Bir hidayet öyküsü Zahid Barsamoğlu

İslam ile müşerref olan muhterem Zahid Barsamoğlu Amca hidayet öyküsünü anlatıyor:

Ben Beşiktaş’ta yurt dışına gönderildikten sonra yıkılan Osmanlı padişahlarının saraylarının içindeki metruk binada, altı toprak bez çadırda doğmuşum. 1922 yılında, Cenab-ı Hak öldürmüyor. Vahdettin Efendi’nin son günlerinde 2 yaşındaymışım. İlkokulu Beşiktaş’ta okudum sonra okutamadılar. Çalışmaya başladım. Sanatkâr oldum. Fantezi kundura ustası oldum. Yanımda 4-5 işçi çalışırdı. Kız kardeşim bonistra idi, yani kadın terzisi.

O zamanın ustaları hep ekalliyettendi (azınlık),  ecnebiydi (yabancı). Müslümanlarda ince sanat hemen hemen yok gibiydi. Kaba çeşit vardı. Türkler İtalyanlardan, Rumlardan, Ermenilerden öğrendiler, sanatımız kıymetliydi, çabuk kalkındık. Ailemize katkıda bulunduk.

Zahid barsamoglu-1

İslam üzere ölmeliyim! 

Babamın bir sepeti vardı. Onun içinde Hristiyan din kitapları vardı. Eski Ermenice lisanıyla yazılmış İncil, Tevrat, Zebur, Kur’ân-ı Kerim’i defalarca tetkik ettim. Üç ilah inancı mantıksız gelirdi. O sepette bir de İsmail Hakkı Bursevî hazretlerinin Kur’ân-ı Azimuşşân’ın tefsiri olan Ruhul Beyân Tefsiri vardı. Vaktâki onu okumaya başladım, yandım, tutuştum. Ölürsem yaşantım İslam üzere değil, cehennemlik olacağım diye korktum.

Kilisede orgun yanında ilahi okuyan korodaydım. Hatta bazen münferit vazife verirlerdi. Rulo halindeki metni cemaate tek başına okurdum. Hidayet nasip olduktan sonra dinimi senelerce gizli yaşadım. Hep evden dışarı kaçtım namazımı, niyazımı belli etmemek için.

Bir deri tüccarı vardı, kendime yakın hissettiğim. Ona açtım mevzuyu, beni o sıralarda Zeyrek Camii’ne, yeni gelmiş olan Mehmed Zahid Kotku Hazretlerine götürdüler. Müftülükten önce ilk şahidim onlar oldu.

mehmed-zahid-kotku

Yaman dede gibi

Tatlı-acı bir dönemdi. Acı; geçmişin yaşantılarını nasıl ödeyeceğiz. Tatlı; dünyaya getiren Rabbim elhamdülillah İslam ile müşerref eyledi. Dalâletten (yanlış yoldan) kurtardı, necâta (kurtuluşa) kavuşturdu. Etrafım düşman doluydu, ama ölüm bana çok tatlı gelir, hiç gözüme görünmezdi. Evden uzaklaşır, büyük camilere giderdim ki beni kimse tanımasın. İlk günler bilmediğim için camiye kolu kısa gömlekle giderdim.

Yaman Dede de aynı benim gibi yanmış. Benim de anam, babam abim sonradan işitiyorlar. Babama “Senin oğlun camiye gidiyor” diyorlar. Kıyamet koptu, babam evlatlıktan tard etti.

Annem daha yumuşak gönüllüydü. Neticede annemi de birgün Mehmed Zahid Kotku Hazretleri’ne götürdüm. İslam ile şereflendi. Ölümünde nur gibi bir çehre ile vefat etti.

Cemaate yetişirdim

Benim dükkanım Çarşıkapı’daydı. 60 yıldır aynı şekilde devam ediyor. Şimdi çocuklar idare ediyorlar. Bir öğle namazı için dükkandan çıktım. Camiye gireceğim sırada bir müşteri gördüm bir başka camiye yöneldim. Ezanı Muhammedî yakın. O camiye yaklaşınca başka bir tanıdık çıkıyor karşıma.

Nihayet camileri değiştire değiştire Cağaloğlu’na kadar gittim ama kan ter içinde kaldım. Cemaate yetişemeyeceğim diye korkuyorum. Cağaloğlu’ndaki camide son rekata yetiştim elhamdülillah. Cenab-ı Allah böyle bir şevk, aşk veriyor, ölüm tatlı geliyor insana. Geceleri odama çekilir sabahlara kadar ağlar, sızlar, Rabbime yalvarır, ibadet ederdim.

Cenab-ı Hak bana teselli vermek için güzel güzel rüyalar gösterirdi. Bizim muhitimiz ermenilerin muhitidir. Şimdi muhacirler geldi, Anadolu’dan gelenlerle karma oldu. O zaman sadece ermeniler otururdu. Bir keresinde rüyamda yüzü koyun havada uçuyorum “Ey cemaat biliniz ki Dîni İslâm Hak dindir, delâletten kurtulun” diye mahallenin üstüne nida ediyorum. Tek başına kaldığım için acaba yanılıyor muyum diye düşünceler olur Cenâb-ı Hak bana teyidi ilahi de bulunurdu.

Gizli yaşadım

1962 yılına kadar böyle yaşadım. Annem vefat ettikten sonra zaten babam ve abimle irtibatım kalmamış. Kız kardeşime de hidayet nasip oldu. Bir gün dükkanıma “Seyahat dolayısıyla kapalıdır” yazıp Hacca gittim.

49 yaşına kadar muhitimden gizli yaşantımdan dolayı evlenemedim. Hastalığında anneme hizmet ettim. Onun vefatından sonra evlililik nasip oldu. Bayezid Camii İmamı merhum Abdurrahman Gürses Hocaefendi evime gelerek nikahımı kıydı. Cenab-ı Hak 4 erkek 2 kız evlad verdi. 4 tanesini hafız yapmak nasip oldu. Diğer birisi yarım hafız diğeri de İmam Hatip Lisesi mezunu oldu. Oğlum Mustafa Kocamustafapaşa’da imam şimdi.

Sami-ramazanoglu-efendi

Sami Efendi ile tanıştık

Tahtakale’de bir nalburiye dükkanına gittik. Sami Efendi rahmetullahi aleyh orada o ticarethanenin defterlerini tutarlarmış. Dükkanın içinde seyyar merdivenle çıkılan küçücük bir bölüm vardı. Tavanına başın değerdi. Orada vaziyetimi öğrendi.

Aşkımı, muhabbetimi hissetti. Onların kalplerine malum olur. Biz mahcup ve mahrum bir şekilde karşısındayız. Onun ruhani hali sizin gönlünüze bir inşirah veriyor. Elhamdülillah İstanbul terbiyesi almış biriyiz ama zaten onun huzurunda söze gerek kalmıyor. Soru sormadan teslimiyet hali oluyor.

Bir Cumartesi yine kendilerini ziyaret etmiştim. Bana “Hacı Zahid Efendi yarın Erenköy’e eve gel”diye münferiden davet etti. O akşam akrabalarımdan biri yolumu kesti “Sen nasıl bize ihanet edersin?” deyip beni dövmeye kalktı. Onu altıma aldım bir taraftan da “Ben hakikatı buldum size ne zararım var” diyorum.

O sırada alt taraftan ellerini yüzüme geçirdi, tırnaklarıyla yüzüm perde perde oldu, kan revan içinde evime döndüm. Sabah da “Sami Efendi’ye gideceğim bu hal ile nasıl giderim” diye düşünüyorum. Yüzümü temizliyorum ama kanlar yine akıyor. Nihayet ertesi günü öğle namazına Zihnipaşa Camii’ne gittim. Oradaki ihvana kendimi göstermemeye çalıştım. Devlethanelerine gittim. Ömer Kirazoğlu Ağabey beni içeri aldı.

Sami Efendi geldi minberine oturdu, ben de önüne diz çöktüm. Bana hiçbir şey sormadan “Hacı Zahid Efendi Dîn-i İslâm ile müşerref olanın başından birçok hadiseler geçer, sebat imtihanı olunur, sabırlı ol, Cenab-ı Allah mükafatını verecek inşallah” dedi ve bana kendi başından geçen bazı hadiseleri anlattı.

O dönem kendilerine yapılan eziyetleri anlatmam pek münasip olmaz. Beni teselli ettiler. Ayrıca müjde kabilinden “İnşaallah birlikte haclarımız olacak” buyurdular.

Dört kez Hac yaptık

Kendisiyle birlikte 4 defa Hac yaptık. Yememiz, içmemiz, ibadetimiz, yolculuğumuz hep beraber olurdu. Kabe-i Muazzama’da tam Altınoluk’un karşısına otururduk. Sırtımız Türkiye’ye dönük olurdu.

Fakiri taltif etmek için Selman-ı Farisi Hazretleri’ni hatırlatırlardı. O, Acem diyarından Medine’ye ateşperestliği, hristiyanlığı terk edip gelmiş bir garip idi. Ben de Türkiye’de bir garip idim. Bunu da çoğunlukla cemaate ortaya konuşarak yaparlar ben de bir kenarda ağlardım. Selman-ı Farisi de dövüldü, kovuldu, evlatlıktan tard edildi. O Medine’de selamete erişti fakir de İstanbul’da.

Bir defasında Mina’da sıcaktan kuvveti kesilmiş olarak çadırda uzanmış istirahat ediyordu. Hasırdan yapılmış saplı bir yelpaze ile onu serinletmeye çalışıyordum. Gözlerini açtılar “Zahid Efendi yoruldunuz mu?” buyurdular. O kadar ince, zarif insandı. Yanından ayrılmaz, yanında yatardım. Gönlüm ona aşıktı.

Musa-topbas

Hediye ederdi

Bir haccımızda Musa Efendi’nin sırtında ince bir ihram vardı. Ben İstanbul’dan ihram almışım ama kalın geliyor, yakıyor. Musa Efendi’ye, “İhramınızı Mekke’den hangi dükkandan aldınız ben de almak istiyorum” dedim. Cevap vermedi, gülümsedi. Bir vakit namaz sonra Musa Efendi bir paket uzattı. Kendi ihramlarından. “Benim size hediyem olsun” dedi. O ihram ile serin serin haccı eda ettim.

Param tükendi, Musa Efendi’ye “Param bitti, sizden borç alabilir miyim?” dedim. “Ne kadar lazım” deyip hemen takdim ettiler. Fazla konuşmaz ama icraat yaparlardı. Yalnız bana değil bütün cemaate karşı böyleydiler.

Sami Efendi’nin esas hizmetkarı oydu. Sultante­pe’deki evlerinde sohbetler olduğunda bütün gelenlere hediyeler verirlerdi. O büyük yemekli sohbetlerde çoluk çocuk hizmetkar gibi hizmet ederlerdi. Aman Ya Rabbi o günler ne tatlı günlermiş.

Dua ediyorum

Rabbime, “İbadet­leri­mi hâlisâne yapabilmem için aklımdan fikrimden noksanlık verme Ya Rabbi” diye yalvarıyorum. “Namazımın şevkini benden esirgeme” diye niyaz ediyorum. Elhamdülillah Rabbim riyadan muhafaza buyursun 33 yaşında müslüman olduğumdan beri tek bir vakit namaz borcum yoktur.

Rabbim sizlerden razı olsun. Gönlünüzün halisane muradlarını nasip etsin. Ya Rabbi Sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz’in senden istediklerini bu ümmet-i Muhammed’e nasip eyle. Senden korktuklarından da bizleri emin eyle. Göz açıp kapayacak kadar da olsa bizi nefsimizle ve şeytanla başbaşa bırakma Ya Rabbi. Bizleri nefsimizin, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların şerrinden muhafaza eyle.

Din kardeşlerimizin Sen’in rızana uygun dileklerini kabul eyle. Ümmet-i Muhammedi semavi ve arızi musibetlerden muhafaza eyle.

Bizim maksadımız Sen’in rızanı kazanmaktır, nasibdar eyle Ya Rabbi. Bize bu dünyada da ahirette de güzellikler ver cehennem ateşini tattırma. Allahümme ecirna minennar.

Not: Bu yazı Ahmet Topbaş ve Selman Tan’ın Altınoluk Dergisi’nin Şubat 2015 sayısında yayınladıkları bir röportajdan kısaltılarak alınmıştır. Röportajın tamamına ulaşmak için tıklayınız.

İrfanDunyamiz.com

Şunlara Gözat

Selât-ü selam hassasiyeti…

Yüce Allah, Hazreti Muhammed sallellahu aleyhi ve sellem’in kendi katındaki değerinden dolayı ona salat-ü selam …

Bir yorum

  1. allah rahmet eylesin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.