Mahmut Bayram Hoca’yı İmam Hatip liselerinin ilk açılmaya başladığı yıllarda tanıdım. O zaman bendeniz delikli 2,5 kuruş bilet parası bulamayacak kadar ihtiyaç sahibi bir kardeşinizdim. Gazetede beş tane İmam Hatip Okulu açıldığını okumuş ve İstanbul’daki İmam Hatip’e kaydımı yaptırmak istemiştim. İçimde bir imam Hatip aşkı oluşmuştu. Fakat imkânsızlıklardan dolayı kayıt döneminde gidememiş, okullar açıldıktan bir buçuk ay sonra kayıt yaptırmak için İstanbul İmam Hatip okuluna gitmiştim.
Babamın izni yoktu, Kur’an kursundan kaçmış gelmiştim. İlk olarak İstanbul İmam Hatip Lisesi müdürü Celaleddin Ökten Hocamızın yanına geldim. Ancak üzerimde öyle bir elbise vardı ki Rus kabanı gibiydi; görüldüğünde şüpheleniliyordu. Fakirlikten dolayı onu giymiştim. Bu kıyafetimden dolayı bir buçuk ay geç geldiğimden dolayı Celaleddin Hocamız beni okula almak istemedi. Bir netice alamayacağımı anlayınca odasından dışarı çıktım. Artvin’den gelmiş amacıma ulaşamamıştım.
İşte eğitimci
Kapıdan çıkınca bir öğretmen gözlerimden yaş aktığını gördü, -eğitimci olduğunu bu tavrıyla gösterdi- “Ne istiyorsun yavrum” dedi. “Burada okumak istiyorum, almıyorlar beni” diye sert bir şekilde cevap verdim. Sonradan öğrendim ki bu öğretmen, Mahmut Bayram Hoca’ymış. O sırada Raşid Bağursak Hoca da yanımıza geldi. Sonra Müdür Beyin odasına birlikte girdiler. Çıkınca bana; “Oğlum hiç merak etme biz seni bu okula aldıracağız” dediler.
İmam Hatip Okulu’na kaydoldum ama diğer öğrenciler nasara yensuruyu çekmeye başlamışlar, emsileyi yarı etmişler, ben ise yeni gelmişim; Arapça okuma yok, yazma yok. Eğitimci olmanın bir vasfı da öğrencilerin üzerine tek tek eğilmektir. Elimi tutarak bana “Allah” lafzını yazdıran hoca olarak tanıyorum Mahmut Bayram Hoca’yı. Sonra beni hat konusunda çok iyi olan Mehmet Hoca’ya götürdü ve ona; “Bu çocuğa yazıyı öğretmeden sakın bırakma” dedi.
Mehmed Akif’in; “Asım’ın nesli, diyordum ya, nesilmiş gerçek:/ İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek” ifadesi İmam Hatip okullarının iç bünyesinde mevcuttu. Bu okullar hayati bir önem taşıyordu. Ben ikinci sınıfa geçtiğimde sınıf temsilcisi oldum. Mahmut Bayram Hocam derse gelir iki elini masanın üzerine kor ve şöyle derdi: “İçimizde İmam Hatip okullarını doğmadan boğmak isteyenler var. Allah’ın izni ile size güveniyorum. İmam Hatip okullarının yüzü sizinle gülecek.’ Bu sözü benim hâlâ kulaklarımda çınlar.
Vasiyetimdir
Vasiyetimde yazdım, öldükten sonra eğer bana hatim okuyacak, dua edecek varsa, Mahmut Bayram Hocamın da ruhuna okusun, göndersin. Niye? Çünkü o benim İmam Hatip’e kaydolmama ve orada okumama vesile olan hocaydı. O dönemde bizim hem maddi hem mânevî her türlü ihtiyacımızı temin etti. Bize evinde yemek yedirir, eliyle bizi tekrar yurda kadar getirirdi. Yurt müdürüne de; “Bu çocuklar önce Allah’a sonra size emanet der” ayrılırdı.
Mehmet Ödemiş Bey’le beraber Kızılminare’de akşamla yatsı arası ders okutur, namazı kıldırırdı. Bu fedakârlığı yapan ne kadar çok insan çoğalırsa, İslam dini, Kur‘an daha ileriye gider, bugünkü gibi kalmaz uygulanma safhasına doğru gider. Bu fedakârlığı yapamadıktan sonra eğitimcinin eğitimci olduğunun ispatı pek kolay değil.
Bir gün Mahmut Bayram Hocam beni çağırıp dedi ki: “Bundan sonra hiçbir kimseye başın ağrısa da söylemeyeceksin. Gelip beni bulacaksın. Ben ya Kızılminare’deyim ya da burada dersteyim.” İşte biz öyle bir feragat sahibi bir muhterem hocanın tedrisinden geçtik. Herkese kendi kabiliyetine göre hitap ederdi. İnsanların üzerinde hep olumlu bir tesir bırakırdı. Onları olumsuz düşüncelere sevk edecek her türlü tavırdan kaçınırdı.
Abi derdi
Okuduğu hutbeleri ya iki ayet ya da hadis-i şerif olurdu. O ayetleri de cemaate ezberlettirirdi. “Ben sizin hocanızım, bir dahaki hafta size sorarım” derdi. Mahmut Hocamızla iletişim kurarken; “Hocam nasılsınız” dediğimiz zaman; “Çelük gibiyim” derdi. Bununla şöyle bir mesaj vermek istiyordu. Yılmak yıkılmak yok, pes etmek yok, umutsuzluk yok, Allah için güçlü olmak var… Herkese “abi” diye hitap ederdi. Bize de “abi” derdi. Küçüğe abi demek iletişim açısından neyi ifade eder? O insanların kalbine girme metodunu böyle bulmuş. Abi… Kimseye elini öptürmez, küçük çocukların elini öperdi. Hocam niye böyle? “El öpmeyi öğrensin” derdi.
Orhan Baş kardeşimiz var, feragat sahibi bir insan. Onunla bir antlaşma yaptık, Mahmut Bayram Hoca’ya nasıl daha iyi hizmet edeceğimize dair. Osman kardeşim bana; “Sizin evin üstündeki evi hocamıza alalım, böylece daha güzel hizmet ederiz” dedi. Sonra evi aldık, Hoca’ya dedik ki; “Hocam bir emriniz varsa size hizmet etmekten şeref duyarız.” Hoca bize dedi ki; “Sizin gibilerin hizmetine muhtaç değilim. Sizin kırk koyununuz var mı bana verecek? O zaman seni mürid alırım.” Böyle latife yapardı.
Kimseden tek kuruşluk bir fayda sağladığını görmedim. Onun gibi cömert birine daha rastlamadım. Çankırılı Ahmet diye bir arkadaşımla Şehremini’nde yürüyorduk. Arkamızdan Mahmut Bayram Hoca geldi; “Ceplerinizi boşaltın bakalım kaç paranız var?” dedi. Ceplerimizi çıkarttık tek kuruş yok. Mahmut Bayram Hocam pantolonunun iki cebini de boşalttı, ne varsa Allah rızası için cebinde para bırakmamak suretiyle paralarının yarısını ona yarısını bana verdi ve “Bununla rahatça hareket edin, sakın kimseye muhtaç olmayın” dedi. İşte böyle fedakâr ve cömert bir hocamızdı. Allah rahmetiyle muamele eylesin.
Kaynak: Aydın Başar, İrfan Yolculuğu, Asalet Yayınları, s.116-118
İrfanDunyamiz.com
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.