İlham veren sade hayatlar…

Sizlere beni etkileyen bazı sade hayatlardan bahsedeceğim. 1995 yılında Rize’den Bursa’ya geldiğimde ilk tanıştığım kişilerden bir tanesi de Tatlıcı Mehmet Abi diye bilinen değerli bir insandı. Bu abimiz güler yüzlü, soyadı gibi tatlı dilli birisiydi. Camiden çıktığında insanlara koku ikram eder, günün bazı vakitlerinde de tatlı ikram ederdi. İşte ona bu yüzden tatlıcı diyorlardı.

Her sabah ilk işi tatlı su çeşmesinden suları doldurup Kur’an kursundaki çocuklara götürmekti. Çok gayretli bir insandı. Şairlik yönü de vardı. Bazen akşamları bizim eve kadar gelir, teypten iki şairin karşılıklı şiirlerle atışmasını dinlerdik. Tabi dinlediğimiz şiirlerin özü hep manevi konular olunca, hele bir de konu Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem olunca Mehmet abi dayanamaz ağlardı.

Tatlıcı Mehmet

Mehmet abi bir gün hastalandı, ziyaretine gittim, ciddi bir hastalık olduğunu görünce çok üzüldüm. Başka bir gün ziyaret için hastaneye gittiğimde baktım ki taburcu olmuş, hastanenin önünde eşiyle, çocuğuyla taksi bekliyor. Ayakta duracak hali kalmamış; “Ya şuradan bir taksi çağırın” diyordu ki ben arkadan; “İşte taksi geldi” diyerek karşısına çıktım. Beni görünce çok mutlu oldu; “Vay benim kardeşim gelmiş” dedi ve boynuma sarılıp ağladı.

Mehmet abi ile tanışmamız, dostluğumuz ancak bir yıl sürdü. Vefat ettiğinde çok kalabalık cemaati oldu, arkasından çok güzel şeyler konuştular. Mesela bir arkadaşı şöyle dedi: ”Bir gün akşam namazından sonra berbere gittik. Mehmet abi tıraş olurken elektrikler gitti, lambalar söndü. Berber; ‘Korkmayın işte kabirde de böyle olacak, orada da ışık olmayacak’ deyince Mehmet abi ‘Allah!’ diye bir nida ile bayıldı.”

Evet Mehmet abi aşık meşrepli, gözü yaşlı, ürperen bir insandı. Her zaman kabir korkusu, ahiret korkusu dilinden düşmezdi. Mehmet abi için çok şeyler yazılabilir fakat benim tüm bunları yazmamdaki asıl gayem şu; Mehmet abiyi seviyorum ve onun rahmetle anılmasını istiyorum. Birer Fatiha okursanız amacımıza ulaşmış oluruz.

Çaycı Emin

Mehmet abinin iki tane evladı vardı, birisi kız diğeri erkek. Yakınları onlara sahip çıktılar, çocuklar büyüdü, kızımız değerli bir insan ile evlendi, güzel bir yuva kurdu. Delikanlı da büyüdü, o da nihayet yuvasını kurdu, çeşitli işlerde çalıştı. Bir gün bana; “Caminin yanındaki çay ocağını çalıştırmak istiyorum, acaba bana verirler mi?” dedi. “Niçin vermesinler, senden daha iyisine mi verecekler?” dedim. Hakikaten de öyle oldu, orayı çalıştırmaya başladı.

Emin çay ocağını çalıştırmadan önce caminin etrafına ahlaksız gençler çok geliyordu. Kızlar erkekler toplanıyor yani burası cami midir nedir bilmeyen kimseler cemaati aciz bırakıyordu. Emin gelince o gençler oradan gitti ve artık daha farklı gençler gelmeye başladılar. Çünkü Emin güler yüzlü, latife yapan, elinden iş gelen, becerikli bir kişidir. Bazen bisiklet tamiri yapar, bazen arabasında arızası olanlara bakar, yardımcı olur, böylece insanlarla bir irtibat kurar.

Emin kısa zamanda çay ocağının şeklini değiştirdi. Emin’in çevresi geniş, onları da camiye çekiyor. Dolayısıyla camimizin cemaati de arttı. Dernek başkanı Serhat kardeşimiz de çok güzel bir genç. Emin ile sırt sırta verdiler, camimizin görevlileri de destek verdi derken çok güzel faaliyetler yapılmaya başladı. Salı günleri caminin çay ocağında sohbet düzenlediler. Pazar günleri kahvaltı verdiler çeşitli âlimleri çağırdılar derken bir hareketlilik başladı.

Bahsettiğim cami Piremir Camii, etraftaki hangi camiye giderseniz gidin böyle bir hareketlilik göremezsiniz. Daha büyük bahçesi olan camiler var, oralara da insanlar geliyorlar fakat namazdan namaza… Bir de bazı camilerin çay ocakları ezan saati kapanmıyor, ezan okunurken bacağını bacağının üzerinden bile indirmeyen kimseler oluyor. Yani sıradan bir kahvehane gibi kullanılıyor. Oysa Emin’in işlettiği çay ocağı insan yetiştirme yeri gibi.

Emin kendi çapında derdi olan bir genç, nerede sohbet olsa, arkadaşlarını topluyor, oraya gidiyorlar. Sabahleyin bazen başka camilere de gidip oralarda muhabbet ediyorlar. Bazen Emin arkadaşlarına imamlık yapıyor. Camide müezzin olmadığı zaman o görevi de yapıyor. Şunu demek istiyorum, demek ki isterse bir insan çok şey yapabilir. Tabii gönlünde derdi varsa. Nedir bu dert? Ben Allah’a kul olacağım, ben ahiret diye bir hayata hazırlanıyorum, ben bir gün bu hayatın hesabını vereceğim, dediğiniz zaman işte o vakit hizmet aşkı ile tutuşuyorsunuz.

Hacı Baba

Ömr-ü hayatımızda çok güzel insanlar gördük. Ankara’nın göbeğinde Cebeci’de adam ayakkabı tamircisi ama insanlar yanına gider ondan sohbet dinlerlerdi. Ben o zamanlar Ankara’da genç bir polistim, kitap okumayı, sohbet dinlemeyi çok severdim. Her nerede bir sohbet duysam oraya katılmak için gayret ederdim. Her ayın ilk perşembe günü merhum Esad Coşan Hoca Özelif sitesine gelirdi. Demetevler 4. caddede her hafta sonu konferanslar olurdu, çeşitli alimler gelirlerdi. Oralara giderdim.

Bir gün Cebeci‘de bir ayakkabı tamircisinin sohbet yaptığını duydum. Doğrusu şaşırmıştım, acaba ne anlatıyor diye merak ettim, müsait bir gün mekanına gittim. Küçük bir kulübede yaşlı bir adam; elinden çekiç, dilinden sohbet, gözünden yaş eksik olmuyordu. Etrafında her kesimden insan vardı. Üst kademelerde görev yapan bürokratlardan tutun da en alt kademedeki memura varıncaya kadar…

Geçmişte kaymakamlık ve valilik yapanların bir kısmı Hacı Baba’nın sohbetlerinden etkilenmiş, çok güzel hizmetler yapmışlar. Bir ara İstanbul‘da vali olan Nevzat Ayaz Bey’i de orada görmüştüm. Oradaki insanlar ayakkabıcıya “Hacı baba” diye hitap ediyorlardı. Hacı baba bana; “Hoş geldin, nasılsın, nerelisin, tanışalım” dedi. Kendimi tanıttım; “Gümüşhaneliyim” deyince; “Oo benim hemşerim gelmiş, ben de aynı yerdenim” dedi ve biraz hayatını anlattı,

Bizim Köse ilçesinin Kabaktepe köyünde doğmuş, gençliği Erzincan’da geçmiş. 1960 ihtilalinden sonra Cebeci’deki siyasal bilgiler fakültesine yakın bir yerde tamir işleri yapmaya başlamış. Neden Cebeci peki? Evet, işte dertli olmak böyle bir şey… Çekiçle tencereyi kaynatırken diliyle de ülkeyi yönetecek insanlara yön vermeye çalışmış.

Hacı babayı yıllarca dinlemek nasip oldu, ondan çok şey öğrendik. Onun çok seçkin dinleyici kitlesi vardı. Kimi doktor, kimi öğretmen, kimi tüccar, kimi ilahiyatçı… İnanın onun etrafındaki insanları görünce hayretler içerisinde kalıyorduk. Hacı babanın yanında diploma, kariyer, unvan değil; gönül sofrası vardı. Herkese gönlünü açmış ve hasbi duygularla nasihat ediyordu.

Mezarına gittim

Geçen senelerde memlekete gittiğimde mezarını ziyaret ettim. Oradaki birçok insanın onu tanımadığını görünce şaşırdım. “Başkentte gönülleri tamir eden Hacı babayı nasıl tanımazsınız?” dediğimde şaşırdılar tabi… Bizim oralarda, gençlerin çoğu yurtdışında yaşadıkları için onu tanıma imkanları olmamış. Fakat onu tanıyıp da benim gibi ziyaret edenler de oluyormuş.

Hacı babanın müdavimlerinden duyduğum bir hatırayı nakledeyim. Öğretmen olan bir arkadaş bizim gibi merak etmiş ve “Ayakkabı tamircisi nasıl sohbet eder?” diye ziyaretine gitmiş. Tanışma faslında coğrafya öğretmeni olduğunu söylemiş. Hacı baba: “O zaman bize ülkemizin coğrafyası hakkında bilgi verir misin?” demiş Arkadaş Türkiye coğrafyasını uzunca anlatmış.

Ertesi hafta gelince; “Gel bakalım öğretmen bey, hele şu coğrafyamızdan bahset” demiş… Öğretmen arkadaşın aklına bir şey gelmeyince duraksamış. Geçen hafta çoğunu anlatmış zaten. Bu sefer Hacı baba başlamış anlatmaya… Dünya coğrafyası hakkında uzunca bir sohbet etmiş. Öğretmen arkadaş diyor ki: “Artık o günden sonra Hacı babanın sohbetlerini kaçırmadım.”

İpek dayı

İşte bu isimsiz kahramanlardan birisi de Şentepe’de iğne iplik, permatik, selpak gibi küçük şeyler satan bir abimizdi. Küçük itme bir arabası vardı, bir ayağı sakattı. Şahsen ben o insanın yanına gittiğim zaman çok mutlu oluyordum. Hak dostu bir insandı, prıl pırıl bir yüzü vardı, onu görmek yetiyordu. Peygamberimiz anılınca o da ağlardı. Onun adını bilmiyordum, çünkü “İpek Dayı” mahlası ile anılırdı. Bizim evimiz Şentepe’deydi, oradan geçenler ona bazen uğrar o da bir şeyler anlatırdı. Ama tabi ne anlattıkları aklımda değil.

Tüm bunları niçin yazdım? İman eden insanlar dertli olurlar, etraftaki olumsuzlukları görmezden gelemezler. Kesinlikle ellerini taşın altına koyarak bir şeyler yapmaya çalışırlar. Bunu yapmak için illa da Molla Gürani olmaya gerek yoktur. Yeter ki haddini bilecek, bilmediğin konularda ahkam kesmeyeceksin. Sen de yaşadığın yerin Hacı babası olabilirsin. Tatlıcı Mehmet abisi, çaycı Emin’i olabilirsin. İpek dayısı olup insanları cezbedebilirsin.

Hasılı bu dünya dert dünyasıdır… Dünyayı sevenlerin binlerce, Mevla’yı sevenlerin ise sadece bir derdi olur. Şu fani dünyada yeter ki imanınız tek derdiniz olsun, inanın çok şeyler yapabiliriz. Ama derdiniz yoksa koca koca etiketleriniz, unvanlarınız da olsa, en büyük makama bile gelseniz o makamın hakkını veremezsiniz. Belki de etrafınıza zararınız bile olur. Hizmet etmek için büyük bir makama gelmenize gerek yok, büyük bir gönlünüz olsun yeterli.

Son olarak kardeşlerimize eğitimci Aydın Başar kardeşimizin hazırladığı bizim de yazımlarımızın yayınlandığı İrfandunyamiz sitesini takip etmelerini öneriyorum. Her gittiğim yerde, konuşmalarımda bu siteyi tavsiye ediyorum. Orada “Sade Hayatlar” diye bir bölüm var, oraya girerseniz, bizi yeniden canlandıracak olan sade ve samimi hayatların yaşanmış ilham veren hikayelerini okursunuz.

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

Yayın Yönetmeni Notu: Bugün insanlık olarak egoizmin, bencilliğin, çıkarcılığın, menfaatçiliğin ve bizi insanlıktan uzaklaştıran her türlü kötü duyguların girdabından kendimizi kurtarmak istiyorsak, bir boyacı sandığı ile ailesini geçindiren İsmail Amca, koyunlarını sağıp sütünü hediye eden Kerime Yenge, kurlar kuşlar yesin diye ağaçlara aşı yapan Kadir Dede, misafir ağırlamayı seven Ahmet Amca, sözünde duran Marangoz Kara Mehmet ve mesleğinin hakkını veren hademe Yaşar Abi gibi şahsiyetlerin güzel, samimi ve sade hayatlarını okumalı ve onlardan ilham almalıyız. Bizi yeniden diriltecek olan ruh bu ruhtur. İşte bu duygularla İrfanDunyamiz. com olarak güzel ve sade hayatları sizlerle buluşturma gayretindeyiz. Sizler de bu güzel içerikleri sevdiklerinizle paylaşabilir, iyiliklerin, faziletlerin, erdemlerin yayılmasına katkı sunabilirsiniz.

Sade Hayatlar ↗

Bize kaybettiklerimizi hatırlatan, ilham veren sade hayatlar tanımak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Ali Ulvi Kurucu’nun hicreti….

1930’lu yıllarda Ali Ulvi Kurucu Bey’in babası İbrahim Efendi mahalle camiinde imamlık yapmaktadır. Din eğitiminin …

2 Yorumlar

  1. Ne güzel gönül insanları maşaallah. Alınacak dersler pek çok. Rabbimiz razı olsun Geylani hocam.

  2. Hasan Hüseyin Aygün

    İlham veren hayatları, gösterişsiz bir şekilde sunmak. Allah razı olsun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.