Sami Efendi ile tenezzüh ettik…

Zıvarnıklı Hacı Nuri Arıcı Efendi aslen Ispartalı olup 1880 yılında doğmuş ve 1960 yılında vefat etmiştir. Şimdiki adı Altınekin olan Konya’nın ilçesi Zıvarnık’ta Merkez Ali Paşa Camiinde imamlık yapmıştır. Hakkında pek fazla bilgi bulunmayan Hacı Nuri Efendi ile ilgili merhum hafız Hasan Hüseyin Varol Hocamız şu hatıraları naklediyor:

Yıl 1976… Üstadımı ziyaret kastıyla İstanbul’a gittim. Bir Pazar günüydü. Gerçi çok sıkılgan, çok çekingen bir halim vardı. Pek bu tür şeylere tek başıma gitmeye cesaret edemezdim. Ama o gün, adeta bir rüzgâr beni arkamdan itelercesine sürüklüyordu. Hiçbir şey düşünmeksizin Erenköy’ünde hane-i saadete doğru yürüdüm.

Trenden inmiştim. Yavaş yavaş oraya doğru vardım. Fakat ne göreyim! Rahmetli Ömer Kirazoğlu ağabey, bir arabaya eşya yerleştiriyordu. Kendisine doğru yaklaştım, selam verdim. Beni görünce selamı aldı, neşeli bir halde: “Hasan hafız, iyi oldu geldiğin. Biz Efendiyle bir tenezzüh için çıkacaktık, seni de götürelim” dedi.

Elini öptüm

Beni içeriye aldı. “Sen şu ağacın altında oturadur. Biraz sonra efendimiz aşağıya inecekler, görüşürsünüz” dedi. Ağacın altında üç tane sandalye var. Birisine ben oturdum. Biraz sonra baktım üstadım hazretleri ve arkasında Mûsa Topbaş ağabey geliyorlar. Ayağa kalkıp bekledim. Geldiler, selam verdiler ve oturdular.

Üstadımızın elini öptüm. İşaret buyurdular, oturdum. Halimi, hatırımı sordular. Sohbetlere devam edip etmediğimi sordular. Başka ne işle meşgul olduğumu sordular. Kendilerine imamlık görevimin devam ettiğini, bu arada Hayra Hizmet Vakfı adında bir vakıf kurduğumu, onun işleriyle de meşgul olduğumu ifade ettim. “Hayra Hizmet Vakfı, güzel bir isim olmuş” buyurdular.

“Bir hayra vesile olan onu yapan gibi ecir alır” buyurmuş Peygamberimiz… Cenâb-ı Hakk hizmetinizi kabul buyursun, tehlikelerden korusun, rızasına muvafık hizmetler nasip eylesin” diyerek çok güzel bir dua yaptılar. Beni çok sevindiren bir dua olmuştu bu…

Tepeye gittik

Bizim sohbetimizin devam etmekte olduğu bir sırada Ömer ağabey geldi. Edepli bir tavırla; “Efendim, yola çıkabiliriz” dedi. Efendi hazretleri ve Musa Topbaş Efendi hazretleri kalktılar. Bendeniz de peşlerinde dışarı çıktık. Üç araba hazırlanmıştı. Bindik arabalara ve bulunduğumuz bölgenin kuzeyine doğru gittik. Tabelasında Şeyler yazan bir bölgeye geldik.

Ağabeyler arabadan inip sağa sola bakındılar. Münasip bir yer bulamadılar. Tekrar arabalara bindik. Biraz gerilere gelince bir tepe gördük. Balıksırtı bir tepe… Tam sırt kısmında sık bir ağaçlık ve ormanlık vardı. Tepenin yamacında düzgün bir yer bulundu. Hepimiz koşuştuk ve arabalardaki sergileri ve malzemeleri getirdik. Yer hazır olunca Ömer ağabey arabaya gitti, Sami efendimizle Musa ağabeye “Buyurun efendim” dedi.

Arabadan inişleri ve tepenin yamacında bize doğru yavaş yavaş gelişleri son derece güzel bir manzaraydı. Bu olay 1976 yılının yaz günlerinde olmasına rağmen hala gözümde tazeliğini ve canlılığını koruyor. Oturduk. Biraz sonra sohbet başladı. Ömer Kirazoğlu ağabey “Mecelle”den bir şey sordu. 15 kişi kadar varız. Diğer kişileri ben tanımıyorum.

Ancak, sohbetin feyzi hepimizi kuşattı. Birbirimize bakacak boş bir zamanımız yoktu. Dikkatle dinliyorduk. Ömer beyin sorusunu cevaplayan üstadımız sadece onunla kalmadı. Mecellenin maddelerini arka arkaya okumaya ve izah etmeye başladı. En fazla üzerinde durduğu ve izah ettiği madde “Def-i mefsedet, celb-i maslahattan mukaddemdir” maddesi oldu.

Nadir anlar

Ömer Bey, o güne kadar böyle bir sohbette bulunmamış olacak ki; efendi maddeleri okudukça heyecanla “Allah” diye nara atıyordu. Çevremdekilere baktım, hepsinde olağanüstü bir hal vardı. Üstat hazretleri oradan tasavvufa geçti. Tasavvufu anlattıktan sonra Tarikat-ı Aliye-i Nakşibendiyeye intisap eden bir insanın nasıl çalışacağını ve “letaifler” de, dersin nasıl yapılacağını anlatmaya başladı.

Kalpten başladı, ruh, sır, hafa, ahfa, nefs, sultan-ı zikir ve nefy-ü isbat dersine geldi. O gün benim dersim “nefy-ü isbat”taydı. Bu dersin nasıl yapıldığını bizzat üstadımdan görmek istemiştim. Cenâb-ı Hakk lütfetti de Efendi bu dersi orada çok açık ve net olarak birkaç defa tekrar ederek gösterdi. Hayatımın nadir saatlerinden birini yaşıyordum.

Sohbet bitti, kahvaltı yapıldı, çaylar içildi. Tekrar hane-i saadete dönüldü. Gelirken bizim arabadaki arkadaşlar, kendi aralarında heyecanla konuşuyorlardı. Arkadaşlar, “Biz bugüne kadar hiç böyle bir sohbet görmedik, bu nasıl oldu” diye soruyorlardı. İçlerinden birisi bana “Yahu kardeşim, sen kimsin, Allah aşkına, nereden geldin? Bu sohbet olsa olsa senin içindir” dedi. Ben de kim olduğumu, nereden geldiğimi onlara anlattım. Tanıştık, biliştik ve sevindik.

(Not Bu yazı merhum Hafız Hasan Hüseyin Varol Hocamızın “Yaşadıklarım ve Gördüklerim” adlı Hatırat kitabından kısaltılarak derlenmiştir. Başlıklar sitemize aittir. Geçmişlerimiz için Fatihalara ve dualara vesile olması niyazı ile.)

Hasan Hüseyin Varol/ İrfanDunyamiz.com

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Bazı insanlar baklava gibidir…

Gördüğünüzde albenisi olan, canınızı çektiren; dışı çok güzel olmakla beraber içi olmamış ya şerbet tam …

Bir yorum

  1. Muzaffer Dereli

    Elhamdülillah.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.