Derdimiz bir kişinin namaza başlaması…

Kampüs Camii’ndeki genç cemaatimden ayrılığımız çok üzmüştü bizi. Rahmetli babam müftülük görevine gitmemi istemeyince bu caminin genç cemaati bizi teselli ediyordu. Hatta “Böyle daha hayırlı oldu” diye düşünüyorduk. Toptancılar Camii’nde göreve başladıktan sonra bir müddet o yoğun günleri aradık. Cemaate ve vaazlara katılım artmaya başlayınca buraya da alıştık elhamdülillah. İslâmî radyo ve TV’lerde sohbet yaptığım için tanıyanlar da vardı.

Cemaatin içinde, başta Hacıveyiszade Hocam gibi büyük alimlerin sohbetinde yetişmiş, pek çoğu hayrî hizmetlerde, vakıf ve derneklerde idareci, Kur’an kurslarına maddi desteklerine devam eden güzel insanlar vardı. Rahmetli babam da bize tercih hakkı verdikleri için, burayı seçmemi istemişti. Bu seçkin ve oturaklı insanları biliyordu.

Halleriyle, sadelikleriyle gerçekten mümtaz insanlardı. Hatta bazen içimden; “Şu zât evliya herhalde” diye düşündüğüm kişiler olurdu. Cemaatimizle çok güzel kaynaşır sohbet ederdik. Aman Allah’ım! O sohbetlerin tadı anlatılabilir mi hiç? Çok hatıralarım var orada. Sadece cemaat ile değil civardaki esnaf kardeşlerimizle de güzel bir iletişim kurmayı hedeflemiştik. Çünkü bizim işimiz camiye davet etmekti. Onlara mutlaka ulaşmalıydık, bunun derdindeydik.

Hamal Muzaffer

Toptancılar sitesi olduğu için civarda çok hamallar olurdu. Konya’mızın hamalları pek hatırlı gönüllü insanlardı. Hocalara karşı pek hürmetlilerdi. Dışarda hepsi bir köşede oturur, selâmımı alırken hemen ayağa kalkarlar, elimi öperler, vaktim varsa çay içmemi isterlerdi. Onları kırmam, çaylarını içer, onlarla sohbet ederdim. Onlar buna çok sevinirlerdi. Onları da namaza davet ederdim. İçlerinden namaza başlayanlar vardı.

Bir hamal vardı, adı adımdan. O namaza çok soğuktu. Nasıl etsek de Hamal Muzaffer’i namaza çağırsak diye hep düşünürdüm. Onun gibi namaza bir türlü ısınamamış kardeşlerimizin namaza başlaması için çok dua ederdim. “Allah’ımızın davetine niye katılmıyorlar?” diye üzülürdüm. Bizim imam olarak en önemli vazifemiz buydu. Onun için namaza davet konusunda hep fırsat kollardık.

Bir gün öğle namazı öncesi, lavaboya gitmiştim. Baktım bizim Muzaffer kollarını omuzlarına kadar, paçalarını da dizlerine kadar sıvamış. Hiç düşünmeden; “Abdest mi alıyorsun Muzaffer, Allah kabul eylesin” dedim. Ne dedi hatırlamıyorum. Ama az sonra camide cemaatte idi. Muzaffer namaza geldi diye çok sevindim. Sonra baktım diğer vakitlerde de geldi.

Üç beş gün sonra büfeci Ali kardeşimde tost yerken; “Hocam, Muzaffer namaza başlamış” dedi. “Namazlara geliyor elhamdülillah” dedim. “Nasıl olmuş biliyor musun?” diye sordu. “Hayır” deyince anlattı: “O gün yüklü bir kamyon indirmişler. Kan ter içinde kalmış ve biraz ferahlamak için kollarını ve ayaklarını yıkamaya hazırlanmış ki sizinle karşılaşmış. Siz de öyle deyince, çok utanmış ve abdest alıp namaza gelmiş.”

Mevla nasip edecek ya, böyle farkında olmadan söylediğimiz bir söz vesile olmuş demek. Büfeci Ali kardeşim dedi ki: “Hamallar içerisinde en son namaza başlayacak kişi kim olur diye sorsanız herhalde o olur diye düşünürdüm. Onun namaza başlamasına şaşırdım.” Gerçekten fakir de çok etkilendim bu açıklamalar karşısında. Bilmediğim bir güzelliğe vesile kılan Rabbimize çok şükrettim. Demek ki iyi niyetli yaklaşımlar, gizli dualar, insanların gönlüne işliyormuş.

Çaycı Osman

Bir de Çaycı Osman vardı. Güzel çay yapar gönderirdi. Bir dükkan altında olduğu için önceleri onu fark edememişim. Yoksa dükkanları dolaşırken onun dükkanına da uğrar tanışır, sohbet eder, camiye davet ederdim. Bir gün dükkan sahibi rahmetli Hakkı Abim çay söyleyince; “Abi” dedim: “Bu Osman kim, çağır, kendi getirsin de tanışalım.”

Biraz sonra bizden küçük bir arkadaş geldi. Mahcup bir insandı. “Osman beni tanıyor musun?” dedim. “Hayır” dedi. “Demek ki caminin hocasını bilmiyorsun. Ben seni bulurdum ama bir dükkan altındaymış yerin. Bir insan bir kere camiye gelip hocasını tanımaz mı hiç? Olur mu bu?” Osman iyice mahcup oldu. Ne yapacağını şaşırdı, utandı. Bir şey diyemedi. “Haklısın hocam” dedi.

“Haklıyım tabi, sana bir ceza vereceğiz” dedim. “Razıyım hocam” dedi. Ama merakı da arttı. “Evet Osman senin cezan ne biliyor musun? Bundan sonra beş vakit namazı kılmak. Tabi böyle ceza mı olur hocam diyeceksin, bu işin latifesi. Seni fırsat oldukça camide de göreceğiz. Tamam mı?” Hakkı abim de bana destek çıkınca Osman hiç tereddüt etmedi; “Tamam hocam” dedi. Namazlara devam etti, camimize devam etti. Elhamdülillah.

Bazı kardeşlerimiz diyorlar ki: “Kimseye namaz kıl demeye gerek yok. Siz İslam’ı yaşayın, insanlar size bakıp namaza başlarlar.” Elbette biz hakkıyla İslam’ı yaşamış olsak, insanlar da bizi örnek alır. Ama yine de nazımız geçtiği insanlara namazı hatırlatalım. Gücümüz yettiği, dilimiz döndüğü kadar, onları namaza ve camiye davet edelim. Onların namazları bizim derdimiz olursa, Rabbim onların da gönlüne düşürür.

Muzaffer Dereli/ İrfanDunyamiz.com

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Balığın karnından kurtulmak için…

Zikreden bilinçli Müslümanlar, Yaratan’ı ile bir yakınlık kurarlar. Bu yakınlık dolayısıyla kul zaman zaman dara …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.