Sufilere göre nefis terbiyesi…

Sûfîler tarafından nefs; “Kulun kötü huyları ve çirkin vasıfları, kötü his ve huyların mahalli olan latife” şeklinde tanımlanmıştır.[1] Tanımdan da anlaşılacağı üzere sûfîler, nefsi şerrin kaynağı, kötülüklerin temeli olarak kabul etmişlerdir.[2] Sûfîler, nefsi Allah’ın rızasına ulaşmak için aşılması veya frenlenmesi gereken unsurların başında görmüşlerdir. Onlara göre nefsin Hakk’ın rızasına uymayan istek ve arzuları riyazet, mücahede, zikir ve yoğun ibadet süreçleri ile törpülenebilirse sâlik ilahî rızaya uygun bir hayat yaşama imkânı bulabilir.[3]

Sûfîler, özellikle, Yusuf Suresi’nin 53. ayetindeki bir ifadeden hareketle zamanla “nefs-i emmare” şeklinde kalıplaşan[4] bu kavramla ilgili önemli uyarılarda bulunmuşlardır.[5] Onlar, insanın nefsin (emmarenin) tahakkümü altında kalıp ilahî rızadan uzak bir şekilde hayat sürdürdüğünü ve bu yönüyle de insanın bu derekeden bir an önce kurtulup “nefs-i levvame” olarak tarif edilen bir üst mertebeye geçmesi gerektiğini belirtmişlerdir.

Sufilerin yaklaşımı

Kur’ân-ı Kerim’de değişik kalıplarıyla birlikte yaklaşık üç yüz yerde kullanılan “nefs” kavramı,[6] kelam[7] ve İslam felsefesi[8] gibi ilmi disiplinlerde olduğu gibi tasavvufta da üzerinde en çok durulan konulardan biri olmuştur.[9] Sürekli “kötülüğü emredici nefs” olarak tanımlanan “nefs-i emmare”nin özellikleri ve bu nefs derekesinden kurtulma noktasında sûfîlerin birçok öğütleri bulunmaktadır.

Nefsi derecelere ayırarak incelemeye tabi tutan ilk sûfî Cüneyd-i Bağdadî (ö.297/909)’dir.[10] Hakîm-i Tirmizî (ö.320/932), Gazalî (ö.505/1111) ve Eşrefoğlu Rûmî (ö.874/1470)[11] gibi isimlerce de farklı sınıflandırmalar çerçevesinde ele alınan nefs kavramı bugün ki şekliyle yani yedi aşamalı olarak İbnü’l Arabî (ö.638/1240) tarafından tasnif edilmiştir. Bu aşamalar şunlardır: Emmare, levvâme, mülheme, razıyye, merzıyye ve hakîkiyye.[12]

Sûfîler ilk olarak nefsin şehvete meyletmesi durumunda “emmare” şeklinde isimlendirildiğini söylemişlerdir.[13] Bu aşamada nefs, bedeni tabiata meyleden hissi lezzet ve şehvetleri emretmektedir. Bu nefs, kişiyi süflî tarafa çekmektedir ve insan vücuduna karışmış halde bulunmaktadır. Aynı zamanda bu nefs, maddeye de hayat vermektedir. Bundan dolayı nefs-i emmare maddenin tesirindedir.[14]

Musallat eder

Ben nefsimi temize çıkarmam; çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder[15] ayetinin nefs-i emmareye delalet ettiğini belirten sûfîler, Gazali’nin konuyla ilgili şu değerlendirmesini genel olarak benimsemişlerdir: “Ayette işaret edilen nefisten maksadın ayetteki birinci mana ile ilgili olan nefs-i emmaredir. Bu bakımdan nefis birinci manasıyla gayet çirkin ve kötüdür. İkinci manasıyla mahmud ve güzeldir. Çünkü ikinci mana ile insanın nefsi; yani insanın zâtı Allah’ı ve diğer bilinenleri idrak eden hakikattir.’[16]

Halvetiyye’nin Sivasiyye yoluna müntesip bir sûfî olan Receb-i Sivasî (ö.1009/1600), nefs-i emmare aşamasında olanları “tabiatlarının/ bedenlerinin istekleri doğrultusunda hareket eden kimseler’ olarak tanımlamıştır.[17] Ona göre, bu aşamada kişi Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarına riayet hususunda hassasiyet göstermemesinden dolayı haram ve helale dikkat etmeden önüne geleni yemekten geri durmaz. Böyle kimseler her türlü kötülüğe sahip, Ebu Cehil, Firavun ve Câlût gibi nefsin aldatmacaları neticesinde haddi aşmış ve kötü sıfatlarla muttasıf olmuş kimselerdir. Sivasî’nin ifadesine göre; “Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur”[18] ayeti böyle kimselerin nefs-i emmarenin kölesi olduklarına işaret etmektedir.[19]

Sûfîlere göre bu aşamada nefs, tabiat/ beden zulmetine düşmekte, hak ile bâtılı, hayr ile şerri birbirinden ayırt edememektedir. Şeytan ise insana ancak bu tabiat zulmeti vasıtasıyla girmeye güç yetirebilmektedir. Sâlik yani tasavvuf yolundaki kişi, nefs-i emmarede boş şeylerle uğraşmak, alay etmek, başkasına eziyet etmek, kendini beğenme, makam sevgisi, gıybet, gammazcılık, kin, haset, kibir, riya, tûl-i emel, hırs, tama, baş olma sevdası, cimrilik ve dedikodu yapmak gibi birçok kötü huyla hareket etmektedir.[20]

Sûfîler bu mertebede nefsin mahallini sadır; hâlini hevâya meyil, âlemini şehâdet ve varidini (kazandırdığı) şeriat olarak takdim etmişlerdir. Onlara göre, emmare mertebesinde nefsin seyri, seyr-i ilallâh/ Allah Teâlâ’ya yürümek/ yolculuk yapmaktır. Bu derecenin nuru mavidir.[21] 

Kurtulma yolları

Sûfîlere göre hayvanî şehvet sahibi nefsi/ nefs-i emmareyi zayıflatmak için, yeme-içme ve uykuyu azaltarak insanlardan belli ölçülerde uzaklaşmak gerekir. Çünkü onun şerrinden kurtulmak, ancak onu güçsüz hale getirmekle mümkündür.[22] Eşrefoğlu da nefs-i emmareyi yenmek için şu tavsiyelerde bulunmuştur:

Bunların zararsız hâle getirilmesi ve ortadan kaldırılması için açlık çekmek, az konuşmak, az uyumak, halkın içine karışmamak, daima lâ ilâhe illâllah zikrine devam etmek,[23] hakikî mürşitten feyz almak ve iradesini ona teslim edip onun emrine itaat etmelidir. Çünkü bunlar nefsin kötü sıfatları için panzehir vazifesi görür.[24]

Receb-i Sivasî ise nefs-i emmarenin tesirinin tevbe ve gafletten uyanma gayreti ile kırılması gerektiğini dile getirir ve şöyle der: “Bu kötü vasıflara sahip birey, bir mürşid-i kâmil elinde Nasuh Tevbesi[25] ile tevbe etmeli, akabinde bâtınını tamamen kötülüklerden arındırmalı, gafletten uyanarak haddi aşmaktan ve istiğrak halinden uzak durmalıdır.[26]

Sufiler nefs-i emmareden kurtulmanın önemli bir yolunun mürşid-i kâmile intisap etme olarak takdim etmişlerdir. Mevlana Celaleddin Rumi (ö.672/1273) de nefs-i emmareden kurtulmanın mürşid-i kâmile tabi olmaktan başka bir yolunun olmadığı görüşündedir. Ona göre nefsi pirin gölgesinden başka bir şey öldürmez.[27] Çünkü insan tek başına onunla başa çıkamaz ve onun inadının karşısında duramaz.[28] Nefsin çok yönlü saldırılarına ancak zümrüt gibi olan şeyhin yüzü, ejderha nefsin gözünü kör eder.[29] 

Hasıl-ı kelam

Sûfîlerin nefs-i emmareye dair düşüncelerini ve ondan kurtulma noktasındaki tespitlerini şu başlıklar altında değerlendirebiliriz: Sûfîler, nefs-i emmareyi iki yönlü olarak düşünmüşlerdir. Onlar nefs-i emmareyi yaratanı tanıma ve dinin gereklerini yerine getirebilme imkânına sahip olduğu için bu yönüyle güzel görmüşler ancak ahlak-ı zemimeye dair dayatmaları nedeniyle kaçınılması ve bir an önce tahakkümlerinden kurtulması gerekli bir nefs derecesi olarak kabul etmişlerdir.

Nefs-i emmarenin dayattığı kötü huyları ve bunların alternatiflerini dile getiren sûfîler, bu nefs aşamasının hangi yollarla ıslah edileceği konusu üzerinde de durmuşlardır. Genel olarak sûfîler, nefs-i emmarenin dayatmalarından bir mürşid-i kâmil eliyle kurtulmanın mümkün olduğunu dile getirmişlerdir. Kötü huylardan kurtulmada örnek olma, adap-erkân ve güzel ahlaka dair diğer yönlendirmeleri nedeniyle bu süreçte mürşid-i kâmilin vazgeçilmez konumuna işaret etmişlerdir.

Yine sûfîler, sırf akıl yardımıyla nefs-i emmarenin yanıltıcı ve aldatıcı istek ve arzularından kurtulmanın mümkün olmadığını ifade etmişlerdir. Bu noktada sûfîlerin akla eleştirel bir yaklaşımda bulunduklarını ifade edebiliriz. Hakkı bâtıldan ayırma noktasında nefsin aldatıcı tuzaklarına karşı sırf akıldan ziyade hakka yöneltici ve kâmil bir mürşidin gerekli olduğunu ifade etmişlerdir.

Nefs-i emmareye karşı direnç kazanabilmek için az yeme, az uyuma ve az konuşma gibi hususlara riayet edilmesi gerektiği hususunu dile getiren sûfîler bu süreçte zikir, tefekkür ve ilimle donanıma erme konularının da son derece önemli olduğunu dile getirmişlerdir. Netice itibariyle sûfîler, nefsi sıfatlarına göre tasnif etmiş ve onunla mücadele etmeyi büyük cihad olarak benimsemişlerdir.[30] Onlar, bu zorlu mücadele için gerekli her türlü birikime sahip olmanın yolunu da tarif etmişlerdir.

Dr. Fatih Çınar/ İrfanDunyamiz.com

1 Abdülkerim Kuşeyrî, Risâle, tahk. Abdulhalim Mahmud, Kahire, 1989, s. 174; Gazali, İhyâu Ulûmid-Dîn, tahk. Abdullah el-Halidi, Daru’l-Erkam, Beyrut Tarihsiz, c.III, s.8.
2 Hucvirî, Keşfu’l-Mahcûb, Tercüme: Süleyman Uludağ, (Hakikat Bilgisi), Dergah Yay., İstanbul 1982, s.309.
3 Süleyman Uludağ, İslam Düşüncesinin Yapısı, İstanbul 1979, Dergâh Yay., s. 235.
4 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1979, c.IV, s.2872.
5 Hayrani Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları No: 171, Ankara 1986, s.42-43, 56.
6 Kur’ân-ı Kerim’de ‘nefs’ kavramının kullanışı ile ilgili olarak bkz; Fatih İbiş, ‘Kur’ân Bağlamında Nefs Olgusu ve İnsanın Teo-Ontolojik Yapısı Üzerine Bir Deneme’, Toplum Bilimleri, Temmuz – Aralık 2012,  6 (12), s. 235-244.
7 Abdülhamid İ., ‘İslam Tefekküründe Ruh Meselesi’, çev. Saim Yeprem, Nesil Dergisi, İstanbul 1998, c.II, s.7.
8 Bu konularda bkz; Cevdet Kılıç, ‘Muhammed İkbal’in Düşüncesinde Benlik Felsefesi’, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara 1999, Sayı: II, s. 51-55; Abdullah Kasapoğlu, ‘Yusuf ve Züleyha Açısından Kur’ân’da Nefs-i Emmare Kavramı- Freud’un İd Kavramıyla Bir Mukayese’, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara, 2006, Sayı: XVII, s. 57-59.
9 Ahmet Ögke, Kur’ân’da Nefs Kavramı, İnsan Yay., İstanbul 1997, s.45-56.
10 Süleyman Ateş, Sülemî ve Tasavvufî Tefsiri, Sönmez Neşriyat Yay., İstanbul, 1969, s.148 .
[11] Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-Nüfûs, İstanbul, 1971, s. 7; Mustafa Kara, Eşrefoğlu Rûmî, Ankara, 1995, s. 57; Salih Çift, Hakim Tirmizî ve Tasavvuf Anlayışı, İnsan Yay., İstanbul, 2008, s. 217-9. 
12 İbn Arabî, Fusûsu’l-Hikem, tahk. Abdürrezzak Kâşânî, s. 144-158. Hasan Ünsî (ö.1136/1723) ise nefsi şu şekilde kategorize etmiştir: Emmare, levvâme, mülheme, mutmainne, râdıye, mardıyye ve sâfiyye. Rıfat Okudan, Hasan Ünsî ve Tasavvufî Görüşleri, Fakülte Kitabevi, Isparta 2007, s. 163-6.
13 Trabzonî’de bu ifadeyi birebir görmek mümkündür. Kösec Ahmed Trabzonî, Âdâbu’l-Ubûdiyye fî Süneni’l-Muhammediyye, Amasya Bayezid Kütüphanesi, no: 1540/8, vr. 208b-209a.  Detaylı bilgi için bkz., Öncel Demirdaş, ‘Kösec Ahmed Trabzonî’ye Göre Nefs ve Nefsin Kategorileri’, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 18:1 (2013), s.157-181.
14 Abdürrezzak Kâşânî, Istılâhâtu’s-Sûfiyye, tahk. Muhammed Kemal İbrahim, Kahire, 1981, s. 95.
15 Yusuf 12/53.
16 Gazalî, İhyâ c.III, s. 8.
17 Recep Sivasî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, Beyazıt Kütüphanesi Veliyüddin Efendi Bölümü, no: 1836, 1b-2a.
18 Zuhruf 43/36.
19 Sivasî, Risâle, 1a.
20 Anonim, Atvâr-ı Seb’a, Süleymaniye Kütüphanesi, İbrahim Efendi Bölümü, no:461/I, 2b. Eşrefoğlu Rûmî ise nefs-i emmare sahiplerinin hoşa gitmeyen yedi hasletini; heva, şehvet, gadap, hırs, ucub, kibir ve buhl/cimrilik şeklinde sıralamıştır. Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-Nüfûs, s. 255-256.
21 Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, s.45-46; H. Avni Yüksel, Türk-İslam Tasavvuf Geleneğinde Rüya, MEB Yay., İstanbul 1996, s.217; Ramazan Muslu, ‘Nefs-i Emmare’, Tasavvuf El Kitabı, Editör: Kadir Özköse, Grafiker Yay., İstanbul 2013, s.345.
22 Trabzonî, Âdâbu’l-Ubûdiyye, vr. 209b.
23 Aziz Mahmûd Hüdayî de nefs-i emmare derecesinde ‘lâ ilâhe illallâh’ zikrine devam edilmesi gerektiğini söylemiştir. H. Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdayi, Hayatı ve Eserleri, Erkam Yay., s.185 vd.
24 Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-Nüfûs, s.260-262.
25 Burada şu ayete bir atıf yapılmıştır: ‘Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, Peygamber’i ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Çünkü onların nurları, önlerinde ve yanlarında koşar da, ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kadirsin, derler.’ Tahrim 66/8.
26 Sivasî, Risâle, s.1b-2a. Geniş bilgi için bkz; Fatih Çınar, ‘Receb-i Sivasî ve ‘Risâle fî usûli’l-Halvetiyye’ Adlı Eseri’, Sûfî Araştırmaları, c.III, Sayı: VI, s.81-100.
27 Mevlana, Mesnevî, c.II, beyit: 2538.
28 Mevlana, Mesnevî, c.II, beyit: 2275.
29 Mevlana, Mesnevî, c.III, beyit: 2548. Mevlana’nın nefs konusundaki diğer fikirleri için bkz; Musa Kaval, ‘Mevlana’nın Mesnevî’sinde Nefis Kavramı’, Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (2011) 4/2, 149-163. Ahmed Kuddusi (ö.1265/1849) ise nefs-i emmarenin tasallutlarından kurtulmanın yolunun aşktan geçtiğini belirtmiştir. Ali Tenik, Ahmet Kuddusi ve Tasavvuf Düşüncesi (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara 2007, s.96.
30 Bu konuda hadis olduğu belirtilen rivayet için bkz.,Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.424-425.

Şahsiyet Gelişimi↗

Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.

Adab-ı Muaşeret↗

Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.