Sinop Boyabat İlçesi Tepeköy Yardımlaşma ve Kalkındırma Derneği’nin 26 Kasım 2011 tarihinde düzenlediği “Kur’an’la ve Namazla Diriliş” programının ikinci konuşmacısı yazar Ahmet Bulut Hoca’ydı. Namaz gönüllüleri olarak bundan beş yıl önce girdikleri bu yolda çok şükür ülkemizin tamamını taradıklarını söyleyen Ahmet Bulut Hoca sözlerine şöyle başladı: “Bir ilimiz haricinde bütün illerimize gittik. İlçe ve köylerle beraber, bin beş yüz – iki bin civarında program yapılmış oldu. Bir de ek olarak radyo ve televizyon programları yapıldı. Derdimiz şu: 2007’de bir anket yaptık. Evinizde Kur’an var mı diye sorduk bu ankette. Ülkemizde yaşayan insanların %95’i evet cevabı verdi. Evlerinizde Kur’an’ın Meali/ Türkçe Açıklaması var mı, diye sorduk tam % 45’i var dedi. Hayat kitabınız Kur’an’ı sürekli ve düzenli okuyor musunuz diye sorduk %4.9 evet dedi. Şu kadar Diyanet camiamız, şu kadar ilahiyat camiamız, şu kadar A cemaatimiz B cemaatimiz var ama sonuç 4.9 dostlar. Hayat kitabımızla aramız açılmış. Aramız açıldığı için de iki yakamız bir araya gelmiyor.”
Konuklara Sinop’un en meşhur yemeğini soran Ahmet Bulut, “Sırık kebabı” cevabını alınca şöyle bağladı sözü: “Sırık kebabı yemeye gider gibi seccadenin üzerine gittiğiniz oluyor mu? İşte öyle namaza gittiğimiz gün bizim dirildiğimiz gündür. Namazı bir borç olarak görmek yanlıştır. Peygamberimiz namazı kulun Rabbiyle sohbet etmesi olarak nitelendirmiştir. Namaza çağrıldığında bir kimse gitmediği zaman, kimi reddetmiş oluyor bunu düşünmeliyiz. Allah celle celalüh; ‘Haydi namaza’ diyor, ‘İşim var gelemem, dizim var gelemem, maçım var gelemem’ diyoruz. ‘Namaza gel kurtulacaksın’ diyor ama bu daveti reddediyoruz. Böyle bir şey olabilir mi değerli kardeşlerim? Günde beş kere namaz içtimaı var, yoklamayı yapan Allah celle celalüh. Hele bir de sabah namazı vardır ki Allah’ın o günkü ilk ikramıdır. Aynı zamanda günün ilk imtihanıdır, şeytanla ilk savaşımızdır. Kalkamayanlar güne şeytana karşı mağlup başlarlar. Sabah namazına kalkan o gününü sigorta yapmış olur.”
Hayatımızda namazdan daha önemli hiçbir şeyin olamayacağını söyleyen Ahmet Bulut sözlerine şöyle devam etti: “Bakıyorsunuz bir mağaza ilan veriyor; sabah mağazamızın açılışında falan ürün dörtte bir fiyatına diye. Sabahın beşinde altısında kalkmışlar mağazanın önünde büyük bir kuyruk oluşturmuşlar. Ama camiye bakıyorsunuz sabah namazında üç beş kişi var. Düşünün ki; Süleymaniye Camii’nde yarın sabah namazına katılanlara çeyrek altın dağıtılsa ve denilse ki; ‘Sakın ha kimseye söylemeyin her sabah namazına geldiğinizde bu altınlardan size yine verilecek.’ Böyle bir şey denilse yarın sabahtan itibaren Süleymaniye Camii’nde yer bulabilir misiniz kardeşlerim? Böyle olsa herhâlde hepimiz çoluk çocuk herkesi alır camiye koşarız değil mi? Neden? Çünkü işin ucunda bir tane çeyrek altın var. Kıymetli kardeşlerimiz! Efendimiz sallellâhü aleyhi ve sellem buyuruyor ki: ‘Sabah namazının iki rekât sünneti dünya içindeki her şeyden daha hayırlıdır.’ (Müslim, Müsâfirîn 96) Altının faydasına inandığımız kadar Allah Resulü’nün bu sözüne iman etmiş olsak ben de Müslümanım diyen hiçbir Müslüman namazını kazaya bırakmazdı. İmanınız varsa imkânınız var. Allah’ı seviyorsanız korkmayın güçlü sizsiniz. ‘Allah’ım seni seviyorum’ demenin gözle görülür, elle tutulur somut ifadesi namazdır.” “Çocuklarımızı hepimiz düşünüyoruz öyle değil mi?” diye bir soru soran Ahmet Bulut akabinde şunları söyledi: “Peki çocuklarımızın sınavlarını düşündüğümüz kadar onların ahiretlerini de düşünüyor muyuz? Onları okula kaldırmakta zorlandığımız gibi namaza kaldırmak için de zorlanıyor muyuz? Ya da ateşi yükseldiğinde telaşlandığımız kadar namazlarını kılmadıklarında da telaşlanıyor muyuz? Çocukların karnını doyurmayı, sırtını giydirmeyi çocuk yetiştirmek olarak algılıyoruz. Hâlbuki beş vakit namaz şuurunu vermek bütün bunlardan daha önemlidir. Kıymetli kardeşlerim! ‘Oğlum namaz kıl, kızım namaz kıl’ demek de çözüm değildir. Çünkü insan duyduğunu değil gördüğünü uygulamaktadır. Siz namaz merkezli bir hayat yaşarsanız, ezan okunduğunda tüm işlerinizi bırakıp namaza durursanız evladınız da bundan etkilenecektir.”
Ahmet Bulut Hocayla konferans öncesinde çaylarımızı içerken yeni çıkan “Fatma Dua Engel Tanımaz” adlı kitabını konuşmuştuk. İhsan Atasoy Abi’nin tavsiyesi üzerine Fatma Tatlı’nın hayat öyküsünü yazdığını söylemişti. Salondaki konuşmasında da bu kitaptan bahsetti. Bu güzel hayat hikâyesinin gün ışığına çıkma serüvenini şöyle anlattı: “2008 yılının hacdan önceki dönemiydi; Senai Demirci Abi’yle beraber Sivas’a konferansa gittik. Çok yoğun bir kalabalık toplantıyı izledi. Çok tatlı ve feyizli bir geceydi. Program bitti, çıkışta kitapları imzaladık. Kitapları imzalarken baktım ki kuyrukta tekerlekli sandalyede bir kızımız var. Yanımıza çağırdım, adını sordum; ‘Fatma Tatlı’ dedi. ‘Rahatsızlığın ne’ diye sordum. ‘Hocam’ dedi, ‘Ben kas erimesi hastasıyım, ilkokula giderken başladı her geçen gün bir kabiliyetimi yitiriyorum.’ Televizyondan duymuş bizim Sivas’a geleceğimizi, Allah razı olsun annesi bir taksi tutmuş, saatler öncesinden salona getirmiş. Biraz sohbet ettik, sonra vakit geldi Fatma’yı uğurladık. O gece Sivas’ta kaldık. Sabah namazını otelimizin yanındaki Paşa Camii’nde kıldık. Sonrasında İmam Efendi’nin daveti ile bir çorba içmeye gittik. Çorbayı içtikten sonra Senai Demirci Abi dedi ki: ‘Gelin kendimize bir iyilik yapalım. Hani dün gece köyden programı izlemek için gelen kızımız Fatma var ya, onu ziyarete gidelim. Onun duasını alalım.’ Bu sözü üzerine gitmeye karar verdik. Müezzin kardeşimiz sağ olsun bizi arabasıyla merkeze 30 km uzaklıktaki Fatma’nın köyüne ulaştırdı. Köyün girişinde birkaç yaşlı amcamıza Fatma’nın evini sorduk. Köylülerin; ‘Sabahın bu erken saatinde bunlar da kim’ bakışları arasında Fatma’nın evini bulduk.”
Sonrasını Ahmet Bulut şöyle anlattı: “Fatma’nın annesi inekleri sağmış elinde kovasıyla avluda duruyordu. Bizi görünce hemen buyur etti ve içeri aldı. Fatma içerde yatağının üstünde oturuyordu. Sabah sabah bizi görünce başladı ağlamaya. Demez mi; ‘Hocam biliyordum geleceğinizi çünkü ben Rabbimden istemiştim sizi evimizde misafir etmeyi. Sizi buraya gönderdi ya; Rabbimize hamdolsun.’ Meğer sabah sabah bizi yola düşüren Fatma’nın duasıymış. Tabiî Fatma bir taraftan konuşuyor bir taraftan ağlıyor. Baktık evdeki herkes ağlamaya başladı. Sanırsınız ki ev cenaze evi olmuş. Ortamı biraz yumuşatalım diye ben Fatma’ya birkaç soru sorayım dedim. Bir baktım Fatma’ya ne sorarsam bana Kur’an’la cevap veriyor. Onun Kur’an’la olan bu muhabbeti beni şaşırttı. Dedi ki; ‘Benim en sadık dostum kitabımız Kur’an-ı Kerim. Fakat kollarım tutmuyor, tutamıyorum kitabımızı. Annemden rica ediyorum önüme bir yastık koyuyor onun üstüne de Kur’an’ımızı koyuyor öyle okuyabiliyorum. Ben sadece yapraklarını çevirebiliyorum.’ Dostlar! Fatma’nın bu Kur’an sevdasına bakın. Elinizde derman varken bu kitabınızı bırakmayın. Birkaç tane fotoğraf çektik, müsaade isteyip ayrıldık. Bir hafta sonra bir televizyonda Namazla Diriliş programımız vardı. Konuğumuz Urfalı Aziz Kutluay Hoca ve Yaşar Alptekin’di. Fatma’ya bir sürpriz yapalım, onu canlı yayına telefonla bağlayalım diye düşündüm. Canlı bağlantı gerçekleşti, selamun aleyküm, aleyküm selam faslından sonra; ‘Şuan canlı yayındasın ne söylemek istersin. Namazla ilgili düşüncelerini almak istiyoruz.’ dedim. ‘Hocam’ dedi; ‘Bir sırrımı paylaşacağım sizinle.’ Hayırdır dedim. ‘Neredeyse her gece rüyamda ayağa kalktığımı görüyorum. Yavaş yavaş namaz kılıyorum. İstiyorum ki bu namazım hiç bitmesin. Eli ayağı tutan büyüklerimden rica ediyorum namazlarında tembellik etmesinler.’ Bunu söyledikten sonra tak diye kapattı.”
Birkaç vakit sonra bir sabah vakti Fatma’yı yine aradığını söyleyen Ahmet Bulut bu konuşmayı şöyle anlattı: “Fatma telefonda dedi ki: ‘Hocam beni ziyarete geldiniz, bir de televizyonda canlı yayına bağladınız. Bilmiyorum iyi mi ettiniz kötü mü ettiniz. Eskiden bu hasta kızı kimse arayıp sormazdı. Şimdi ev ziyaretçi akınına uğradı. Korkuyorum ki Rabbimle aramıza girerler.’ Sonra Fatma benden bir ricada bulundu: ‘Hocam duydum ki hacca gidecekmişsiniz, benim Efendimiz’e yazdığım mektupları ona götürür müsünüz? Orada ona okuyabilir misiniz?’ Ben de; ‘Ne demek bacım emrin olur’ dedim. Bu konuşmamızdan Senai Abi’ye bahsettim. Senai Abi de o günlerde TRT ile hac belgeseli için görüşüyorlarmış. TRT ekibine bahsetmiş Fatma’dan. Hatta onları Fatma’yla görüştürmüş. Fatma’nın orijinal hali TRT ekibini mest etmiş ve Senai Abi’ye; ‘Bu kardeşi biz hacca götürelim’ demişler. Günahlarına kefaret olacak bir işe girişmişler. Olurdu olmazdı derken bütün işlemler başlatılmış, Fatma’nın dosyası Diyanet’te hacdan sorumlu hocamıza gelmiş. Hoca demiş ki: ‘Yedi yüz bin kişi sırada bekliyor. Bir de engelliler hacca gideceğiz derse biz bu işin içinden çıkamayız.’ Fakat dostlar Fatma dilekçeyi sağlam yere vermiş, dilerse olduruverene. Yani onun dilekçesi Rabbimize ulaşmış olmalı ki o dönemin Diyanet İşleri Başkanı imzayı basmış ve Fatma’ya istisnai bir izin verilmiş. Ben de televizyon programından dostlarla hacca gideceğiz diye vedalaştım ama son anda vizede problem çıktı, Fatma hacca gitti ben gidemedim. TRT, Fatma’nın görüntülerini çekti ve belgesel yaptı ve üç dört yıldır her sene yayımlıyor. Onu izleyenler hac aşığı olup çıkıyorlar.”
Sabah dokuzda başlayan mesaimiz akşam dokuz itibariyle bitmiş oldu. On iki saat boyunca Abdullah Yıldız Hocamla birlikte çok güzel etkinliklere katılmış oldum. Bu son etkinlikte de onun ve Ahmet Bulut Hoca’nın bu güzel ve faydalı konuşmalarından istifade ettim. Allah bize yeni şeyler öğrenmeyi ve öğrendiklerimizle da amel etmeyi nasip eylesin.
Aydın Başar/ İrfan Yolculuğu
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
- Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…
- Sosyal medyada yaptığımız hatalar neler?
- İhsan kıvamında üç güzel hayat…
- İnsanın hayatı anlama çabası…
- Suudi Arabistan’da tasavvufun izleri…