kebedi yediği hûnu şarab olur

Böyle teayüş eyleyip kim etse tahammül
Maşukuna her bir aşıktan iktirab olur

Koyan muhabbet yoluna mutlak cân u serin
Buldu rızayı mevâsı vuslat-meâb olur

Varlık dağın sen de geç seyr eyle Hulusi
Şems-i hakikat kalbe doğar afitâb olur

Vefatı

Bu dünya bir değirmendir ve bir gün mutlaka herkesi öğütecektir. Yüce Allah Ankebut Suresi’nin 57. ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Her nefis, ölümü tadacak, sonra döndürülüp bize getirileceksiniz.” Allah’ın hükmü doğrultusunda bundan kaçış yoktur. Hacı Hulûsî Baba da bu hüküm üzerine çok kısa bir rahatsızlığın ardından 21.12.1936 tarihinde rahmeti Rahmân’a kavuşmuştur.

Not: Bu yazı Orhan Vergili’nin “Hulusi Baba Divanı” adlı yüksek lisans tezinden derlenmiştir.

Orhan Vergili/ İrfanDunyamiz.com

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Değerli alimlerimizden bize kalan…

Değerli âlimlerimiz, günden güne dünyamızdan ayrılmaktalar. Efendimiz bir âlimin ölümünü bir kabilenin ölümünden daha fena …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.