Hazreti Ali’nin Kur’an Anlayışı

Peygamber Efenimiz’in amcasının oğlu ve kızı Hazreti Fatıma’nın kocasıdır. Künyesi Ebu’l Hasan ve Ebû Turab; lâkabı Haydar, yani arslandır. Nesebi, Ali bin Ebî Talib bin Abdulmuttalib bin Haşim bin Abdimenaf bin Kusayy bin Kilab bin Mürre bin Ka’b bin Lüeyy’dir. Annesi ise Esedi’in kızı Fatıma’dır. Rasulullah, annesi Amine Hatun’dan öksüz kalınca bu hanım Peygamberimize öz evlat muamelesi yapmıştır. Hazreti Ali’nin annesi Müslümanlığı kabul etmiş, O vefat ettiğinde Rasulullah çok üzülmüş ve kendi eliyle kabre indirmiştir.1

Hazreti Ali hicretten yirmi üç yıl önce dünyaya gelmiştir. Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’den otuz yaş küçüktür.2 Ebû Talib’in çocukları çok olduğundan dolayı maddî yönden ev halkını geçindirmekte zorlanıyordu. Rasulullah, o zaman çok sevdiği amcasına yardım etmek isteyerek durumu diğer amcası Abbas’a açmış ve Ebû Talib’e yardım etmenin bir vazife olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Abbas, Ebû Talib’in oğullarından Cafer’in geçimini üstlenmiş, Rasulullah da Ali’yi almış ve kendi ailesine katmıştır.3

Peygamber ocağında

Peygamber Efendimiz’in evinde büyüyen ve yetişen Hazreti Ali radıyellahu anh, ilk vahyin gelip, davetin dışarıya açılmasıyla beraber İslâm’ı kabul etmiştir. Böylece O, ilk Müslümanlardan olmuştur.4 Çok küçük yaşta İslâmiyeti kabul ettiği için, fıtratını korumuş ve hiçbir zaman putlara secde etmemiştir.5

Peygamberimizin özel sevgisine mazhar olan Hazreti Ali radıyellahu anh, değişik zamanlarda ve yerlerde birçok kez onun duasını almıştır. Peygamberimiz, bir defa ona şöyle dua etmişti: “Ey Allah’ım! Ali’nin kalbini en doğru olana eriştir ve dilini de (hakikat) üzerine sabit kıl.”6 Yetiştiği evin ve yakın olduğu insanın önemini hiçbir zaman hatırından çıkarmayan Hazreti Ali, almış olduğu duaların bereketiyle, büyük bir âlim oldu. İnsanlar onun görüşlerine müracaat etmiş ve Rasulullah’ın “Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır” sözü, hakkında gerçekleşmiştir.7 Bu sözden anlaşıldığı gibi hangi zümreye ait olursa olsun bütün Müslümanlar, Rasulullah’ın Kur’an-ı Kerim’i en iyi bildiğinde ittifak etmişlerdir. Sahâbenin ileri gelenleri de, Rasulullah’tan zengin ve geniş bir ilim telakkî etmişlerdir. Bunların başında, amcası oğlu ve damadı Hazreti Ali gelmektedir.8 Sonuçta o, taşıdığı bu ilmî kudreti sayesinde ilim şehrinin kapısı olmaya hak kazanmıştır. Allah Teala, ona geniş hikmet vermiş ve en çarpıcı anlatım tarzını öğretmiştir.

Hazreti Ali radıyellahu anh, Rasulullah’ın zamanında Kur’an’ın tamamını ezberleyen hafız sahâbîlerdendir.9 Hıfzını sadece okuma/ kıraat düzeyinde tutmamış, bilakis; okumanın değişik lehçeleri, harflerin mahreçleri ve tecvid bilgisini de kendinde toplayarak Kurra’dan olmuştur.10 Hafızlık ve kıraat bilgisinde derinleşen Hazreti Ali, Kur’an ilimlerinde kazanmış olduğu vukûfiyetle, sahâbenin âlimleri arasına girmiştir. Tabiinden Mesruk’un (ö: 63/682) beyanına göre; “Sahâbîlerin hepsinin ilminin kendisinde sonuçlandığı iki âlim sahâbîden biridir.” Diğeri ise Abdullah bin Mes’ud’dur.11

Hazreti Ali anlamaya çok önem verdiğinden dolayı, anlamayı zorlaştırır endişesiyle Kur’an’ın küçücük mushaflara yazılmasını hoş karşılamamıştır.12 Çünkü okuyucu küçük mushaftan Kur’an okurken, anlamayı olumsuz yönde etkileyen haricî sebeplere takılarak manadan uzaklaşabilir.

Her ne kadar tefsir usulü çalışmalarında Hazreti Ali’ye ait bağımsız bir bölüm açılmasa da, birçok İslâm bilgini onu müfessir sahâbîler arasında saymaktadır.13 Hazreti Ali böyle bir payeyi elde ederken ayetler üzerinde çok çalışmıştır. Bizzat kendisi, bir örnek olması kabilinden şu olayı anlatmaktadır: “Kur’an’daki şu ayeti anlamak bana çok müşkil gelmişti: ‘Erkek tekrar boşarsa, artık bundan sonra kadın, başka bir kocaya varmadan kendisine helal olmaz…’14 Allah’ın kitabını araştırmaya devam ettim ve sonra anladım ki, ikinci koca bu hanımı tekrar boşarsa ilk kocası onunla yeniden evlenebilir.”15 Örnekten anlaşılan, Hazreti Ali’nin Kur’an’ı anlama konusunda çok yoğunlaşmasıdır. Bu yoğunlaşmanın temelinde ise, Allah’ın göndermiş olduğu ayetlere bir Müslümanda olması gereken ciddi bir bakış vardır. Bütün bunlar, Hazreti Ali’nin Kur’an’ı ezberlemesi, ayetler üzerinde çalışması, hayata katması ve kendini ayetlerin muhatabı sayması; onun Kur’an anlayışıyla alâkalıdır. Peygamber Efendimiz’in mahremiyeti dairesinde terbiye edilmiş, insanî meziyetlerin hepsini kendinde toplamış olan ve hiçbir zaman haktan ayrılmayan16 bu büyük insanın Kur’an anlayışını daha iyi anlayabilmek için şu başlıklar altında incelemekte fayda vardır:

1. Kur’an’ın önüne hiçbir şeyi geçirmemek:

Diğer büyük sahâbîler gibi Hazreti Ali radıyellahu anh da içtihat yaparken önceliğin Kur’an’a verilmesini değişik vesilelerle vurgulamıştır. Hatta O, fakih olmayı Kur’an’ı öncelemeye bağlamıştır. Bu çerçevede şunu söylemiştir: “Gerçek anlamda fakih, insanların ümidini Allah’ın rahmetinden kestirmeyen, Allah’a isyan konusunda kişilere ruhsat/ kolaylık vermeyen, onları Allah’ın azabından emin kılmayan ve başka bir (kaynağa) yönelerek Kur’an’dan yüz çevirmeyendir. Kendisinde ilim olmayan ibadette, anlayış olmayan ilimde ve derin derin düşünmenin olmadığı kıraata / Kur’an okumalarında hayır yoktur.”17

Hazreti Ali radıyellahu anh’ın hayatında, Kur’an’ın temel kaynak olarak alınmasını gösteren başka örnekler de vardır. Hazreti Ali, mehri belirtilmemiş bir kadının kocasının cinsel beraberlikten önce ölmesi durumunda kadına mehir gerekmeyeceği görüşündeydi. Kur’an bu durumu şu ayetle açıklığa kavuşturmuştu: “…Onlardan (kadınlardan) faydalandığınız takdirde, kararlaştırmış olduğunuz mehri verin…”18

Hazreti Ali’ye, “Böyle bir kadın için / mehri belirtilmemiş ve cinsel beraberlikten önce kocası ölmüş kadına mehri misil, miras ve iddet vardır” şeklinde bir hadis rivayet edilince şu cevabı vermiştir: “Baldırına bevleden bir bedevinin rivayetini alıp, Allah’ın kitabını ve Rasulünün sünnetini terkedemeyiz.”19 Hazreti Ali’nin tavırlarından çıkan sonuç, Kur’an’ın önüne herhangi bir şeyi geçirmenin doğru olmadığıdır. Buradan hadis inkârcılarına ekmek yoktur, çünkü hadis olarak görülebilecek güvenilir bir rivayet olmadığı için Hazreti Ali böyle davranmıştır.

2. Nüzul ortamı ve vakıa-vahiy ilişkisine ait bilgiden faydalanma:

Peygamber Efendimiz sallellahu aelyhşi ve sellem’in evinde ve velayetinde yetişen Hazreti Ali radıyellahu anh, doğal olarak Kur’an’ın nüzul süresini en iyi takip edenlerdendir. Bu takibi sonunda mükemmel bir nüzul bilgisine sahip olmuş ve ayetleri anlamada, yorumlamada ve hüküm çıkarmada bu bilgisinden yararlanmıştır. Kur’an ayetlerinin iniş yeri ve zamanı konusunda sahâbeden, sadece iki kişi çok iddialıdır. Birisi Hazreti Ali, diğeri Abdullah bin Mes’ud’dur. Bu iddiasını, yani; ayetlerin iniş sebebi bilgisini en iyi bilenlerden olduğunu Hazreti Ali, şu sözüyle ilan etmiştir: “Allah’a yemin olsun ki, Kur’an’dan inen her ayetin niçin indiğini, nerede ve kim hakkında indiğini biliyorum. Şüphesiz Rabbim bana (temiz) bir kalp, sağlam bir akıl ve açık bir lisan bağışlamıştır.”20

Konuyu biraz daha açmış, “Ayetlerin gece mi, gündüz mü, dağda mı, ovada mı indiğini bilirim.” demiştir.21 Kur’an’ı anlamada önemli bir alt yapıyı oluşturan nüzul sebebi ve vakıa-vahiy bilgisi, Hazreti Ali’nin de içinde bulunduğu bir grup sahâbîde çok öne çıkmıştır. Bu insanlar gerek içtihatlarında, gerekse Rasulullah’tan duyduklarında çoğu zaman nüzul sebebi bilgisinden faydalanmışlardır.22 Bu açıklamalar gösteriyor ki, Hazreti Ali Kur’an’ı yorumlamada ve anlamada nüzul sebebini çok ciddiye almış ve bu bilgilerini güncelleştirmek suretiyle, hayata yaşanabilir şeyler olarak sunmuştur.

3. Sorarak öğrenme:

Sorarak öğrenme, önemli bir öğretim metodu olarak bugün de güncelliğini korumaktadır. Hadis külliyatındaki Peygamberimizin soru sormayı yasakladığı ve sahâbenin fazla soru sormadığı şeklindeki haberler bizce yanlış anlaşılmıştır. Zira aynı hadis külliyatı, sorulara verilen cevaplarla doludur. Olsa olsa bu yasak, anlamsız ve lüzumsuz sorularla ilgili olabilir.23 Seviyeli ve sözün coğrafyasına uygun soruları Peygamber Efendimiz yasaklamamış ve cevaplandırmıştır. Zaman zaman sahâbesini soru sormaya teşvik etmiştir.

Rasulullah’ın bu teşviklerini bilen Hazreti Ali şöyle bir olayla karşılaştığını anlatır: “Müslümanlardan birisine uğradım ve gördüm ki adam müşrik olarak ölen babası için istiğfarda/ Allah’tan babasının bağışlanması talebinde bulunuyor. Peygamber’e geldim ve bu durumu haber verdim. Bunun üzerine şu ayet indirildi:24 “Akraba bile olsalar, cehennem halkı oldukları belli olduktan sonra (Allah’a) ortak koşanlar için mağfiret dilemek; ne peygamberin, ne de inananların yapacağı bir iş değildir.”25

Hazreti Ali’yi böyle bir konuda soru sormaya iten sebep, Müslümanlarla müşrikler arasındaki velâyet ayrılığı[26] ve Kur’an’da, inanmayanlara istiğfar edilmesini yasaklayan bazı ayetlerin varlığıdır.27

4. Kur’an’ı hayata katma:

Kur’an’ın, sahâbenin hayatında meydana gelen olaylara müdahale ve onları mutlak doğruya yönlendirme çerçevesinde nâzil olduğu bir gerçektir. Tarih içerisinde konuşmasına rağmen, evrensel mesajlar taşıyan Kur’an, kıyamete kadar, inandım diyen insanlar için en temel kaynaktır. Ondan gereği gibi istifade edebilmek ve samimiyetle yaşanabilir hale getirebilmek için önce iman etmek gerekir. İman olmadan hayata katmanın bir değeri olmadığı gibi, inanıp hayata katmamanın da bir anlamı yoktur.

Kur’an’ı hayata katmayı Hazreti Ali radıyellahu anh şöyle açıklamıştır: “İnsanlardan öyleleri var ki, onlara iman verilmiş fakat Kur’an verilmemiştir. Bazılarına ise Kur’an verilmiş fakat iman verilmemiştir. Öyleleri de var ki; hem iman hem Kur’an verilmiştir. Bazı insanlar da vardır; onlara ise ne iman ne de Kur’an verilmiştir. Sonra da onlara şöyle bir misal verdi; imanın verilip Kur’an’ın verilmediği insan, hurmanın benzeridir. Tadı güzeldir fakat kokusu yoktur. Kendisine Kur’an’ın verilip imanın verilmediği kimse ise, reyhan gibidir; kokusu güzeldir, tadı ise acıdır. İmanın ve Kur’an’ın verildiği insan ise narenciye gibidir; kokusu da güzeldir tadı da güzeldir. İmanın ve Kur’an’ın verilmediği kişi ise Ebû Cehil karpuzu gibidir. Tadı acıdır, kokusu ise yoktur.”28

Verilen örnekten anlaşılan; Kur’an’ı iman ederek hayatına katan, fakat Kur’an ilimlerine vakıf olmayan insan hurmaya benzetilmiştir. Kendisiyle ve yaratanıyla barışık bir hayat süren birisidir. Bunun bir ilerisi ise, iman ettiği Kur’an’ı hayatına katan ve Kur’an ilimlerini bilen kişidir; narenciyeye benzetilmiştir. Bireysel anlamda güzel olduğu gibi ürettikleriyle başkalarını da faydalandırmaktadır.

5. İçtihadî yaklaşım:  

Hazreti Ali radıyellahu anh, fetva veren sahâbîler grubundadır.29 Her ne kadar fetva vermekle içtihat etmek ayrı şeyler olsa da, aralarında bir yakınlığın olduğu da bir gerçektir. Hazreti Ali, çok fetva veren sahâbîlerden biridir. Iraklılar için verdiği fetvalar ve hükümler bir mecmua olacak çaptadır.30 Nitekim, Abdullah bin Mes’ud da, zamanında Medine’nin en iyi hüküm vereninin Hazreti Ali olduğunu söylemiştir. Aynı kanaati, Hazreti Ömer de yinelemiştir.31

Hazreti Ali, fetvalarında ve içtihat usulünde bireysellik yerine kolektif çalışmayı tavsiye etmiştir. Çünkü Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, şu hadisinde olduğu gibi aktif bir istişareyi önermiş ve Hazreti Ali de bu tavsiyelere uymuştur. Hadis şöyle: “Dedim ki, Ey Allah’ın Rasulü! Bize bir buyruk geldiğinde, onun emir veya yasak olduğuna dair bir açıklama yoksa ne yapmamızı söylersin. Buyurdu ki; ‘Dinde anlayış sahibi kimselerle/ fakihlerle ve (Allah’a hakkıyla) ibadet eden âbidlerle istişare ediniz. Salt reyle (meseleyi) geçiştirmeyiniz.’”32

Peygamberimizin bu öğütlerine uyan Hazreti Ali, kolektif içtihatların yapıldığı istişarî meclislerde bulunmuştur. Hazreti Ömer, zina yapan deli/ mecnun bir kadına ölüm cezasını verdiğinde, Hazreti Ali; Aklı olmayandan sorumluluk kalkmıştır.diyerek, Hazreti Ömer’in hükmünü bozmuş ve uygulamadan kaldırmıştır.33

Benzeri bir içtihadı da Hazreti Osman radıyellahu anh döneminde olmuştur. Evliliğin altıncı ayında çocuk doğuran bir kadına, şikayet üzerine müeyyide uygulamak isteyen Hz. Osman’a mani olmuş ve şu ayeti okumuştur: “Biz insana ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. (Ana karnında) taşınması ile sütten kesilmesi otuz ay sürdü…”34 arkasından diğer bir ayeti hatırlatmıştır: “Onun sütten kesilmesi ise iki yıl içinde olmuştur.”35 Hazreti Ali, bu iki ayetten, hamileliğin asgarî süresinin altı ay olduğu sonucunu çıkarmış ve dolayısıyla kadının doğumunun normal olduğunu belirtmiştir.36

Ehl-i Kitab’ın kestiklerinin yenebileceğine ruhsat veren ayete rağmen[37] O, Hıristiyanların kestiğinin yenmeyeceği şeklinde içtihatta bulunmuştur. Buna sebep olarak da, kendi dönemindeki Hıristiyanların hakikatten pay taşımadıklarını ve onlarda içkiden başka bir şeyin kalmadığı gerçeğidir.38

Bir ara içki içme yeni fethedilen yerlerde yaygınlaşınca Hazreti Ömer, nasıl bir ceza verilmesini sahâbe ile istişare etti. Kur’an’dan delil getiren Hazreti Ali şöyle bir içtihatta bulundu ve bu görüş kabul edildi: “Biz içki içene seksen sopa vurulması kanaatindeyiz. Çünkü o, içince sarhoş olur, sarhoş olunca saçma sapan konuşur. Saçmalayınca da iftirada bulunur.” Bu cezayı Hazreti Ömer de kabul etti.39

Kıraatiyle, fıkhıyla ve üretmiş olduğu değerlerle Kur’an’a hizmet eden Hazreti Ali’nin faziletleri pek çoktur. Sadece anlamaya yönelik faaliyetlerle değil, daha başka çalışmalarıyla da Kur’an’a hizmet etmiştir. Nahiv ilminin esasları Hazreti Ali tarafından ortaya konulmuştur. Hazreti Ali radıyellahu anh, bir kere Kur’an-ı Kerim’in yanlış okunduğunu duymuş, bunun üzerine nahvin tümel kurallarını açıklamak suretiyle buna engel olmak istemiş, bu tümel kuralların izahından sonra bu ilim kitap haline getirilmişti.40

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

1 Şiblî, Asr-ı Saadet, V, 53-5; İslâm Ansiklopedisi, I, 307.
2 Şakir, Dört Halife, s. 351.
3 İbn Kesîr, el-Bidaye, III, 25; Hudarî, Nuru’l-Yakîn, s. 29; Şiblî, Asr-ı Saadet, V, 55.
4 İbn Kesîr, el-Bidaye, III, 24.
5 Zerkanî, el-Menâhil, II, 18.
6 İbni Sa’d, Tabakât, IV, 154.
7 Aliyyu’l-Kârî, Fıkh-ı Ekber Şerhi, s. 112.
8 Salih, İslâm Mezhepleri ve Müesseseleri, s. 175.
9 Zerkeşî, el-Burhan,, I, 296.
10 Okiç, Tayyib, Tefsir ve Hadis Usulünün Bazı Problemleri, s. 141.
11 İbni Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakki’în, I, 13.
12 İbn Ebî Şeybe, Musannef, II, 382.
13 Zehebî, et-Tefsir ve’l-Müfessirûn, I, 207.
14 2/Bakara 230.
15 Nahhas, Meâni’l-Kur’an, I, 207.
16 Filibeli, İslâm Tarihi, s. 252.
17 Darimî, Mukaddime 29, I. 89.
18 4/Nisa 24.
19 Şevkanî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Neylu’l-Evtar Şerhu Münteka’l-Ahbar, Beyrut 1989, VII, 359.
20 İbn Sa’d, Tabakât, IV, 154.
21 Zerkanî, el-Menâhil, II, 15.
22 Emin, Duha’l-İslam, II, 138.
23 Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, T.D.V. Yay., Ankara 2000, II. Bsk, s. 46.
24 Nahhas, Meâni’l-Kur’an, III, 259.
25 9/Tevbe 113.
26 Bak: 9/Tevbe 23-24.
27 Bak: 9/Tevbe 80,84; 63/Münâfikun 6
28 Dârimi, 23, Fedail 8, s. 838.
29 Hallaf, İslâm Teşrî Tarihi, s. 23.
30 Emin, Duha’l-İslam, II, 181.
31 İbn Sa’d, Tabakât, IV, 155-6.
32 Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 178.
33 Ebû Davud, 32, Hudud 16, no: 4401, IV. 559.
34 46/Ahkaf 15.
35 31/Lokman 14.
36 Nahhas, Meâni’l-Kur’an, I, 215.
37 5/Maide 5.
38 Taberî, Câmiu’l-Beyan, Iv, 442.
39 Malik, 42, Eşribe 1, II. 842.
40 Şiblî, Asr-ı Saadet, V, 121; ayrıntılı bilgi için bkz. Bakırcı, Selami-Demirayak, Kenan, Arap Dili Grameri Tarihi, Erzurum, 2001.

Sünnet Yolumuz ↗

Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’e dair yazılar okumak için tıklayın.

Hayat Kitabımız ↗

Hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’e dair ilmi ve seviyeli yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

İlk Japon Müslüman kimdi?

Japonya’nın en eski ve en büyük İslamî kuruluşu olan Japonya İslam Merkezi Başkanı Dr. Salih …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.