Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e kadar gönderilen peygamberlerin tamamı bölgeseldir. Tek bir kavme peygamber olarak gönderilmişlerdir. Peygamber Efendimiz ise kendi zamanından kıyamete kadar tüm evrene; insanlara ve cinlere resul seçilmiştir. Son elçi olmasına bağlı, getirmiş olduğu dinle beraber bütün dinler de yürürlükten kaldırılmıştır. Peygamber Efendimiz de şeriatı da “nasihtir.” Yani önceki şeriatları neshetmiştir. Peygamberimizin evrenselliği şu ayette açıkça ifade edilmiştir: “De ki: Ey İnsanlar! Ben sizin hepinize gönderilmiş olan bir elçiyim…”1 Aynı vurgu şu ayette de yapılmıştır: “Biz, seni bütün insanlığa müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bu durumu bilmiyorlar.”2
Peygamber Efendimiz’in risaletinin evrensel olması, ona iman etmeden iman iddiasının geçerli olmayacağının açık bir ifadesidir. Zaman zaman tartışmalar yapılmakta ve bu tartışmalarda yanlış sonuçlara varılmaktadır. Yanlış sonuçların tamamı usül (yöntem) eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Usül eksikliğine bağlı olarak Kur’an-ı Kerim’e parçacıl yaklaşılıp bütünlük esası gözden uzak tutulmakta, subjektif davranılarak bireysel ve ideolojik yaklaşım öne çıkarılmakta ve Kur’an-ı Kerim’le bu kanaatler desteklenmek istenmekte, makasiduşşeria denilen dinin gönderiliş amaçları göz ardı edilmektedir.
Usulsüz vusul olmaz
Hatta şunu söyleyebiliriz ki; ülkemizdeki ilahiyat alanında söz söylemeye çalışanların çoğunda İslâmî ilimlerle alakalı büyük bir metodoloji (usül) eksikliği vardır. Bu alanla ilgili bilgiler köklü olarak ikmal edilip vahiyle mutabakat arz eden açılımlar ortaya konmadıkça hatalar daha da çoğalacaktır. Bağlamından koparılan bir ayetle Kur’an’a istediklerini söyleten akademisyenler ve ideolojik önderler dini tahrif yarışına girmektedirler. Şayet metodolojik donanım sağlanmaz ve ehliyetsiz kişiler hüküm imal etmeye devam ederlerse, itibarsızlaştırılan din anlayışıyla sekülerizme kapı aralamanın sonu gelmeyecektir.
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in risaletine imanı dışta tutarak yeni bir din arayışı veya “Hak din türetme ve üretme girişimi” yeni değildir. Fakat İslâm’ın orijinalliğini koruması, hayatın genişlik alanına Kur’an ve Sünnet’le hükümler vazedip boşluk bırakmaması ve bu çerçevede modernizmle; Batı medeniyeti ile hesaplaşmayı özünde barındırması yeni hakikat (!) arayışlarının başlıca nedenidir. Tüm bu aramalara rağmen kim ne derse desin, hangi hükmü verirse versin Allah Teâlâ, nihai hükmünü vermiştir: “Allah katında tek geçerli din İslâm’dır.”3 “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa o ondan asla kabul olunmayacaktır.”4
Peygamberimizin risaletine karşı çıkanlar veya onsuz bir din tasavvuru düşünenler çok çarpık bir yaklaşımla tevhidi “la ilahe illallah/ Allah’tan başka ilah yoktur” biçiminde kabul etmekteler ve Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem’in risaletini içeren “Muhammedün resulullah” kısmını reddetmektedirler. Bununla ilgili yazılan hezeyanlar ciltleri dolduracak kadar çoktur. Bu çirkin yaklaşıma birkaç şekilde karşı çıkılabilir. Evvela şunu belirtmekte fayda vardır; tevhidin iki rüknü vardır. Birinci rükün: Allah’tan başka ilah yoktur. İkinci rükün: Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, Allah’ın elçisidir. Bu rükünlerden birini kabul edip diğerini kabul etmeyen kâfir olur.
Tevhidin bütünlüğü
Tevhidin bütünlüğünü parçalayarak Peygambersiz bir din tasavvurunun öncülüğünü yapanlar ayetlerden bile yanlışlarına delil aramışlardır. Bu bağlamda Bakara Suresi’nin 62. ayetini fütursuzca yorumlamışlar ve Allah’a iman ettim deyip peygamberi reddetmenin kişiyi dalalete düşürmyeceği yanlışını savunmuşlardır. Savundukları “Peygamberiz Müslümanlık” ile ilgili makaleler ve kitaplar yazmışllardır. Amaç temsilcisi olmayan bir din anlayışı ile sünneti yok edip kâfir medeniyetine ve sultasına alan açmaktır.5
Peygamber Efendimiz’in olmadığı bir din anlayışını öne çıkarmak isteyen sapık anlayışa Allah Teâlâ şu ayette cevabını vermiştir: “Allah’ı ve peygamberini inkâr edenler, (Allah’a inanıp peygambere inanmamakla) Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler ve ‘Biz (peygamberlerin) bazısına inanır, bazısını da inkâr ederiz.’ diyerek imanla inkâr arasında bir yol tutmak isterler.”6 Yüce Allah böyle bölünmüş ve parçalı bir imanın neticesini bir sonraki ayette hükme bağlamıştır: “İşte bu kimseler(Allah ile elçisinin arasını iman bakımından ayıranlar) gerçek kâfirlerdir. Biz, kâfirlere rezil ve perişan edici bir azap hazırladık.”7
Ayet-i kerimede, Allah ile elçileri veya elçiler arası ayırımın hakiki kâfirlik olduğuna vurgu yapılmıştır ki bu hükmün nedeni tevhidin rükünlerini veya iman esaslarını parçalamaktır. Parçacıl bir imanı kabul etmektir. Mü’minler hergün yatsı namazından sonra okudukları ayette: “…Allah’ın elçileri arasında bir ayırım yapmayız”8 gerçeğini gönülden ikrar ederler. İman açısından peygamberler arasında bir ayırım yapmadıklarını vurgularlar. Tek peygamberi inkâr etmenin bütün peygamberleri inkâr etmek anlamına geldiğini bu ayetle bilirler. “Muhammed, Allah’ın resulüdür”9 mutlak hakikati Kur’an-ı Kerim’de yer almışken ve Yüce Allah celle celaluh; “Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkâr ederse kesin bir şekilde sapıtmıştır”10 buyurmuşken,
Peygamber Efendimiz’in risaletini inkâr eden kimse Allah’a inansa bile nasıl Müslüman olur? Ahirette nasıl kurtulur? Arzettiğimiz gibi bu yaklaşımın nedeni subjektif bakış açısı ve usül eksikliğiyle beraber cahillik ve kötü niyettir. Hıristiyan ve Yahudi güdümlü dünya sistemine hizmettir. Müslümanlığı doğru yaşamanın en önemli kriteri olan Peygamberimizin şahsında sünnetini dışta tutarak Müslümanların ölçülerini ellerinden almaktır. Bu anlayış Müslümanların hidayetini karartma çalışmasıdır.
Kim Peygamberimizi inkar ederse
Metodik düşünmenin sahabe dönemindeki en büyük temsilcilerinden olan Abdullah bin Mes’ud radıyellahu anh, Kur’an bütünlüğü ile ilgili şöyle demektedir: “Kim Kur’an-ı Kerim’den tek bir harfi inkâr ederse bütün Kur’an’ı inkâr etmiş olur.”11 İbni Mes’ud’un görüşünü tefsir ve teyit mahiyetinde büyük Hanefi Âlimi Serahsi rahmetullahi aleyh de şöyle söylemektedir: “Kim ki bu dinin hükümlerinden birisini inkâr ederse “la ilahe illallah” hakikatini inkâr etmiş olur.”12
Allah’ın varlığını kabul edip bu varlığın hayata emir ve yasaklarıyla; vahiy ve peygamber göndermek suretiyle müdahalesini kabul etmemek, dine Firavnî veya Ebucehlî bir yaklaşımdır. Bu ifadeleri sertlik formunda kullanmıyoruz. Söylemek istediğimiz, saymış olduğumuz küfür önderlerinin de hayata müdahale etmeyen bir din tasavvurunun peşinde olduklarını beyandır. Tarihsel ve ilmi bir tespittir. Hatta Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem bizzat kendisi bir hadislerinde konumuzla da ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Kim ki benim peygamberliğime iman etmezse Allah’a iman etmiş sayılmaz.”13 Çünkü elçiyi kabul etmeyen, onu göndereni de kabul etmez.
Bu nedenle Peygamber Efendimiz, birçok hadisinde “Muhammedün resulullah” gerçeğinin kelime-i tevhidin bir rüknu olduğuna vurgu yapmıştır. Muaz bin Cebel radıyellahu anh’ı Yemen’deki ehli kitaba (Hıristiyanlara) muallim ve kadı olarak gönderdiğinde şu emri vermiştir: “Onları evvela Allah’tan başka ilah olmadığına (teslisin reddine), Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna davet et. Buna itaat edip kabul ederlerse onlara günde beş vakit namaz kılmalarını bildir…”14
Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in risaletini kabul edip Müslüman olan ehli kitap için ise iki kat sevap verileceğine şu hadis ile işaret edilmektedir: “Üç grup insana iki kat sevap verilecektir. Bunlar; hem kendilerine gönderilen peygambere hem Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e iman eden ehli kitap; sahibinin ve efendisinin hakkını yerine getiren köle; yanındaki bir cariyenin en güzel şekilde eğitim ve öğretimi ile meşgul olup sonra da özgürlüğüne kavuşturan ve akabinde onunla evlenen kimse.”15 Zira Peygamberimiz, iman iddiasında bulunan kimse için “en çok sevilen kimse” olmak zorundadır. Onu sevmekle onu göndereni sevmek arasında kesin bir ilgi vardır.16
Bu ilgiyi Resullullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle dile getirmiştir: “Sizden birinize ben, babasından, çocuklarından ve tüm insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş sayılmazsınız.”17 Uhrevi kurtuluşun da tevhidin bu iki rüknünü birbirinden ayırmamakla mümkün olacağına hadiste değinilmiştir: “Kim ki Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna kalbinden sadakatle iman ederse mutlaka cennete girecektir.”18 Tevhid kelimesinin ükinci rüknünü çıkardığınızda, dini de parçalamış olursunuz. Allah’ı kabul edip şeriatını inkâr yanlışlığına düşersiniz. Zira Peygamberimiz, İslâm’ı tebliğ etmiş, kapalılıkları açıklamış, içeriğini yaşamak suretiyle örnek olmuştur. Dolayısıyla Allah’a iman edilip Peygamber’e iman dışta tutulamaz. İslâm’da bu anlayış küfürdür.
Hadisleri görmezden geliyorlar
Peygamberimizin peygamberliği kabul edilmeden iman iddiasında bulunmak ve uhrevi kurtuluştan bahsetmek yukarıda da açıklandığı gibi mesnetsiz bir iddiadır. Kur’an’ın bütünlüğüne de aykırıdır. Konuyla ilgili ilimsiz ve insafsız iddiada bulunan ve bu çerçevede Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi muharref dinleri İslâm’ın seviyesine çıkarmak isteyenler bu hususla alakalı hadisleri kasıtlı olarak görmezlikten gelmektedirler. Çünkü Allah Resulü’nün buyrukları bu konuda oldukça nettir. Şu hadis onun hem risaletini hem de getirdiği şeriatı kabul etmeyenlerin akibeti açıkça ortaya konulmaktadır: “Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki bu (davet) ümmetinden ister Yahudi ister Nasrâni olsun, kim ki benim peygamberliğimi duyar da gönderilmiş olduğum risaleti kabul etmezse mutlaka cehennem ehlinden olur.”19
Hadis bazı rivayetlerde “Bana iman etmezse” şeklinde varit olmuştur.20 Bir kimse Allah’ın varlığını kabul eder; Allah’ın peygamber olarak gönderdiği Hazreti Muhammed sallellahu aelyhi ve sellem’in elçiliğini inkâr ederse kâfir olur. Bu durum; O’nun elçi göndermesini kabul etmemek ve O’nun ulûhiyetini reddetmektir. Yahudi ve Hıristiyanlar bu gruptandır.21
Peygamberimizin risaletinden Tevrat’ta ve İncil’de bahsedilmiş22 ve bugünün iletişim ortamında onu ve getirdiği dinin adını duymayan kalmamıştır. Ayrıca Yüce Allah celle celaluh, Peygamberimiz’den önceki peygamberlerden onun peygamberliğini tasdik ve ona yardım konusunda söz de almıştır.23 Ehli kitap, “Onu sıfatlarıyla öz oğullardan daha iyi tanımıştır.”24 Abdullah bin Selam (ö. 43 / 663), “Kesinlikle öz oğlumdan Hazreti Peygamberi daha iyi bilirim.” diyerek ayetteki hakikate vurgu yapmıştır.25
Konumuzla ilgili şu rivayet çok derin anlamlar içermektedir: “Adamın birisi, Resullullah’a gelip şöyle söylemiş: ‘Ey Allah’ın elçisi! Bir adam İncil’e sıkı sıkıya bağlı, diğeri Tevrat’a sıkı sıkıya bağlı; kendilerine gönderilen peygamberlere iman ediyorlar fakat sana iman edip tabi olmuyorlar, haklarında ne dersin?’ Bunun üzerine Resullullah şöyle buyurdu: ‘Yahudi ve Hıristiyanlardan kim beni işitir de bana tabi olmazsa cehennemdedir.”26
Hatta Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, kendi risaletini inkâr eden ehli kitaba şöyle beddua etmiştir: “Ey Allah’ım! Elçini yalanlayan ve senin yolundan insanları engellemeye çalışan kâfirleri kahreyle…”27 Tüm rivayetler içerisinde şu rivayetin apayrı bir yeri vardır: “Hazreti Ömer radıyellahu anh, elinde Tevrat nüshaları ile Resulullah’a gelmiş ve Ey Allah’ın resulü! Benî Kurayza Yahudilerinden komşum olan birine uğradım ve bana bunları yazdı; sana onları arzedeyim mi? deyince Resullullah’ın gazaptan rengi değişmiştir. Hazreti Ömer radıyellahu anh, onun kızgınlığını anlayıp şöyle mukabelede bulunmuştur: ‘Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, peygamber olarak Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’e razı oldum.’ Bunun üzerine Resullullah şu tarihi cevabı vermiştir: Sizin aranızda (şimdi) Musa aleyhis selam da olsaydı ve siz beni terk edip Musa aleyhis selam’a bağlansaydınız dalalette olurdunuz.28 Ümmetlerden siz benim payıma, peygamberlerden de ben sizin payınıza düştüm.”29
Ehli kitaba iman daveti
Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem, kendi risaletine tavır koyan ehli kitaba karşı özellikle peygamberliğini kabul etmelerini emretmiştir. Ölmek üzere olan bir Yahudi gencinin yanına ziyarete gitmiş ve ona son anında Allah’tan başka ilah olmadığına ve kendisinin de onun peygamberi olduğunu kabul etmesini telkin etmiştir. Çocuk, Resullullah’a olumlu cevap verip ruhunu teslim edince Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kardeşinizin cenaze namazını kılın.”30
Tüm bu rivayetlerden anlaşılıyor ki ehli kitap başta olmak üzere herkes dünyevi ve uhrevî kurtuluş için Allah’ın varlık ve birliğiyle beraber Peygamberimizin risaletini de kabul etmek zorundadır. Ayetleri kendi bütünlüğü içerisinde değerlendirmekten aciz ve Kur’an ilimlerine uzak bazı dalalet ehli zevatın söylemlerinin hakikat ile bir ilgisi yoktur. Bunlardan bazıları cehaletlerinin ve birileri tarafından kullanıldıklarının farkına varıp ahir ömürlerinde tevbe ettiklerini söyleseler de işledikleri suç; Allah’a, Resulüne ve tüm ümmete karşıdır.
Unutmayalım kiKur’an-ı Kerim bir bütündür. İslâm bir bütündür. Kur’an-ı Kerim’in tek hükmünü reddeden; eskilerin deyimi ile zarurât-ı diniyeden bir emri veya yasağı inkâr eden dinin tamamını inkâr etmiş sayılır. “İmanın tadı Allah ve resulünün her şeyden daha sevgili olması, kişinin sevdiğini yalnızca Allah için sevmesi ve küfre dönmekten ateşe atılırcasına tiksinmekle alınır.”31 Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem son peygamberdir.32 Onun risaletini ve sevgisini inkâr ederek hidayette olmak mümkün değildir.
“Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in peygamberliğini kabul etmeden de insanlar kurtulabilir” diyenler, İslâm’ın son ve evrensel din oluşuna da gölge düşüren cahil ve art niyetli kimselerdir. Peygamberimizin risaleti ile tüm insanlığa tebliğ edilen din, modernite ve emparyalist dünya düzeni ile hesaplaşacak tek hak dindir. Onun risaletini dışta tutarak yol aramak emperyalizme ömür biçip hayat hakkı tanımaktan başka bir şey değildir. Peygamberimizin risaletini kabul etmeden Müslüman olunacağını savunanlar tek kutuplu bir dünyaya; gavur eksenli bir sisteme de bilerek veya bilmeyerek onay vermektedirler.
İslam bir bütündür
Kur’an-ı Kerim bir bütündür. İslam bir bütündür. Kur’an-ı Kerim’in tek hükmünü reddeden; eskilerin deyimi ile zarurat-ı diniyyeden bir emri veya yasağı inkar eden dinin tamamını inkar etmiş sayılır. “İmanın tadı Allah ve Resulünün her şeyden daha sevgili olması, kişinin sevdiğini yalnızca Allah için sevmesi ve küfre dönmekten ateşe atılırcasına tiksinmekle alınır.”33
Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem son peygamberdir.34 Onun risaletini ve sevgisini inkar ederek hidayette olmak mümkün değildir. “Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem peygamberliğini kabul etmeden de insanlar kurtulabilir” diyenler, İslam’ın son ve evrensel din oluşuna da gölge düşüren cahil ve art niyetli kimselerdir.
Peygamberin risaleti, modernite ve emparyalist dünya düzeni ile hesaplaşacak tek hak dindir. Onun risaletini dışta tutarak yol aramak emperyalizme ömür biçip hayat hakkı tanımaktan başka bir şey değildir. Firasetli Müslüman ise bu oyuna gelmeyendir.
Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com
DİPNOTLAR
1 A’raf 7 / 158.
2 Sebe 34 / 28; Hz. Muhammed’in (s.a.v)) evrensel bir peygamber olması ile ilgili olarak bak: Nisa 4 / 79; En’am 6 / 19; Enbiya 21 / 107; Sa’d 38 / 87.
3 Âl-i İmran 3 / 119.
4 Âl-i İmran 3 / 85.
5 Daha düne kadar Abant toplantılarında “Muhammedsiz Müslümanlığın” çalışmalarının moderetörleri birden kulvar değiştirip siyasetin nimetlerinden pay kapma yarışına girdiler. Ülkenin ilim ve irfan duayeni(!) kabul edilen bu zevata söz söylemek ne mümkün. Şerre destek olanlar hak ehliyle cihad ettiklerini zannetmektedirler. Dırar mescidinde imamlık yapan zata dönüş yapmasına rağmen görev vermeyen ve olayı kafasında canlı tutan Hz. Ömer’in basiretine ihtiyacımız var. Unutkan kafalarla bir yere gidilmez.(M.S.)
6 Nisa 4 / 150
7 Nisa, 4 / 151.
8 Bakara 2 / 285.
9 Fetih 48 / 29.
10 Nisa 4 / 136.
11 İbni Hemmam, Musannef, h. no: 15946, VIII / 422.
12 Serahsi, Usül, I / 73.
13 İbni Hanbel, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, h. no: 27216), X / 114-5.
14 Nesaî, Zekât, 23, h. no: 1, IV /4.
15 Buharî, 3, İlim, h. no: 97.
16 Bak: Âl-i İmran 3 / 31
17 İbni Hanbel, Müsned, III /177; Buharî, 8, İman, I /9; Nesaî, Sünen, VIII / 114-5.
18 İbni Hanbel, Müsned, V / 229.
19 Müslim, 1, İman, 70, h. no: 240, I / 134.
20 İbni Hanbel, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, h. no: 19579), VII / 137.
21 Hazin, Lübâbu’t-Te’vîl, I / 162.
22 İbni Sa’d, Tabakat, II / 122; Hâkim, Müstedrek, h. no: 4224, II / 671.
23 Bak: Âl-i İmran 3 / 81; İbni Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, I / 264.
24 Bakara 2 / 146; En’am 6 / 20.
25 Ebu Cafer en-Nehhas, Meani’l-Kur’an, II / 407.
26 İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 1776, III / 330; Suyûtî, Esbâbü Vürûdi’l-Hadîs, s. 313.
27 Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, III / 42.
28 Bu dalalet, Hz. Musa’ya ittibadan kaynaklanan bir dalalet değildir. Aksine Allah’ın emrine uymayarak gönderilen elçiye; Hz. Muhammed’e (s.a.v)) uymamaktan kaynaklanan bir dalalettir. (M.S.)
29 İbni Hemmam, Musannef, h. no: 10164, VI / 113; İbni Hanbel, Müsned, III / 470; İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 1402, III / 135.
30 Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, III / 42.
31 Buharî, II, İman, 9, I / 9-10; Nesai, Sünen, VIII / 96.
32 Ahzab 33 / 40; Tirmizi, 5, Siyer, no: 1553, IV / 123; Nesai, Gusül, h. no: 21, I / 209-10; Tahavi, Müşkil’ül Asar, h. no: 1298, II / 35.
33 Buhari, II, iman, 9, c. I, s. 9-10; Nesai, Sünen, c. VIII, s. 96.
34 Ahzab 33/40; Tirmizi, 5, Siyer, no: 1553, c. IV, s. 123; Nesai, Gusül, no: 21, c. I, s. 209-10; Tahavî, Müşkilu’l-Âsâr, no: 1298, c. II, s. 35.
İstikamet Yazıları ↗
İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.
Kaynak Metinler ↗
İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.