
Şanlıurfa’da tanıştığım Seyda Abi hayatımda gördüğüm en etkileyici Allah dostlarından birisiydi. Fakir onun hakkında bir yazı yazmayı çok istiyordum fakat bir türlü nasip olmuyordu. On beş senedir üzerinde çalıştığım gönül insanlarını anlatan kitabımda o da olmalı diye düşünüyordum. Yıl oldu 2025 ve kitabımız bitmek üzere olduğu halde artık ümidimi iyice kesmiş ve yazıdan vazgeçmiştim.
Her ne kadar Urfa’ya gidip hakkında bazı bilgiler toplasam da yazı yazabilecek kadar bilgim olmadığını düşünüyordum. Bir de ömrü boyunca kendisini kullardan gizlemişti. Acaba hep böyle gizli mi kalmalıydı? Neticede o fakirin gözünde denizdeki inciydi. Hatırı pek yüce bir dost ve garipler kervanından bir veliydi. Onun hakkında bugüne kadar yazı yazamamış olmam, acaba manevî izin çıkmadığından olabilir miydi?
Fakir şunu çok iyi biliyorum ki Allah’ın rahmeti nasıl çoksa rahmetinin tecellisi olan velileri de çoktur. Onların hepsini tanımamız ve anlatmamız mümkün değildir. Hem sonra kim bilir kimde hüner var; biz ne bilelim. Bizim ifadelerimiz onlar hakkındaki hüsn-ü zannımızın bir yansımasından ibarettir. Allah kabul ederse birer şahitliktir. Efendiler Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem de hadis-i şeriflerinde mü’minlerin bu konudaki şahitliğinin makbul olduğunu söylüyor
Diğer taraftan benim onu tanımama vesile olan Noter Metin Koyuncu Abi de bahsedilmekten hoşlanmayan birisi. Ondan bahsetmeden Seyda Abi’yi anlatmak da olmaz. Bütün bunlar yazıdan vazgeçmemde etkili oldu. “Özel bir yazı yazamıyorum bari bir cümle olsun kitapta ondan bahsedeyim” derken bir de baktım bu yazı ortaya çıktı.
Siz nereye kaçarsanız kaçın nasip insanı bulur efendim. Nasibinizde helva varsa onu yersiniz, dondurma varsa dondurma yersiniz. Böyle zatları benden birden bire anlatmamı beklemeyin. Size bir dondurma hatırası anlatayım önce.
Dondurma kamyonu
Şırnak Uludere’de öğretmenlik yaparken arkadaşımız Veteriner Yücel ve Noter Metin Abi’ye öğrencilere dondurma alacağımı söyledim. Neticede onlarla ortak olarak bu güzelliği yapmaya karar verdik. Fatih Sultan Mehmet İlköğretim okulu ilçenin kenarındaydı ve o sıralar bakkalda dondurma satılmıyordu. İşte bu küçük okulun bütün öğrencilerine dondurma almaya niyetlenmiştik. Fakat yaz günü dondurmaları okula eritmeden nasıl götüreceğimizi bilemiyorduk.
Bir pazartesi günü marketteki genç kardeşime bu niyetimizi söyledim. “Hocam, haftada bir defa dondurma kamyonu geliyor, işte o da şimdi geldi kapıda. Bize para vermene gerek yok, kamyoncu ile anlaş toptan fiyatına al” dedi. O esnada tevafuken orada bulunan Diyarbakırlı Nurullah Hoca; “Ben de ortak olabilir miyim size?” dedi. Nurullah Hoca ilçedeki nezih bir sınıf öğretmeniydi ve kendisi aynı zamanda seyyiddi. Memnuniyetle bu güzel insanı da dâhil ettik.
Toptancı ile anlaştık ve büyük boy ve güzel olanlarından birkaç koli satın aldık. Kamyoncu dondurmaları okul kapısına kadar soğuk hava depolu kamyonu ile getirdi. Sonra Yücel, Nurullah Hoca ve ben dondurmaları bütün sınıflara dağıttık. Şimdi siz o esnada dondurma kamyonunun ve Nurullah Hoca’nın tevafuken orada bulunmasını bilmiyorum nasıl yorumlarsınız? Eğer iyiliğin enerjisi vs diyorsanız, Allah’ın size verdiği akla yazık olmuş. Çünkü milyonda kaç ihtimaldir böyle bir şey?
Biz iyiliklerin yoluna açan Yüce Mevlamızın varlığına inanıyoruz. Biz O’nun kader tecellileri ile varlığını bize hissettirdiğine inanıyoruz. Bize böyle güzel şeyler yaşatmışken daha farklı düşünmemiz mümkün değil. Yine bir kader tecellisi ile eli sopalı öğrencilerin elinden beni Nurullah Hoca kurtarmıştı. Genç ve tecrübesiz bir öğretmen olarak okulun son günü sekizinci sınıflardan bir öğrenciye biraz bağırmıştım. Meğer o öğrenci arkadaşlarını da toplayıp çıkışta beni bekliyormuş.
Karneler dağıtıldıktan sonra her zaman ilk çıkan ben olduğum halde Sabiha’nın ablası yani Buse ve Hilal’in annesi okulda halimi hatırımı sormuş ve beni birkaç dakika oyalamıştı. Eğer beni oyalamasa eli sopalı öğrencilerin arasına düşecektim. Diğer öğretmenlerden sonra çıkmam kurtulmamı sağladı. Diyarbakırlı Nurullah Hoca’nın Kürtçe nasihatleri ve araya girerek ellerindeki sopayı olması sonucu onlardan kurtulmuş oldum. Nurullah Hoca’ya o gün bugündür hep dua ederim. Bana kader tecellilerini sürekli seyrettiren Yüce Rabbimize de hamd ederim.
Böyle tatsız bir olaydan bahsettiğim için özür dilerim; fakat kendimi çok sevilen bir öğretmen olarak da göstermek istemem. Bu tür şeyler de hayatın tabii akışı içinde var. Elimden geldiği kadar her şeyi olduğu gibi anlatmaya çalışıyorum. Böyle zamanlarda dostlar ve içi dışı başka olanlar ayrılıyorlar. Mesela bu olayı duyunca Uludereli arkadaşımız Ramazan; “Sizin gibi bir insana bunu nasıl yaparlar” diyerek çok üzülmüş ve adeta kahrolmuştu. Yine oralı olan okul müdürü ise beni suçlamış ve o günden sonra benimle konuşmamıştı.
Fena bulmuştu
İşte köy görünümlü bu ilçede Noter Abi ile tanışmam da yine bir kader tecellisiydi. Biz onunla birkaç ay aynı evi de paylaşmıştık. Noter Abi bana ara sıra Seyda Abi’den bahseder ve onunla olan bazı hatıralarını anlatırdı. Anladığım kadarı ile günde çok az bir yemekle yetinen ve hiç evlenmemiş olan Seyda Abi, adeta Üstad Bediüzzaman Hazretlerinde fena bulmuştu. Bir başka ifadeyle, onun bir kopyasıydı. Aslında Öteli İzci ile de tıpa tıp birbirlerine benziyorlardı. Noter Abi’yi bir gün Eyüp Sultan’da Öteli İzci ile tanıştırdığımda o da bu benzerliğe şaşırmıştı. İşin ilginç tarafı huyları da neredeyse aynıydı.
Asıl adı Abdulhakim Gönenç olan Seyda Abi aslen Batmanlıymış. Medresede tahsil görmüş fakat asıl tahsilini Risale-i Nur’dan almış. Gençliğinde imamlık yapmış ve talebe yetiştirmiş. Anlatılanlara göre Urfa’da onu tanıyıp da saygı duymayan âlim veya hoca yokmuş. Bu saygınlığı nasıl kazanmış diyecek olursanız şöyle anlatayım. Bir göz odada fakir bir hayat yaşıyor, hep aynı elbiseyi yıkayıp giyiyor ve bir de ölmeyecek kadar yemek yiyor. Mesela bir lahmacunun ancak dörtte birini yiyor. Zaten vücudu da aşırı bir şekilde zayıf.
Normal bir hocadan bahsettiğimi sanmış olabilirsiniz fakat Seyda Abi öyle değil. Çok özel ve narin bir insan. Şöhretten uzak durmak ve halkın iltifatına maruz kalmamak için kendisini saklayan, kimseden bir şey kabul etmeyen birisi. Sadece belli başlı az sayıdaki insanın ikramını kabul ediyor. Böyle olunca da insanlar onun dünya düşkünü hocalardan olmadığını anlıyorlar ve çok seviyorlar. Etrafında onun hatırını gözeten bir grup insan teşekkül ediyor.
Fakat Seyda Abi ile yakınlık kurmak kolay değil. Çevresinde “Seyda Abi” diyerek kendisine hürmet eden bu insanları zaman zaman imtihan ediyor. Sinirlerini yokluyor, kimi zaman onlara kızıyor, kimi zaman onları çok farklı imtihanlardan geçiriyor. Bu ilginç durumu biraz daha açabilmek için Öteli İzci’den bir misal vereyim. Mesela biz Eyüp Sultan’da Öteli İzci’nin etrafında toplanmış insanlar olarak sanki her birimizin bir rütbesi vardı. Kimi zaman bazılarının rütbesi yükselir veya düşerdi.
Onu tanıyanlarla görüştüğümde aynı durumun Seyda Abi’de de olduğunu fark ettim. Mesela Yakup isimli birisinden bahsederken diyorlardı ki; “Onun rütbesi sonradan yükseldi.” Yani başlangıçta Seyda Abi’yi anlayamamış ama sonradan ona gönlünü açmış ve ona hürmet etmeye başlamış. Ona hürmet edip ona yakın olanların başında zırhta yaptığı patlıcan kebapları ile bilinen Hacı Durak Usta var. Onun karşısındaki elektrikçi ve ayakkabıcı abiler var. Ve tabi başkaları da var.
Fakat yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için ifade edelim ki onlar Seyda Abi’nin cemaati değiller. Sadece yakın görüştüğü insanlar. Seyda Abi onları çok farklı bir eğitimden geçiriyor ve yavaş yavaş inceltiyor. Onlara hissettirmeden yapıyor bunu. Mesela Hacı Durak Abi’yi gördüğümde o kadar çok sevdim ki… Tahmin ediyorum bu güzel insanın da gönlü Seyda Abi ile tanıştıktan sonra aynı patlıcan kebabı gibi yumuşacık olmuştu.
Onun etrafındaki insanların rütbeleri konusunda biraz daha durmak istiyorum. Mesela onun bazı getir götür işlerini yapan esnaflar var. Onları arıyor, bana bir ekmek getir diyor veya başka bir şey istiyor. O kişi çarşıdaki dükkânını kilitliyor ve Seyda Abi’nin isteğini yerine getiriyor. Bazen getirene kadar onları on kere arıyor; “Nerede kaldınız?” diyor. “Seyda Abi işte dükkânda müşteriler var çıkamadım” diyorlar. “Hemen getir acıktım” diyor. Seyda Abi’in böyle ağlar gibi ses tonundan da etkilenip hemen dediğini yapıyorlar.
Başka bir zaman gecenin bir yarısı arıyor ve bir şey istiyor. Mesela bir seferinde ayakkabıcı abiyi aramış ve “Evde ne var?” diye sorduktan sonra birkaç dilim kavun karpuz istemiş. Minibüsle isteneni götürmüş abimiz. Seyda Abi bir çatalla bir dilim almış; “Tamam geri götür, çocuklar yesin” demiş. “Seyda abi senin için getirdik, evde devamı var” diye itiraz etmiş abimiz. “Olsun götür” demiş. Tabi koskoca Seyda Abi bu, daha fazla itiraz edememişler.
Seyda Abi bütün namazlarını camide kılan birisidir. Bir gün sabah namazından sonra evin anahtarını yanına almayı unutmuş. Döndüğünde kapıda kalmış. Sabahın beşinde elektrikçi abimizi aramış ve; “Ben kapıda kaldım, üşüyorum, yedek anahtarı getir” demiş. Urfa’nın diğer ucundan abimiz gelmiş yedek anahtarı dükkandan almış ve Seyda Abi’ye vermiş. İşte bu tür hizmetleri yapan kişiler zaman zaman değişiyor. Görevleri adeta birbirlerine devrediyorlar. Bazen sinirleri iyice gerilenler ve “Ben daha yapmayacağım” diyenler de oluyormuş.
Bu anlattıklarımızı Seyda Abi bir kere yapmıyor, buna benzer farklı davranışları var. Onun için bu yazıyı sadece hüsn-ü zan edebilen yumuşak huylu insanlar okusun isterim. “Niye bu kadar insanları yoruyor? Niye onların sinirlerini geriyor ve meşgul zamanlarında onları arayarak bir şeyler itiyor?” gibi sorular akla gelebileceği için bu hatırlatmayı yaptım. Şimdi onun bazı hatıralarını nakledip bu davranışlarının arkasındaki hikmetleri anlamaya çalışalım.

Merhamet ağacı
Hacı Durak Abi’den şöyle bir hatıra dinlemiştim. Yağmurlu bir gece Seyda Abi bakmış evinin penceresi var, camı yok. Evde pencereyi kapatacak bir şey bulamamış. Gidip caminin önünde duran tabutun içindeki örtüsünü alayım pencereyi kapatayım diye düşünmüş. Evden çıkıp tabutun yanına gitmiş. Tabutu açtığında sokakta yatan bir adamın içinde yattığını görmüş. “Çok şükür bizim bir evimiz var” diyerek şükretmiş.
Hacı Durak Abi onun aynı zamanda Hac arkadaşıymış. Diyor ki; “Hacca gideceğimiz zaman Seyda Abi bir geldi ki elinde küçük bir çanta var. Herkesin bavulu vardı, Seyda Abi’nin eşyasının hepsi buydu.“ Hacı Abi’nin hanımı da şöyle diyordu: “Seyda Abi’nin bir gömleği vardı, ikinci bir gömleği yoktu. Onu yıkayıp giyerdi. Bir gün dedim ki abi yıkanacağı zaman bize gönderin yıkayalım. ‘İhtiyaç olursa ben size haber ederim’ dedi.”
Hac esnasındayken de buna benzer bir konuşma geçiyor aralarında. Seyda Abi’nin başında çok eski kevgir gibi delik deşik bir külahı varmış. Hacı Durak Abi otelde iken; “Başındaki külahınızı verin de yıkatalım” demiş. Seyda Abi; “Yıkatacağım zaman haber ederim” demiş. Biraz ısrar etmiş ama Seyda Abi külahı vermemiş. Havaalanında tam telaşlı bir andayken Seyda Abi; “Bu külahı götür yıkasınlar” demiş. Hacı Abi; “Seyda Abi burada nasıl yıkayalım? Otelde niye vermedin?” diye biraz söylenmiş. “Olsun sen götür, Abla yıkar” demiş. Külahı alıp lavaboda yıkamışlar.
Başta “Seyda Abi insanların sabırlarını deniyor” demekteki kastımız buydu. Mesela bir gün Noter Abi’ye; “Beni bir yere götür” demiş. Noter Abi; “Tamam” demiş. Seyda Abi; “Neyse ben sana sonra haber ederim” demiş. Bir müddet sonra; “Hani beni götürecektin götürmedin” demiş. Aralarında altı ay buna benzer diyaloglar geçmiş. Altı ay sonra arabaya binip oraya giderken birden bire; “Dur” demiş Seyda Abi; “Tamam, geri dönelim vazgeçtim.” Bunun üzerine geri dönmüşler.
Bir gün de Seyda Abi, Hacı Durak Abi’nin dükkânında çalışan bir ustaya; “Yarın ciğer yapın da yiyelim” demiş. Seyda Abi gibi yemek yemeyen bir insan bir şey istedi diye sevinmişler ve daha iyisi olsun diye her zaman aldıkları kasaptan değil de başka bir kasaptan almışlar ciğeri. Ertesi gün Seyda Abi gelince hazırlayıp önüne koymuşlar. Seyda Abi; “Bu güzel değil, kaldırın bunu” demiş ve tadına bile bakmamış. Sonra; “Seyda Abi biz bunu senin için özel hazırladık, neden yemiyorsun?” diye sormuşlar. “Bir daha o kasaptan almayın, eskiden aldığınız kasaptan alın” demiş.
Sevgili okuyucu, Seyda Abi’nin dünyada hiçbir şeyi olmayan bir garip olduğunu söylemiştik. Çok az yediğini, bir çeşit kıyafeti olduğunu anlatmıştık. Etrafındaki bu insanlar böyle garip bir kulun nazını çekerek adeta merhamet boyasıyla boyanıyorlar. Bir müddet sonra ne yaparsa yapsın ona kızamaz hale geliyorlar. Efendim bir kelebeğe kızılır mı? Bir nazik yüreğin hatırı kırılır mı? Ne olmuş yani biraz sabırlarını sınamışsa? Ne olmuş, önce bir şey isteyip sonra geri götür demişse.
İlhama mazhar insanların halleri başka olur. Buraya kadar anlattıklarımızdan onun sırlı bir veli olduğunu sezenler mutlaka olmuştur. Daha doğrusu biz ona bu şekilde hüsn-ü zan ediyoruz. Bir insana veli olduğuna dair hüsn-ü zan etmenin hiçbir sakıncası yoktur. Tam tersine iyiliğine şahitlik anlamı taşıdığı için makbul bir yaklaşımdır. Seyda Abi’yi anlatanlar diyorlar ki; “Ağlamaklı bir şekilde konuşunca dayanamıyorduk.”
Seyda Abi, eğer kendini acındırarak dediğini yaptırmış olsa bu hem günah hem çok büyük bir suiistimal olur. Fakir inanıyorum ki onun bu davranışlarının arkasında Allah Teâlâ’nın Rahman ve Rahim sıfatlarının bir tecellisi olarak insanları rahmete ve merhamete alıştırma düşüncesi var. Kendisi bunun farkında veya değil, bunu bilemiyoruz.
Efendiler Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem nasıl âlemlere rahmet ise veliler de gerçek âlimler oldukları için onun rahmet ve merhametinin varisleridir. Ve yine inanıyorum ki Seyda Abi insanları pürüzsüz bir şekilde iyilik yapmaya alıştırarak onların gönüllerindeki merhamet ağacını sulamış oluyordu. Onlar iyilik yaptıkça; “Bana merhamet ettiğiniz gibi Rabbim de size merhamet etsin” manası gerçekleşiyordu. Üstad Sezai Karakoç boşuna söylememişti:
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Efendiler Efendisi’nin âlemlere rahmet oluşu, onun bütün âlemlere yani bütün mahlûkata merhamet nazarı ile bakması demektir. Kaç tane velinin hayatını okudumsa şifrenin “merhamet” olduğunu gördüm. İnsanı velayet mertebelerine yükselten en kıymetli duygu Allahu â’lem merhamet duygusudur.
Hızır Dostu Ladikli Ahmed Ağamız kıtlık zamanı askerdeyken ekmeğini aç bir köpekle paylaşıyordu. Öteli İzci kitapları satılmayan yazarın kitaplarını alıp hediye ediyordu. Kuşçu Dede her gün kuşları besliyordu. Onların merhamet hikâyelerini inşâallah yazının başında bahsettiğimiz kitabımızda bulacaksınız. Seyda Abi’nin merhametine dair Noter Abi’den duyduğum bir hatıra da şöyle:
Seyda Abi Urfa’nın bir köyünde kalırken, köye at arabasıyla birileri gelmiş. Üzerindekiler öyle perişan, öyle fakir insanlarmış ki Seyda Abi onları görünce acımış. Adam; “Bu köyde bir hoca varmış. Şu yanımdaki hastaya muska yazdırmak için geldik” demiş. Yani o köyde parayla bu işleri yapan birisinin olduğunu duymuşlar ve onu arıyorlarmış. Seyda Abi paralarını kaptırmasınlar diye; “O hoca benim” demiş ve hiç âdeti olmadığı halde bazı duaları yazıp vermiş. Para istemeyince garibanlar sevinçten havalara uçmuşlar. Seyda Abi para almadığı gibi bir de onlara para vermiş.
Yine bir başka hatıra. Dükkânına sık sık uğradığı elektrikçi abimiz işleri iyi gitmediği için bir ara dükkânı kapatmak istemiş. Seyda Abi ona; “Ben gariban bir insanım, ara sıra buraya gelip dinleniyorum. Burası kapanırsa nereye gideceğim?” demiş. Abimiz bu sözlerden çok etkilenmiş ve dükkânı kapatmaktan vazgeçmiş. Bir gün o abimizin oğlunun hapse düştüğünü öğrenince Seyda Abi hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Seyda Abi’nin böyle zaman zaman ağladığı olurmuş. Hak dostu olup da gözü yaşlı olmayan olur mu? Yunus Emre’miz ne güzel söylemiş:
Hakka âşık olan kişi
Akar gözlerinin yaşı
Pür nur olur içi dışı
Söyler Allah deyu deyu
Seyda Abi ara sıra da elektrikçi abimizi; “Bu dükkâna benim için hediye bırakan olursa kesinlikle almayacaksın” diye tembihlermiş. Bir gün bir adam ısrarla Seyda Abi için bir şeyler bırakıp gitmiş. Giderken de; “Ben Seyda Abi’ye söyledim, onun haberi var” demiş. Seyda Abi poşetleri görünce çok sinirlenmiş; “Ben sana kimseden bir şey kabul etmeyeceksin demedim mi?” diyerek ona çok sert çıkışmış. Abimiz küsmüş ve evine gitmiş. Biraz sonra birkaç kişi ile birlikte Seyda Abi eve kadar gelmiş ve aşağıdan onu çağırtmış. Gelince de; “Ben senin kalbini kırdım, hakkını helal et” diyerek ağlamış.

Bazı emanetler
Seyda Abi’nin bu anlattıklarımızdan başka da bazı değişik halleri olurmuş. Mesela bazı esnaflara bir emanet bırakır; “Bunu senden sonra isteyeceğim” dermiş. Bir gün elektrikçi abimize bir dua levhası vermiş; “Al bunu sakla, lazım olunca senden isteyeceğim” demiş. Aradan bir iki yıl geçince elektrikçi abimiz; “Seyda Abi bunu ne yapacak” diye düşünerek yeni dükkân açan bir esnafa hediye etmiş. Tam ertesi gün Seyda Abi telefon etmiş ve tabloyu istemiş. Bu sefer abimiz onu hediye ettiği kişiden geri almak zorunda kalmış.
Bir seferinde de aynı şeyi yanındaki ayakkabıcı abimize yapmış. Ona da bir diş fırçası ve macunu vermiş ve “Bunları sakla” demiş. Aradan bir yıldan fazla bir zaman geçmiş. O da; “Ne olacak bir diş fırçası ve macun altı üstü” diyerek onu birine vermiş. Verdiğinin ertesi günü Seyda Abi emanetini istemiş. O da mecburen; “Aradan birkaç yıl geçtiği için birine verdim Seyda Abi” diyerek açıklama yapmış. Aynı davranışı Seyda Abi başka zamanlarda da yapıyormuş. Ben bu davranışındaki hikmeti ilk duyduğumda çözemedim. Seyda Abi’nin neden böyle yaptığını bir türlü anlayamadım.
Tabi bizim onu anlamamız mümkün değil. Yine de biraz çözer gibi oldum sanki. Yüzde bir buçuk çözmüş olsak bize yeter diye düşünüyorum. İnsanlara iyilik yapma fırsatı vererek, onların “merhamet” kavramını içselleştirmelerini sağlayan Seyda Abi bu davranışıyla da Allahu â’lem “emanet” kavramını içselleştirmelerini sağlıyordu. Yani onlara ve bizlere emanette zaman aşımı olmayacağını öğretiyordu. Zira emanet üzerinden yıllar geçse de yine emanettir.
Bunu biraz açmak istiyorum. Bir evlilik düşünün. Eşler birbirine emanettir, ama belli bir zaman sonra birbirlerinin emanet olduklarını unutan ve gerekli özeni göstermeyenler olur. Oysa emanette zaman aşımı olmamalıdır. Bir zaman Müslüm Gürses’in hayatını anlatan filmi izlemiş ve oradaki bir sahneden etkilenmiştim. Filimde Müslüm Gürses kendisinden 21 yaş büyük olan yaşlı hanımına; “Seni hiçbir zaman bırakmayacağım” diyordu. Gerçekten de öyle olmuş vefat edene kadar onu bırakmamıştı.
İzlediğim bir videoda horoz ölen eşini kanadının altına alıyor ve onu bırakmak istemiyordu. Sonra onu toprağa gömdüler fakat horoz bu sefer de oradan ayrılmak istemiyordu. Kıymet bilen için ibretli bir sahneydi. Yaşlandığı zaman değersiz bir pul gibi eşini terk edip başka limanlara yelken açmak isteyenler bu sahneden ibret alacak değildir. Ya da eşine merhamet gözü ile bakmayanlar. Ya da gurk tavuğun civcivlerine merhametini anlamayanalar, yavrularına da emanet gözüyle bakmazlar.
İnsana dünyada birçok şey emanet edilmiştir. İnsan canı bedende olduğu müddetçe elinden geldiği kadar emanetlere sahip çıkmalıdır. Emanete sahip çıkan imtihanı kazanır. Tabi ki Seyda Abi bütün bu dersleri planlı programlı olarak vermiyordu. O bir ilhama mazhar olarak ilham edileni yapıyor ve gerisine karışmıyordu. Rabbim cümlemize emanet sırrını kavramayı nasip eylesin.
Yine onun ilginç davranışlarından birini çözmeye çalışalım. Seyda Abi insanlarla sohbet ederken diyelim ki adamın üzerinde bir ceket var; “Ceketin ne kadar güzel” dermiş. O da; “Sana hediye edeyim abi” dediğinde; “Benim ihtiyacım yok olursa haber ederim” dermiş. Tabi ki hiçbir zaman haber etmez, kimseden bir şey istemezmiş. Bir gün birisine; “Ne güzel telefonun var” demiş. Oradakiler; “Sana bir telefon alalım Abi” demişler. O yine her zamanki gibi; “İhtiyaç olursa sana haber ederim” diyerek cevap vermiş.
Biz onun bu davranışı üzerine Noter Abi ile konuşurken, şöyle bir tahmin yürüttük. O, insanlar sevap alsın diye böyle yapıyordu. Çünkü ona ceket veya telefon almaya gerçekten niyet ediyorlar ve böylece almış gibi sevaba giriyorlardı. Bu gibi zatların halleri çok farklı oluyor. Allahu â’lem böyle idi ya da değildi bilemiyoruz. Seyda Abi fakir bir insandı, insanlara hediye edecek maddî bir şeyi yoktu. Belki de o böyle yaparak insanlara sevap ikram ediyordu.
Onun bana ilginç gelen hallerinden birisi de insanlar tam telaşla bir yerlere gideceklerken ya da çok önemli işleri varken onları çağırmasıydı. O telaşı yenip de o Allah dostunun ricasını kırmayanlara ne mutlu… Nasıl bir imtihandır bu, bilinmez. Onlar Seyda Abi’ye hürmet ettikleri için onu kıramaz ve dediğini yapmaya çalışırlarmış. Ben inanıyorum ki bir Allah dostunun hatırını dikkate alarak çok büyük mükâfatlar kazanıyorlardı. Çünkü onlar dünya telaşı içerisindeyken gönül işi yapmayı başarıyorlardı.

Mekkeli berber
Bir insan gönül insanı olacaksa çok yoğun telaşlı işlerin içerisinde olsa bile hayatı durdurmalı ve gönül işi yapabilmelidir. Bununla ilgili çok güzel bir menkıbe anlatılır, yeri gelmişken onu nakletmek isterim. Yıllar önce bir Hacımız başından geçen menkıbevî olayı şöyle anlatıyor: “Mekke-i Mükerreme’de para kesemi kaybedip muhtaç durumda kalmıştım. Basra’dan para bekliyordum, fakat bir türlü gelmiyordu. Saçım sakalım da epeyce uzamıştı. Bir berbere giderek: ‘Param yok, Allah rızâsı için saçlarımı düzeltir misin?’ diye sordum.
Berber o esnâda bir adamı tıraş ediyordu. Hemen yanındaki boş yeri gösterip; ‘Buraya otur’ dedi ve müşterisini bekleterek beni tıraş etmeye başladı. Bekletilen müşteri itiraz edince berber: ‘Kusura bakmayınız efendim, sizi ücret mukabilinde tıraş ediyorum, lâkin bu şahıs, Allah rızası için kendisini tıraş etmemi istedi. Allah için olan işler daima önceliklidir ve maddî bir karşılığı yoktur. Allah için olan işin bedelini kullar asla bilemez ve ödeyemez!” dedi.
Tıraştan sonra berber, cebime zorla birkaç altın da sokuşturdu: ‘Acil ihtiyaçlarını karşılarsın, imkânım bu kadar, kusura bakma!’ dedi. Aradan birkaç gün geçti, Basra’dan beklediğim para geldi. Berbere bir kese altın götürdüm. Berber: ‘Aslâ alamam! Allah için olan işin bedelini ödemeye kulların gücü yetmez. Varın gidin siz yolunuza devam edin, Allah selâmet versin!’ dedi. Helâlleşip ayrıldım, lâkin tam kırk senedir seherlerde ona dua ediyorum.” (Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Mart 2009, Sayı: 277, s.32)
Bazı insanlar sadece ticaret yapar. Bazı insanlar ise bir taraftan ticaret yaparken diğer taraftan da gönül işi yaparlar. Allah’ı razı edecekleri amelleri öncelerler. Her şey ticaret değildir. İnsanlarla tanışmak, kaynaşmak, hal ve hatırlarını sormak, ihtiyaçlarını karşılamak yahut onlara ikramlarda bulunmak da gönül ehlinin gözettiği hususlardır. Gönlü zengin olan insanlar böylesi işleri kendilerine bir vazife bilirler. Allah için olan işi öne alan berber bizlere bu güzel faziletleri hatırlatmaktadır.
Sevgili okuyucu, insanların çoğu gönül işinden ve Allah adamlarının hatırından gafildir. Böyle bir hatırın olduğunu bile bilmezler. Biz elimizden geldiği kadar hatırsız olmamaya gayret gösterelim. Gönül işini geriye bırakanlardan olmayalım. Bilhassa bir insanı salih ve veli bir insan olarak görüyorsak onun sözlerini mümkün olduğu kadar havada bırakmamaya çalışalım. Hatırlı kulları incitmeyelim ki bir gün biz de Allah katında hatırlı olalım. Eğer sizin de hatırınızı kırmayan dostlarınız, arkadaşlarınız varsa siz bu dünyanın en zengin insanı sayılırsınız. Hatırlı bir arkadaş dünyadaki en güzel nimetlerdendir.
Cenab-ı Allah bizi Seyda Abi gibi salih zatlarla tanıştıran Noter Abi gibi kıymetli dostlar verdi. Sadece onunla da değil Urfa’da bizi birçok güzel insanla tanıştırdı. Noter Abi’nin noter arkadaşı Remzi Canbeyli Abi’den de bahsetmeden geçmek olmaz. Hasta olduğu halde bize lahmacun döktürüp kapıya kadar getirmesi unutulmaz. Bir seferinde Remzi Abi ve Dr. Cüneyt Gökçe Hoca ile beraber ciğerciye ve o meşhur kadayıfçıya gitmiştik. Seyda Abi’nin vefatından sonra Seyda Abi’nin Batman’daki bir akrabasını da yine Cüneyt Hoca ile birlikte ziyaret etmiştik. Böylece Seyda Abi’nin taziyesini yapmış olduk.
Noter Abi sağ olsun bir iki sefer de Harran’daki Hayati Harrani Hazretlerinin türbesine götürdü bizi. Urfa’da o kadar güzel dostlar var ki; “Urfalıyam ezelden, gönlüm geçmez güzelden” türküsündeki gibi acaba ben de ezelden Urfalı olabilir miyim diye düşünmeden edemiyorum. Allahu â’lem sonradan Urfa’ya yerleşen ve küçük bir evde fakir bir hayat süren Seyda Abi de ezelden Urfalıydı.
Yaz yağmuru
Uludere’den tayinim İstanbul’a çıktıktan sonra zaman zaman Noter Abi’ye telefonda Seyda Abi’yi soruyor ve görüşmek istediğimi söylüyordum. O da her zamanki gibi, kendisinin bile bazen aylarca iletişim kuramadığını söylüyor, ziyaretçi kabul etmediğini hatırlatıyordu. “Sizi ziyaret etmek isteyen bir arkadaş var dersek Seyda Abi kesinlikle kabul etmez. Ancak geçerken uğramış gibi ya da bir yerde karşılaşmış gibi görüşebilirsiniz” demişti.
Vefatından iki sene önceydi, “Ya nasip” deyip Şanlıurfa otobüsüne bindim. Nasibimizde varsa görürüz, yoksa yapacak bir şey yok diye düşündüm. Sabah erkenden otobüsten iner inmez Balıklı Göl’e gidip kenarındaki Halilü’r Rahman camiinde bir iki saat kadar uyuduktan sonra kahvaltı için Gül Trit’e Bedir Usta’ya uğradım. Önce göl sonra gül derken bakalım Seyda Abi’yi görmek nasip olacak mıydı?
Kuşluk vakti Noter Abi’nin kardeşi Mehmet Abi ile buluşup Seyda Abi’yi bulabileceğimiz yerleri dolaştık. Telefonla da bazı kimselere danıştık. Öğlene kadar kendisini bulamayınca, ona yakın kimseler de pek umut vermeyince geri dönmeye karar verdim. Hacı Durak Abi’nin yanında yetişen Harun Usta’nın lokantasının önündeydik ki Mehmet Abi ısrarla yemek ikram etmek istiyordu. Ben ise Seyda Abi’yi göremediğim için üzgündüm ve bu halde kesinlikle yemek yemeyeceğimi söyledim.
Sonra Mehmet Abi ile ayrıldık. Otogara doğru gitme planları yaparken Mehmet Abi beni tekrar aradı ve birisinin Gümrük Hanı’na da bakmamızı tavsiye ettiğini söyledi. Bunun üzerine tekrar buluştuk ve Gümrük Hanı’na gittik. Hanın girişinde daha önceden fotoğraflarını gördüğüm Seyda Abi’yi tanıdım ve yanına gittik. Masasına oturduk, çayını içtik, beş on dakika kendisi ile sohbet ettik. Pek zayıf kuş gibi hafif bir insandı.
Bu görüşmemiz 2017’deki cumhurbaşkanlığı evet hayır referandumundan bir iki gün sonraydı. Görüşmemiz esnasında gülümsemesi ve o güzel bakışı bana çok tesir etmişti. Yanından ayrılırken de tatlı bir yaz yağmuru başladı. İşte Seyda Abi o yaz yağmuru kadar güzeldi. Sonra Mehmet Abi; “Haydi bir yemek yiyelim” dedi. Harun Usta’nın ellerinden patlıcanlı kebap yedik. Aynı patlıcanlı kebap gibi Seyda Abi’nin sohbetinin de tadı damağımızda kaldı.
Bir hafta kadar bu güzel insanın yoğun tesiri devam etti. Onu düşündüğümde içim birden bire ısınıyor ve maneviyat doluyordu. Görüldüğü zaman Allah’ı hatırlatan bu güzel zatı çok sevmiştim. O artık gönül defterime silinmez kalemle yazılmıştı. Noter Abi’yi her aradığımda onu soruyordum. Şu an dahi o saf ve temiz hali hâlâ gözümün önündedir.
Aradan bir zaman geçtikten sonra Noter Abi aradı; “Bak şimdi seni kiminle görüştüreceğim, bakalım tanıyabilecek misin?” dedi. Telefondaki Seyda Abi idi ve o sıcak tatlı ses tonuyla benimle konuşuyordu. Çok şaşırmıştım. “Seyda Abi sizi çok seviyoruz” dedim. “Sizinle ahiret kardeşiyiz, siz de bana dua edin” dedi. Anlaşılan Metin Abi bu konudaki çekingenliğini yenmiş ve fakirden bahsetmişti ona. Seyda Abi benimle sanki bir yakınıymışım gibi candan konuşmuştu.
Yine bir zaman geçtikten sonra Metin Abi bana bir mesaj gönderdi. Seyda Abi’nin evde düştüğünü ve kalçası kırıldığı için ameliyat olduğunu söyledi. Seyda Abi hastaneleri sevmez ve tek başına yaşayan bir insan olarak kimseye muhtaç olmak istemez diye düşünerek biraz tasa çektim. Kimse kimseye muhtaç olmak istemez elbette ama Seyda Abi’nin özel olarak külfet olmaktan çok çekindiğini biliyordum. Onun için bu çok daha zor bir durumdu. Fakat O’nun Mevla’sı onu düşünürdü.
Ameliyat olduğu gün odası ziyaretçilerle dolup taşmış. Biri gelmiş, biri gitmiş. Onlarca kişi gelip elini öpmüşler. Yakın dostu İbrahim Abi de gelip elini öpmüş. Oysa Seyda Abi elini öptürmezmiş normal zamanda. Ertesi gün 8 Ekim 2019 tarihinde emanetini teslim etmiş. Garip bir kuş gibi yaşayıp yine garip bir kuş gibi vefat eden Seyda Abi’ye Allah Teâlâ rahmet eylesin.
O gün bugündür her sene en az bir kere Bediüzzaman kabristanındaki mezarını ziyaret etmek için Şanlıurfa’ya giderim. Urfa’da zaman zaman onu tanıyanlarla görüşürüm. Çevresindeki insanları gerçekten çok etkilemiş. Ondan bahsederken heyecanlanmayan, gözleri dolmayan, ah çekmeyen neredeyse hiç kimse yok. Onun Hac arkadaşı ve manevi evladı sayılan Hacı Durak Fırat Abimizi ve hanımı teyzemizi de gittiğimde ziyaret etmeye çalışıyorum.
2025 Ramazanındaki ziyaretimde Noter Abi çocukluğunun geçtiği Su Meydanı denilen yere yakın olan eski evlerini gösterdi. Orası Balıklıgöl’e de yakındı. Zaten bu aile göle yakın bir aileydi. Noter Abi’nin annesi Sıdıka Teyze ile de tanışmak nasip oldu. Noter Abi annesi ile ilgili şöyle demişti: “Annemin bir odası vardı, dışarıda kıyamet kopsa odasına çekilir ve namazını hiç acele etmeden kılardı. Evde çok iş varmış, bir yere gidilecekmiş umurunda bile olmaz namazını kılmadan hiç bir şey yapmazdı. Annem odasına çekildiği zaman sanki sağır gibi kulakları hiç bir şey duymazdı.”
Bu gidişimizde bir de Seyda Abi adına yaptırılan Seyda Abdulhakim Gönenç Camii’ni ziyaret ettim. Henüz ibadete açılmamış insanın içini açan çok sade ve güzel bir camiiydi. Bu sadeliği korurlar diye ümit ediyoruz. Bu camiyi yaptırarak Seyda Abi gibi müstesna şahsiyetlerin unutulmamasına katkı sağlan gönül zengini her kimse Rabbim onu iki cihanda aziz eylesin. Hamdolsun ki bu ümmetin gönül zenginleri bitmez. Bir sonraki yazımızda da size Antepli bir Gönül Zengini’nden bahsedeceğiz inşâallah.
Aydın Başar/ İrfanDunyamiz.com
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.