Bizim inancımıza göre içinde yanlış olmayan tek kitap Kur’ân-ı Kerîm, hayatında yanlış olmayan tek insan da Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’dir. Kur’ân-ı Kerîm’in dışındaki kitaplarda yanlışlar olabilir, Peygamber Efendimiz’in dışındaki insanlar da yanlış söz söyleyebilirler ve hata işleyebilirler. İnsanlar, peygamberler gibi olamaz; peygamberler de hata işlemiyorlar diye ilahlaştırılamaz.
Şeriatımızda herkesin bir konumu ve makamı vardır, herkes kendi yerine oturtulur. Başta dört halife ve sahâbe-i kirâm efendilerimiz olmak üzere âlimleri, mücâhidleri, gâzileri, şehidleri, velileri ve çağımızın dâvâ adamlarını bu ölçüye göre değerlendiririz. Herkesi layık olduğu yere oturturuz. Biz, her zaman ve herkese karşı âdil olmak durumundayız. Bizim vazgeçilmez özelliklerimizden birisi âdil olmamızdır.
Hilafetin ardından
Müslümanlar, hilâfet müessesesine sahip olamayıp halifelerini kaybettikten sonra parçalandı ve dağıldılar; sonra da bir arayış içerisine girdiler. Bu arayış neticesinde dünyanın değişik yerlerinde değişik İslâmî cemaatler ortaya çıktı. Özellikle de Mısır’da, Türkiye’de ve Hindistan’da ortaya çıkan bu yapılar, kendi çevrelerinden etkilenerek İslâmî bir dil geliştirdiler. Bazıları kendi çevrelerindeki uyuşuk ve pısırık Müslümanları ağır bir dille suçlarken bazıları da tenkit ve eleştiri oklarını gayr-i Müslimlere yönelttiler.
1947 yılında Hindistan’dan ayrılan Müslümanların kurduğu Pakistan’da da durum aynı şekilde gelişti. Oradaki Müslüman önderler de çevrelerinden etkilenerek kendilerine göre bir dil geliştirdiler. Ülkelerinde meydana gelen üzücü olaylara bîgâne kalıp medreseye kapanan ve sadece ilimle meşgul olan ulemâyı tenkit ettiler. Ayrıca tasavvufu yanlış anlayan ve yanlış tatbik eden sûfîleri tenkit ettiler.
Meseleyi araştırmayanlar da bunları medrese ve tasavvuf düşmanı olarak ilân ettiler. Bu şekilde yanlış anlaşılanlardan biri de Seyyid Ebu’l A’lâ El Mevdûdî’dir. O da ülkesindeki kötü gidişe karşı durmayan ulemâ ve sûfîleri tenkit etmiştir. Yazımızın başlığı, Mevdûdî’nin Türkçe’ye tercüme edilen ve Özgün Yayınları tarafından neşredilen bir kitabının adıdır. Önce yazar Mevdûdî sonra da adı geçen kitabı hakkında kısa bilgiler vermek istiyorum.
Mevdudi’nin hayatı
Mevdûdî, 25 Eylül 1903’de Hindistan’ın Haydarâbâd eyaletine bağlı Evrengâbâd kasabasında doğdu. Kendisine büyük dedesi Ebu’l-A’lâ’nın adı verildi. Âile, Hazreti Hüseyin Efendimiz’in soyundan geldiği için Seyyid diye anılırdı. Mevdûdî, İlk eğitimine avukat olan babası Seyyid Ahmet Hasan’dan Farsça, Urduca, Arapça, mantık, fıkıh ve hadis dersleri alarak başladı.
1914’te Batı tarzında eğitim veren Medresetü’l Fevkâniyye’nin sekizinci sınıfına kaydoldu. 1915’te âilesinin kasabadan Haydarâbâd’a taşınmasının ardından eğitimini buradaki dârululûmda sürdürdü. Kısa bir süre sonra babasının sağlığının bozulması üzerine okuldan ayrılıp âilesinin geçimine katkıda bulunmaya çalışan Mevdûdî, eğitimine kendi gayretiyle okul dışından devam etti.
1918 yılında Delhi’ye taşınarak gazeteciliğe başladı. 1919’da Cebelpûr’da “Tâc” isimli haftalık derginin önce muhabirliğini sonra da editörlüğünü yaptı. Daha sonra Delhi’ye dönerek Hindistan Âlimler Cemiyeti’nin yayın organı “Cemiyet”in yardımcı editörlüğünü üslendi. 1928’de gazeteciliği bıraktı. Kendisini yazı çalışmalarına verdi. 1932’de Haydarâbâd’da yayınlanmakta olan “Tercümânü’l Kur’ân”da yazmaya başladı. 1928’de bunun sahipliğini aldı. Sonraki yıllarda bu dergi Hindistan yarımadasındaki İslâmî hareketin sesi oldu. 1938’de Muhammed İkbal ile bazı çalışmaları oldu.
Hapse atıldı
1941’de Cemaat-i İslâmî’yi kurdu. 1947’de Pakistan kurulunca buraya hareket etti. 1948’de yaptığı çalışmalar devletin güvenliğini tehlikeye düşürdüğü gerekçesiyle tutuklandı. İlk hapsi 4 Ekim 1949’dan 20 Mayıs 1950’ye kadar sürdü. Kâdiyanîler hakkındaki yazı ve politik çalışmalarından dolayı 1952’de sıkıyönetim tarafından idama mahkûm edildi.
Ülke içinden ve dışından gelen yoğun baskılar neticesinde 25 Mayıs 1952’de serbest bırakıldı. 6 Ocak 1964’te zamanın devlet başkanı Eyüp Han tarafından, Cemaat-i İslâmî yasadışı kabul edilmiş ve Mevdûdî tutuklanmıştır. 1972’ye kadar Cemaatin liderliğini yürüttü.
1979’da vefat eden Mevdûdî’nin 20. Asır Müslümanlarının uyanmasında büyük etkisi olmuştur. Çağımızın ender kişilerinden olan üstad Mevdûdî, hayatı bir bütün olarak ele almış, Müslümanları psikolojik ve sosyolojik yıkıntıdan kurtarmak için politik, sosyal ve kültürel alanlarda ilmî çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalarının meyvesini hayatında gören birkaç lider kişiden biridir.
Geleneksel İslâmî anlayış ve kavrayış biçimini çağdaş bilimlerle geliştirmiş, batının dünyayı sömürmede kullandığı metotlara cesurca karşı çıkmış, İslâm’ın özgünlüğünü ve farkını çağımızın insanına yeni bir solukla sunmayı başarmıştır. Geride büyük bir politik ve kültürel miras bırakan Mevdûdî’nin eserleri birçok dünya diline çevrilmiştir. Özellikle genç insanların ufkunun açılmasında önemli bir rol oynamıştır.
Mevdudi’nin mesajı
Mevdûdî’nin adı geçen eserinden şu bölümü siz saygıdeğer okuyucularımın dikkatlerine arz ediyorum: “Benim için İslâmî Hareket, hayatımın gerçek gayesidir. Hayatım bu gayeye adanmıştır. Ölümüm de bu gayenin peşinde koşmakla olacaktır. Başkalarının bu yolda olup olmaması da önemli değildir. Şatlar ne olursa olsun bu yolda yürümek benim vazifemdir.
Ben, bu dâvâ uğruna hayatımı fedâ edeceğim. Tek bir fert bile kendini ortaya koymasa, bu yolda yalnız kalsam, ben yine bu yolda yürümeye devam edeceğim. Eğer bütün dünya bana karşı durmakta ve bana muhâlefet etmekte birleşse, ben onlarla tek başıma ve yılmadan mücâdele etmeye devam edeceğim. Ben, İslâm’ı çok dikkatli bir şekilde inceledim ve araştırdım. Kalbim, kafam ve ağzımla bu yolun dışında başka bir selâmet ve emniyet yolu olmadığını söylüyorum.
Sadece gayr-i Müslimleri değil, Müslümanları da İslâm’a dâvet ediyorum. Fakat bu dâvetin gayesi, kendisi İslâm yolundan sapmış olan hâlihazırdaki Müslüman diye adlandırılan toplumu korumak ve pekiştirmek değildir. Benim dâvetim şudur: Gelin, dünyaya yayılmış olan zulüm ve kargaşaya son verelim. İnsanın insana olan hâkimiyetini söküp atalım. Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilen çizgiler doğrultusunda, insanlığın gerçek değerini kazanabileceği ve insanların şeref, özgürlük, eşitlik, adâlet ve kardeşlik içinde yaşayabileceği yeni bir dünya kuralım.”
Gelin bu dünyayı değiştirelim
Evet, rahmetli Mevdûdî bunları söylüyor. Ben de onun gibi söylüyor ve siz saygıdeğer okuyucularıma diyorum ki, gelin bu dünyayı değiştirelim. Değiştirebilir miyiz? Rahmetli gibi ciddî bir imâna, pörsümeyen bir dâvâ şuuruna sahip olursak Yüce Allah’ın izni ve keremiyle elbette değiştirebiliriz. Öyle ise gelin bir yerden başlayalım. Gayret bizden tevfîk Allah’tandır.
Yukarıdaki yazıda renklendirdiğim bölümü bir daha okumanızı tavsiye ederim. Ben de rahmetli Mevdûdî’nin dediği gibi diyor ve Müslümanları İslâm’a dâvet ediyorum. Yüce Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de anlattığı ve Peygamber Efendimiz’in, sahâbe-i kirâm efendilerimizle birlikte yaşadığı İslâm’a dâvet ediyorum. Peygamber Efendimiz’in tatbikatında kadın-erkek münasebetlerine ve dikkat edilen mahremiyet titizliğine dâvet ediyorum. Ve diyorum ki, gelin bu konuda kendi dünyamızı değiştirelim.
Biz, kendimizi değiştirmediğimiz ve gerçek manada Müslüman olmadığımız müddetçe dünyayı değiştiremeyiz, bunu da bilelim. Müslümanlar olarak son yıllarda çok savrulduk, özümüzden çok şeyler kaybettik. Savrulduğumuz konulardan biri de mahremiyet konusudur. Bu konuda sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler de çok yanlışlıklar yaptılar. Ama unutmayalım ki, İslâm, sivil toplum kuruluşlarının, partilerin ve particilerin dediği ve yaşadığı değil; Yüce Allah’ın dediği ve Peygamber Efendimiz’in yaşadığıdır.
Bu eksikliğimizi gidermek ve gerçek İslâm’ı öğrenmek için Mevdûdî’nin “Dört Terim” ve “Gelin Bu Dünyayı Değiştirelim” isimli kitaplarını dikkatle okumanızı tavsiye derim.
Prof. Dr. Mustafa Ağırman/ İlkadım Dergisi
BENZER YAZILAR
İslam Alimleri ↗
Kıymetli İslam alimlerini tanıtan birbirinden güzel yazılar okumak için tıklayın.
Abide Şahsiyetler ↗
İslam’ın çilesini çekmiş öncü şahsiyetlere dair yazılar okumak için tıklayın.