Namaz kılmayan kardeşlerim mutlaka okuyun

Namazı ikame makamına taşıyan özelliklerden biri de cemaate katılmaktır. Cemaatle kılınmayan namaz, ne kadar huşu ile kılınsa bile ikame sayılmaz. Eda edilmiş olur ama nakıs bir edadır. Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’in namaz ile ilgili hadisleri incelendiğinde “Namazın ikame edilmesi” ifadesine çok rastlanır. “İkame” kavramı, bu ibadeti rast gele yerine getirmeyi dışta tutan bir ifadedir. Bununla; hakkıyla temizliğe riayet etmek, abdesti erkanına riayet ederek almak, cemaate katılmak, tadili erkana uymak, kıraat edilen ayet, dua ve surelerin anlamlarını düşünmek, huşuyu tam olarak gerçekleştirmek ve kılınan namazı ihsan bilinci içerisinde “veda namazı” gibi eda etmek kastedilmiştir.

Namazın ikamesi ile ilgili hususlara baktığımızda görürüz ki cemaate katılmak da ikamenin şartlarından birisidir. İnsan, yüzlerce rekat namaz kılsa, farzları bireysel olarak en güzel biçimde eda etse bile, cemaate devam etmedikçe namazı ikame etmiş olmaz. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, cemaatle namaz kılmaya çok büyük bir önem vermiştir. Özellikle de gençleri cemaate katılmaya teşvik etmiş ve onları müjdelemiştir.

Cemaate gelin

Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem Rahman’ın koruması altında olacak 7 sınıfı sayarken bunlardan birisinin de; “Allah’ a ibadet aşkı ile yetişen genç ve kalbi, mescide devam etmeye arzulu kişidir.”1 buyurmuştur. “Karanlık gecelerde mescitlere giden kimseleri kıyamet gününde tam bir nur ile müjdeleyin”2 diyerek ümmetini cemaatle namazdan kopmamaya yönlendirmiştir.

Kuran-ı Kerim’ de, savaş anında bile cemaatle namazın teşvik edilip terk etmeye bir yol verilmemesi hem namazı edanın hem de cemaatin önemine bir atıftır.3 Cemaatle namaz kılmak mescitlerde zorlaşınca, ayrı bir mimari stil geliştirerek yine de cemaatten kopmamayı emreden Yüce Allah, İsrailoğullarından örnek vererek bizlere de olağanüstü durumlarda aynı yolu takip etmemizi şu buyruğu ile bildirmiştir: “Musa ve kardeşine: ‘kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın; o evlerinizi kıblegah (mescit) yapın ve (oralarda cemaatleşerek) namazı da dosdoğru kılın. (Ey Musa! Artık) iman edenlere (kurtulacaklarını) müjdele.’ diye vahiy ettik.”4

Rasulullah sallellahu aleyhi ve sellem; “Kuran-ı Kerim’e iman etmeden keyfi yorumlar yapan münafıkları ve iş güç derdine düşerek cemaati terk edenleri ümmeti adına korktuğu sınıflar”5 arasında nitelendirmiş ve “Ezanı işittiği halde özürsüz olarak cemaate gelmeyenin namazı da yoktur”6 buyurmuştur. Cemaate katılmaya mani olan özrü, Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem: “Hastalık ve korku”7 diye haber vermiştir.

Cemaatle namaz kılmayı en önemli sünnetlerden bilen İbni Abbas radıyellahu anh: “Kim ki Hayyaalel Felah nidasını işitir de davete icabet etmezse, Resulullah’ın sünnetini terk etmiştir”8 demiştir. “Cemaatle kılınan namazın yalnız kılınan namazdan 27 derece daha faziletli”9 olduğunu bildiren Peygamber Efendimiz, “Camiye giderken atılan her adımın da sadaka olduğunu”10 söylemiştir.

Müjdeler var

Cemaatle namaz kılmaya çok büyük bir önem veren Rasulullah Efendimiz, teşvik babında şu tavsiyeyi yapmıştır: “Kim ilk tekbire yetişmek suretiyle 40 gün cemaatle namaz kılarsa, o kimse cehennem ateşinden ve münafık olarak kaydedilmekten kurtulur.”11

“Mescitte iken ezanı işitir de bir ihtiyacı olmaksızın çıkar ve cemaate dönmeyi de istemezse o münafıktır”12 buyuran Peygamberimiz; “Münafıklara en ağır gelen namazların da sabah ve yatsı namazlarını “cemaatle kılmak”13 olduğuna vurgu yapmıştır. Bu konudaki ciddiyetini her an taze tutan Efendimiz: “Birisine emredeyim cemaate namaz kıldırsın, sonra da bana odun toplasınlar ve cemaatle namaza katılmayanların evlerini başlarına yıkayım”14 buyurmuştur.

Abdullah bin Ümmü Mektum, iki gözü de görmeyen bir kimse olarak evinde namaz kılma hususunda Peygamber Efenidimiz’den izin isteyince; Resulullah ona “Ezanı işitiyor musun?” demiş, o da “Evet” deyince; “Senin cemaate katılmanı engelleyecek bir ruhsat bulamıyorum”15 karşılığını vermiştir. Bazı rivayetlerde Ümmü Mektum ile mescidin arasında âmâ bir insan için tehlike arz eden su ve ağaçlar olduğu16 belirtilmesine rağmen Resulullah; “Emekleyerek de olsa cemaatle namaza gel”17 buyurmuştur. Bu rivayetler bazı mezheplerde cemaatle namazın farz veya vacip şekilde değerlendirilmesine sebep olmuştur.

Yukarıdaki rivayetler göz önünde bulundurulduğunda görülür ki Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem cemaatle namaz kılmanın önemini değişik ifadelerle defalarca dile getirmiştir. Cemaate katılmayanların deyim yerindeyse ocaklarını başına geçirmek istemiştir. Kendisi de cemaati bir an olsun terk etmemiştir. İbni Abbas radıyellahu an’ın bildirdiğine göre, Resulullah, hastalığı ağırlaşınca bile, iki kişinin omzuna asılarak ve ayakları da yerlerde sürünerek cemaatle namaza gelmiştir.18 Zaten en son vasiyeti de namaza devamın önemini vurgulamak olmuştur.19

Peygamber Efendimiz vefatına yakın hastalığında iki kişinin omuzuna yaslanmış vaziyette ve ayakları yerde sürünerek mescide geldiğine göre Müslümanların bu sünneti iyi düşünmeleri ve nesillerini de mescide bağlılık şuuru içerisinde yetiştirmeleri zorunludur. Zira müminlerin kurtuluşu cemaatleşmekten geçer.

Mescitte yetiştirdi

Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem, bireysel anlamda Hazreti İbrahim aleyhis selam misali cemaati Mescid-i Haram’da (Kâbe), Mescid- i Nebi’de ve diğer mescitlerde yetiştirmiştir. Bunun sonucunda etrafındaki müminler; tüm olayları vahye göre değerlendirmişler, yalnızca müminleri veli edinmişler, Allah celle celaluh için her şeylerini feda edebilmişler, hiç kimse için inançlarını feda etmemişler, emr-i bil ma’ruf ve nehy-i an’il münker görevlerini hakkıyla yerine getirmişler, hayatı iman ve cihattan ibaret saymışlar, salih amellere çok özen göstermişler, kâfirlere en ufak bir sempati duymamışlar, ahlaken hiçbir davranış bozukluğu yapmamaya çalışmışlar, sıla-ı rahmi en güzel şekilde yapmışlar, tüm harcamalarda orta yolu tutmuşlar, kul hakları konusunda çok duyarlı olmuşlar, günahlara karşı hep uyanık durmuşlar, birbirlerine karşı çok sevecen bir duruş sergilemişler, şehid ve önder ümmet olmanın bilinci ile yaşamışlardır.

Bütün bu güzel vasıflar bireysel ümmet olabilmenin temel nitelikleridir. Bunlar camiye devamla, gece gündüz mescidlerde ayet dinlemekle, mescidleri mektebe dönüştürmekle elde edilir. Cemaate devam ederek bireysel anlamda bir ümmet olma vasfını elde edemediğimiz zaman hem cami cemaati “Kuru bir kalabalık”tan ibaret olur, hem de cemaatleşmenin sosyal ve siyasal aşamaları gerçekleşemez. Nitelikli bir cemaat olamadıkça da müminler hiçbir problemlerini çözemezler.

Hayatın öznesi olmak ve tarihe yön vermek yerine gündemini başkalarının belirlediği edilgen varlıklar haline dönüşürler. Peygamber Efendimiz ve sahabesi gidişatını inkarcıların belirlediği müsaadeli bir hayata cemaatleşme sayesinde asla razı olmamışlardır. Camiye devam etmeyenler ısmarlama bir hayata rıza göstererek sıradanlaşır endişesiyle sürekli uyarılmışlardır.

Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem döneminde mü’minler, İmam’ın etrafında daima zihinsel ve ruhi bir tecdid yaşamışlardır. Cemaate katılmayarak bu tecdidin kasıtlı olarak dışında kalanlar ise münafıklaşmışlardır. Bugün böyle bir tecdit halini yaşayabilmek için imamın da ‘imam’ olması şarttır. İmam, namaz kıldırdığı cemaatinin itikadından, ibadetlerinden, ahlaki gidişatından, siyasi tercihlerinden, iktisadi faaliyetlerinden ve hayata bakışlarından kendisini sorumlu tutmalıdır. Cemaatinin ideolojik kaymalar yaşamasına onları uyararak müsaade etmemelidir. Çünkü ideolojiler İslam’a karşı türetilmiş yapay dinlerdir.

Velhasıl, imameti ekmek teknesi olarak gören ‘memurlar’ yerine, peygamber makamı bilen kimseler bu makama tercih edilmelidirler. Eğer arkasında namaz kıldığımız imamlar; âlim, abid, müttaki, vera sahibi ve istikamet ehli ise namazımız daha da derinlik kazanacaktır. İmamdan cemaate, cemaatten imama etkileşim kaçınılmazdır.

Namazın terki

Cemaati terk etmenin bile bu kadar vebali ve sorumluluğu olduğuna göre namazı tamamen terk edenlerin durumları nasıldır? Kur’an, kâfirlerin namaz kılmadıklarına zaman zaman atıflarda bulunmuş ve ahiretteki tahassürlerini dile getirmiştir.20 Küfrün bir başka kolu olan münafıklar ise iman ederek namaz kılmadıkları gibi, riya için kılacak olsalar, o zaman da üşengeç bir şekilde namaza kalkmışlardır.21 Münafıkların namaz ve ezanla alay edişleri onların kalplerinin küfürle dolu olmasının kanıtıdır.

Yüce Allah, bu hastalıklı güruhun çirkin davranışlarını şu ayette haber vermiştir: (Ezan okuyup) namaza çağırdığınız zaman, onu oyun ve alay konusu edindiler. Çünkü onlar akıllarını kullanmayan (anlayışsız) bir toplumdur.”22 Yüce Allah ile en nitelikli iletişim ve buluşma olan namazı hiçbir Müslüman bırakamaz. Baygınlık, ateh/ bunama vb. şer’î özürler hariç namazı terk etmek mümkün değildir. Namazın terk edilemeyeceğini şu ifadeyle netleştirebiliriz: ölümün dışında hiçbir durumda namaz terk edilemez.

Rabbimiz bu durumu değişik ayetlerde farklı temalarla zaten dile getirmiştir. Bu grup ayetlerden birinde şöyle buyurulmuştur: “Ne bir ticaretin ve ne de alışverişin, Allah’ı zikirden, namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten alıkoymadığı adamlar vardır. Onlar kalplerin ve gözlerin kıyametin dehşetinden allak bullak olacağı bir günden korkarlar.”23 Bu ayet bizlere namazın her hâlde kılınacağını ve dünyevi meşgalelerin namazı engelleyemeyeceğini irşat bağlamında bildirmektedir.

Daha önce açıklamasını yaptığımız gibi savaşta bile namazın terk edilemeyeceğine Yüce Allah karar vermiştir.24 Ayetler ve hadisler bu çerçevede nazil olmuşken, sudan bahaneler ve kendinden menkul yapay meşguliyetlerle namazı geçirmek veya önem vermemek Müslümanca bir davranış değildir. Kur’an nazarında namaz dindir; imandır.25

Namaz arınmadır

İlk vahiy süreciyle beraber namazla emredilen Peygamber Efendimiz ve Müslümanlar bu ibadetlerini hiçbir zaman aksatmamışlardır. Resulullah’ın beyanına göre namaz aynı zamanda bir arınma yoludur. Namazın günahlardan arınma yolu oluşunu Peygamber Efendimiz şöyle bir temsille açıklamıştır: “Hakkıyla eda edilen beş vakit namaz; sizden birinin evinin önünden akan nehir gibidir. Bu nehirde günde beş defa yıkansanız nasıl ki üzerinizde kir kalmazsa namaz da öyledir.”26 Başka bir temsilde ise şu örneği vermiştir: “Müslüman, sadece Allah’ın rızasını umarak namazını hakkıyla eda edecek olursa, ağacın üzerinden (kuruyan) yapraklar nasıl dökülürse onun da işlediği (küçük) günahlar da öyle dökülürler/ af olurlar.”27

Peygamber Efendimiz’in bu teşvikinde namazın arınma yolunun önemi olmakla beraber ahirette kişinin hesaba çekileceği ilk amel olmasının da etkisi vardır.28 Ahirette kişinin hesaba çekileceği ilk amelin namaz olacağını açıklayan Peygamber Efendimiz,29 büyük günün hesabına insanın çocukluk dönemiyle beraber hazırlık yapmasını istemiş ve ebeveynlere şu talimatı vermiştir. “Çocuklarınız yedi yaşına
geldiklerinde onlara namazı emrediniz…”30 Hatta bazı rivayetlerde çocukların sağlarını sollarından ayırt etmeyi kavradıkları anda namazla emredilecekleri belirtilmiştir.31

Peygamber Efendimiz, sabah namazlarında çocukların seslerini duyunca cemaate kıldırdığı namazlarını daha hafif tutmuştur.32 Bu olay sahabe hanımlarının, çocuklarını alıştırmak için namaza getirdiklerini gösterir. Sahabenin âlimlerinden İbni Abbas radıyellahu anh, küçük çocukların ana- babaları tarafından sabah namazına kaldırılacaklarını, velev ki bir secde olsa bile yaptırılacaklarını söylemiştir.33 Erken yaşta Allah Teâlâ’ya secde etmeyi öğrenen çocuklar, ileri yaşlarda başkalarına secde etmekten ve tağutlara itaatten de kurtulurlar.

Peygamber Efendimiz, kızı Fatıma büyüyüp evlendikten sonra bile yakınlarında bulunan evlerine giderek onu ve eşi Hazreti Ali’yi gece namazına uyandırmıştır.34Kızı Fatıma’ya; “Ey Fatıma! Secdeyi
çok yap. Zira bir insan Allah Teâlâ’ya secde ettiği zaman, her bir secdesine mukabil Allah Teâlâ onun derecesini yükseltir”35 buyurmuştur. Ayrıca bütün babalara şu emri vermiştir: “Çocuklarınızın namazı devamlı kılmalarını sağlayın.”36 Bu örnekler babaların, çocuklarına evlilik öncesi ve sonrası bile yakın ilgi göstermelerinin ve namaza teşvik etmelerinin gerekliliğine sünnetten delillerdir. Özellikle evlendikten sonra; “Ne yapalım, evlendi gitti. Namazına artık karışamayız” anlayışı Müslümanca bir tutum değildir. Sünnete aykırı bir tarzıdır.

Namazı vasiyet etti

Önemine binaen çocuklar nasıl namazla erken dönemde emredilmişlerse, Peygamber Efendimiz vefatı yaklaştığında; nefes alıp vermekte zorlandığı son anında bir ara kendine gelip ümmetine şu nihai vasiyeti yapmıştır. “Namazlarınızı vaktinde kılarak itina gösterin, aksatmayın ve emriniz altında çalışan kişilerin hukuklarını koruyun; onlara haksızlık yapmayın.”37Peygamberin bu son sözlerinin Müslümanların zihinlerinde canlılık bulması gerekirken, beş vakit namaz kılanların sayılarının düşüklüğü realitenin böyle olmadığını göstermektedir. Neticesine katlanmak kaydıyla herkes davranışlarında serbesttir. Ama unutmayalım ki namaz Peygamberimizin ümmetine en son vasiyetidir.

Gerek çocukların namazla emredilmeleri, gerekse Peygamber Efendimiz’in namazın edası ile ilgili vasiyeti namazı terk etmenin ağır yükümlülüğünü hatırlatmaktadır. Şu olay namazın önemini ortaya koymaktadır: “Adamın birisi gelmiş ve “İslâm’a girdikten sonra Allah katında en sevimli amel hangisidir” demiştir. Resulullah, o kişiye şu cevabı vermiştir: “Vaktinde kılınan namazdır. Kim ki bilerek namazı terk ederse onun dini yoktur, çünkü namaz dinin direğidir.”38

“Sahabe, Resulullah’tan böyle öğrendiği için, namazı terk etmenin dışında bir ameli terk etmeyi küfür olarak görmemişlerdir.”39Hazreti Ömer radıyellahu anh de bu anlayışın bir yansıması biçiminde şöyle demiştir: “Namazı terk eden bir kişinin İslâm’dan (zerre kadar) nasibi yoktur.”40 “Namazı hafife alan ve ona gereken değeri vermeyen İslâm’ı da hafife alıyor ve değer vermiyor demektir. Bir insanın İslâm’dan nasibi,
namazdan aldığı nasip kadardır. İslâm’a olan rağbeti de namaza olan rağbeti kadardır”41 sözü de yine Hazreti Ömer’e aittir.

Allah onlardan razı olsun, sahabeden Hazreti Ömer, Hazreti Abdurrahman bin Avf, Hazreti Muaz bin Cebel, Hazreti Ebu Hureyre farz olan bir vakit namazı zamanında bilerek kılmayan kâfirdir; mürteddir sonucuna varmışlardır.42 Bu ve benzeri rivayetler aslında ağır değildirler. Kur’an’daki yüze yakın ayetin tefsirleridirler. Fakat namazı devamlı veya hiç kılmayan zevat, bu rivayetleri aşırı bularak nakleden kişilerle polemiğe girmektedirler. Bu hadisleri nakledenleri tekfircilikle suçlamaktadırlar. Bu polemiklerinin temelinde empati ve korku vardır.

Namaz kılmaya başlamak yerine hadislerle polemiğe girmek her şeyden önce Müslümanca bir tavır değildir. Bu hadisler rivayet edilmese bile ilahi hükümden kurtulmak mümkün değildir. Nebevi ifadede namaz; kişi ile küfür arasındaki perdedir. Namazı terk eden perdeyi kaldırmış olur.43

Cennet var

“Vaktinde kılınan namazın, ana-babaya en güzel ve nezaketlice davranmanın ve Allah yolunda cihad etmenin en faziletli amel” olduğunu belirten Peygamberimiz,44“Namaz, cennetin anahtarıdır” müjdesini vermiştir.45 Bu bağlamda Resulullah’ın şu hadisi çok önemlidir: “Allah Teâlâ, beş vakit namazı Müslümanlara farz kılmıştır. Kim bu namazları hiçbir rüknünü zayi etmeksizin hakkıyla kılarsa, onun cennetlik olacağına dair Allah’ın ahdi vardır. Fakat beş vakit namazı kılmayan kimsenin cennete gireceğine dair Allah’ın bir ahdi yoktur. Dilerse azap eder, dilerse affeder ve cennetine girdirir.”46

Bütün bu önemli nedenlerinden dolayı, bir kimse Müslüman olduğunda Peygamber Efendimiz, o kişiye ilk önce namazı öğretmiştir.47 Namaz kılmak, kişinin Müslümanlığı ikrar edip dünyada ait olduğu yeri belirlemesine karar vermesidir. Bu münasebetle, ömrü boyu namaz kılmayan bir insan, daha dünyada iken saf tutacağı yeri belirlemediği için kâfir muamelesi yapılır ve ölünce bile Müslümanların mezarlığına gömülmez.

Dünyada iken namaz kılmayanların; saf tutacakları yeri belirlemeyenlerin uhrevi mekânlarını ve beraber olacakları grupları sevgili Peygamberimiz şöyle ifade buyurmuştur: “Kim ki (beş vakit namazı) düzenli kılacak olursa, eda ettiği bu namaz onun için (sıratta yolunu aydınlatan) bir nur, Müslümanlığına bir kanıt ve kıyamet gününde cehennemden kurtuluşuna vesile olur. (Beş vakit) namazı düzenli kılmayan için ne bir nur, ne Müslümanlığına kanıt, ne de cehennemden kurtuluş vardır. Namazlarını düzenli ve tam kılmayanlar kıyamet gününde Karun, Firavun, Haman ve Übeyy bin Halef (Peygamber dönemi azılı din düşmanı) ile beraber (haşir) olacaklardır.”48

Hazreti Ömer’i vurduklarında kan kaybından bayılmıştır. Namazın vakti daralınca orada hazır bulunan arkadaşlarından birisi, “namaz geçiyor” deyince, silkinerek uyanmış ve kanlar içerisinde sabah namazını vaktinde eda etmiştir.49 Hazreti Ömer’i bu zor durumda namazı edaya sevk eden şey; Firavunla haşir olma korkusudur. Aslında bu korkunun her Müslümanda olması gerekmez mi?

Amelleri boşa gider

“Kişi ile şirk ve küfür arasındaki engel namazdır, namazı terk eden Allah’a şirk koşmuş olur”50 buyuran Peygamber Efendimiz, “Namazı bilerek terk eden kimselerden Allah’ın zimmetinin kalktığını” da belirtmiştir.51 Nebevi beyana göre “namaz, Müslümanlarla kâfirler arasındaki en büyük ahiddir. Namazı terk eden küfre girer.”52

Küfre götürdüğüne göre bilmek gerekir ki “Namazı terk eden bir kimse (o hâl üzerine ölecek olursa) amelleri de boşa gider.”53 Hatta yalnızca “ikindi namazını bilerek terk edenin dahi amelleri boşa gider.”54 Yatsı ve sabah namazlarını terk edenlerin veya gece geç saatlere kadar televizyon kanallarına takıldıkları için sabah namazını terk edip vakit namazlarının sayısını dörde düşürenlerin şu hadisi iyi tefekkür etmeleri şarttır: “Münafıklara en ağır gelen namaz sabah ve yatsı namazlarıdır…”55 Bilmeliyiz ki “sabah namazını eda eden kimseler Allah Teâlâ’nın zimmetindedirler.”56

Peygamber Efendimiz’in; “İnsanlarla, Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir şeklinde şehadet edinceye, namazlarını ikame edip zekâtlarını verinceye kadar savaşmakla emir olundum”57 buyruğu, namaz kılmayanların dinle olan bağlarının kesilmesine bağlı irat edilmiştir. Dolayısıyla bu ve yukarıda geçen rivayetleri tartışma konusu yapmanın gereği yoktur erdemli Müslümanlar bilirler ki “Allah ve Resulü bir şeye karar verdikleri zaman Müslümanlar için seçme hakkı yoktur.”58

Hakka ve hakikate teslim olmak vardır. Namazı terk etmekle alakalı naslar biraz da yorumsuz verilmeli ve insanlar silkelenmelidirler. Aksi hâlde yorumlar öne çok çıkacak olurlarsa namaz kılmayanların sayıları daha da artmaktadır. Ülkemiz de bile beş vakti muntazaman kılanların sayısı oldukça düşüktür. Namaza bağlı tevhidi değişimi yaşayamayan namazsız Müslümanlar (!) ideolojik veya nefsani isteklere bağlı daha kolay savrulmakta ve Müslüman kimliği hesaba katmamaktadırlar. Bu insanlar Kur’an ve Sünnet’le birinci derecede karşılaşacak olsalardı namaz kılmayanların oranı bu kadar yüksek olmazdı.

Bir vakit namazı terk etmekten ciğerlerine şiş saplanmış gibi acı duyarlardı. Bu acıyı duymak kalpteki imanın derecesiyle ilgilidir. İmanın keyfiyetini içselleştirmeyen bir kimse geçirdiği namazlardan dolayı hiçbir acı duymaz. Ama imanı içselleştiren Müslüman, “İkindi namazını geçirdiğinde sanki ailesini ve malını kaybetmişçesine”59 ıstırap duyar.

Dr. Mehmet Sürmeli/ İrfanDunyamiz.com

DİPNOTLAR

1 Malik, Muvatta, Çağrı Yay, İst 1981, c. II, s.953
2 Hakim, Müstedrek, Salat, No:769, c. I, s.332
3 Bak: Nisa 4/101-102
4 Yunus 10/ 87
5 Heysemi, Mecmauz-zevaid, c. II, s.194
6 İbn Mace, Mesacid, 17, No:793, c. I, s.373
7 Hakim, Müstedrek, Salat, No:896, c. I, s.373
8 Heysemi, Mecmaüz-zevaid, C. II, s. 44
9 Ahmed, Müsned, (Tahh. Muhammed Şakir), No:4670, c. VI, s. 307
10 Ahmed, a.g.e; (Tah. Muhammed Şakir), No:8096, c. XV, s. 243
11 Ahmed, Müsned, c. III, s.155; Tirmizi, Sünen, 178, Salat, 241, c. II, s. 7
12 İbn-i Mace, Ezan, 7, No:734, c. I, s.242
13 Ahmed, Müsned, (Tah: Muhammed Şakir), No:10102, c. XIX, s. 127
14 Abdurrezzak, Musannef, Salat, No:1985, c. I, s. 518; Müslim, 5, Mesacid, 42, No:252, c. I, s. 451-2; Heysemi, Mecmauz-zevaid, c. II, s. 43
15 Abdurrezzak, Musannef, Salat, No:1913, c. I, s. 497
16 Hakim, müstedrek, No:6673, c. III, s. 736
17 Heysemi, Mecmauz-zevaid, c. II, s. 42
18 Ahmed, müsned, (Tah: Muhammed Şakir), Had. No:3356, c. V, s. 121
19 İbn-i sad, Tabakat, c.IV, s.70; Ebu Davud, 35, Edep, 133, N:5156, c.V, s.359; ibn Mace, Vesaya, I, No.2697, c. II, s.900
20 Bak: Müddessir 74/42-43
21 Bak:Nisa 4/142
22 Maide 5/58
23 Nur 24/37
24 Bak: Nisa 4/102
25 Bak: Bakara 2/143; Hud 11/87
26 Ahmed, Müsned, c. III, s. 305; Nesai, salat, had. no: 7, C.I, s. 231.
27 Ahmed, Müsned, c. V, s. 179.
28 Bak: Nesai, salat, had. no: 9, C.I, s. 233.
29 Ahmed, Müsned, c. IV, s.104.
30 Ebu Davud, Salat, C.I, s. 334.
31 Abdürrezzak, Musannef, c. IV, s. 153; Ahmed, Müsned, c. I, 335; Ebu Davud, 2, Salat, 26, had.no: 497, c. I,s.335.
32 Heysemi, Mecmauz-zevaid, c.II, s.74.
33 Abdürrezzak, Musannef, c. IV, s. 154.
34 Heysemi, Mecmauz-zevaid, c.II, s. 263.
35 Ahmed, Müsned, c. III, s. 428.
36 Abdürrezzak, Musannef, c. IV, s. 154.
37 Ahmed, Müsned, c. I, s. 78; Ebu Davud, 35, Edep, 133, had. no: 5156, c.V, s.359;İbni Mace, Vesaya, I, had. no: 2697-8, c. II, s. 900.
38 Acluni, Keşf’ü-l Hafa, c. II, s. 31.
39 Tirmizi, 9, Salat, had. no: 2622, c. V, s. 14; Hakim, Müstedrek, c. I, s. 48.
40 Abdürrezzak, Musannef, c. III, s. 125.
41 İbni Kayyim, Şemsüddin muhammed b. Ebî Bekir, es-Salatü ve Hukmü târikihâ, s.19.
42 İbni Kayyim, Şemsüddin muhammed b. Ebî Bekir, es-Salatü ve Hukmü târikihâ, s.36.
43 Ebu Davud, 34, Sünnet, 15, had. no: 4678, c.V, s. 58.
44 Ahmed, Müsned, (Tah: Muhammed Şakir, had. No:4285), c. VI, s. 141.
45 Suyuti, Celaleddin, Cami’u-s Sağir, c. II, s. 501.
46 Ebu Davud, 2,Salat, 337, had.no: 1420, C.II, s. 131.
47 Heysemi, Mecmauz-zevaid, c.I s. 293.
48 Ahmed, Müsned, c. II, s. 169; Darimi, Rikak, had. no: 13, c. I, s. 698.
49 Malik, Muvatta, 2, Taharet, 12, c. I, s. 40; Abdürrezzak, Musannef, c. I, s. 150.
50 Müslim, I, İman, 35, had. no. 134, c.ı, s.88; Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, es-Sünne, s. 97; Darimi, sünen,
Beyrut, c. I, s. 307.
51 Abdürrezzak, Musannef, c. III, s. 124.
52 Ahmed, Müsned, c. V, s. 346.
53 Heysemi, Mecmauz-zevaid, c.I, s. 295.
54 Ahmed, Müsned, c. V, s. 349.
55 Müslm, 5, Mesacid, 42, had. no: 252, c. I, s. 451-2;Heysemi, Mecmauz-zevaid, c.II, s. 40.
56 İbni Mace, fiten, 20, had. no. C.II, s. 1301.
57 Ahmed, Müsned, (Tah: Muhammed Şakir, had. No:8525), c. XVI, s. 226.
58 Ahzab 33/36
59 Ahmed, Müsned, (Tah: Muhammed Şakir, had. No:4245), c. VI, s. 250.

İstikamet Yazıları ↗

İslam’ın şuur boyutuna vurgu yapan yazıları okumak için tıklayın.

Kaynak Metinler ↗

İlim yolcuları için derlenmiş temel dini metinlere ulaşmak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Mehmet Feyzi Efendi farklı bir zattı…

İmam hatipte okurken yaz tatillerinde İstanbul gibi manevi üstadların bol olduğu bir şehirde birçok güzel …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.