Kendi düşen de ağlarmış…

Simitçi Mücahit’i bir gün çok üzgün görmüştüm. Bir sorunu olduğunu anladım ve öğrenmek istedim: “Bir sıkıntınız, derdiniz mi var?”

“Hayır, nefsimle ilgili bir şey yok. Yalnız komşumuz Cesur, namazı bıraktığı yetmemiş gibi şimdi de gitmiş bir meyhane açmış. Namazlarımda dua ediyorum, siz de dua edin,” dedi.

İnsan imanın tadını alınca kendinden başkasını da düşünür; akrabalarının, dostlarının, komşularının dertlerini de kendine dert edinir. Mücahit kardeşim, komşusuna üzülürken benim aklıma da yıllar önce kahvehane çalıştıran bir arkadaşım geldi.

Bizi ihmal etme

Ben genelde kahvelerde oturmayı zaman öldürmek olarak gördüğüm için, zamanımı daha iyi değerlendirebilmek için elimden geldiğince böyle yerlere fazla gitmem.

Arkadaşların ısrarı üzerine bir kahveye gittik, herkes kumar oynuyordu. Orayı çalıştıran arkadaş bizim yaşlarımızda, çok hürmetkâr birisiydi. Bizimle çok iyi ilgilendi, ayrılırken de özellikle bana:

“Ne olur bizleri ihmal etmeyin. Biz sizin zannettiğiniz gibi değiliz, elhamdülillah biz de Müslümanız. Hem ben hacca da gittim. Bakmayın bu batakhaneye düşmemize,” deyince ben de ona: “Hayır, biz sizleri bizden farklı görmüyoruz, hem sizin iyi bir insan oluşunuz her halinizden belli oluyor. İnşallah sizi sık sık ziyaret edeceğim,” diyerek oradan ayrıldım.

Bundan sonra artık zaman zaman bu arkadaşı ziyaret ediyor, dilim döndüğünce bir şeyler anlatmaya çalışıyordum. Neyin, nasıl olacağını ancak Yaratan bilir. Bu kardeşe fazla etkili olamadım fakat bu gidiş gelişlerimiz sayesinde oradaki bazı insanlar namaza başladılar; hatta aralarından Kur’ân-ı Kerîm öğrenenler bile oldu.

Kahvehaneyi satmış

Bir ara kahvehaneye gittiğimde bizim arkadaşın orayı başkasına sattığını öğrendim ve buna çok sevindim. Birkaç gün kendisini aradım bulamadım. Onu tanıyan birisi: “Boş ver şunu, sizin gibi dindar birisinin öylelerini aramasına ben bir mana veremiyorum,” dedi. “Hayırdır, ne oldu?” dediğimde ise: “Sizin aradığınız o insan şimdi meyhane açmış,” dedi.

Duyduklarıma inanamamıştım. Şaka yapıyordur, diye düşündüm. Biraz ısrar edince gerçeği açıkça anlattı: “Siz onunla tanıştığınızda da zaten onun meyhanesi vardı. Ama birkaç ortağı ile birlikte çalıştırıyordu. Şimdi ortaklarının bir kısmını çıkarmış, bir ortağıyla birlikte çalıştırıyorlar.”

O gece gözüme uyku girmedi. Sabah olunca arkadaşı ziyaret etmek, onunla görüşmek için adresini soruşturup buldum. Hiç ömrümde gitmediğim bir yere sadece Allah celle celaluh’un rızası için gittim. Fakat gündüzleri öyle yerler boş olduğundan, arkadaşı göremedim. Oradakilere: “Selamımı söyleyin, en kısa zamanda beni ararsa memnun olacağımı kendisine iletin,” diyerek ona haber bıraktım.

Aylar geçti

Günler-aylar çok hızlı geçti fakat o arkadaşla görüşmek bir türlü nasip olmadı. Bir gün oğlu ile karşılaştım: “Babanızı görmek istiyorum fakat nasip olmuyor,” dedim. O ise: “Babamı biz de görmüyoruz. Annemden ayrılmak için mahkemeye başvurmuş. Şimdi başkalarıyla yaşıyormuş,” dedi.

Felaket üstüne felaket geliyordu. Şeytan hazır yakalamışken daha bırakır mı yakasını? Nihayet bir akşam tekrar o kötü mekâna gittim ve bu seferki gidişimde onunla karşılaşmak nasip oldu.

İnanın şaşırdım, bir insan kısa zamanda nasıl öyle çöker? İzahı mümkün değil… Bir yandan uykusuzluk, içki, diğer yandan ailedeki huzursuzluk, derken sanki birkaç ay değil, 5-10 yıl geçmiş gibi çökmüştü. Saçları beyazlamış, gözlerinin önleri simsiyah olmuştu.

Biraz konuştuktan sonra, bir vesileyle onu oradan dışarı çıkardım: “Sana neler oluyor, hiç aynaya bakmıyor musun? Senin inancına, kişiliğine, sendeki cömertliğe bu yaptığını nasıl yakıştırıyorsun? Zararın neresinden dönersen kârdır. Hemen buradan kurtulmalısın. Ne pahasına olursa olsun en kısa zamanda burayı satıp canını kurtar.”

Ama ne fayda… Boynuma sarıldı, gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Bana: “Sevgili kardeşim, seni görünce Kâbe’yi tavaf ettiğim, Medine’ye gidip Peygamberimizi ziyaret ettiğim zamanki duygularımı tekrar yaşıyorum. Ama ben dönüşü olmayan bir yola girmişim. Burayı kredi ile açtım, çok fazla borca girdim. Af edersin bazı ahlâksız kadınlardan borç aldım kredi borçlarımdan kurtulmak gayesiyle. Şimdi de namuslu eşimden oldum, o pisliklerle beraber kalıyorum. Sana anlatmak istemediğim daha neler var neler… Neredeyse inancımı kaybetme noktasına geldim. Senden istirhamım, bir daha buraya gelme. Buralar ipsiz-sapsızlarla dolu. Sana bir şey derler, diye çok korktum. İnşallah ben seni ararım,” dedi.

“Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.” (Kehf Sûresi, 46)

Ne ümitle gittiğim o yerden eli boş dönmüştüm. Güzelim yuva viran, abdest alan eller de içki tutar olmuş. Kâbe-i Muazzama’yı ziyaret eden gözler ise artık uykusuzluktan, göremez hale gelmiş.

“Acaba bu işin sonu nereye varır? Benim elimden artık duadan başka bir şey gelmiyor. Ne yapabilirim?” diye hem düşündüm hem de üzüldüm.

Boğazımda düğümlendi

Bazıları çok abarttığımı düşünerek: “Birisi kötü yola düşmüş. Bırakın düşerse düşsün, kendi düşen ağlamaz,” diyebilirler. Ben, kendi düşenin ağladığını, hem de beni ağlattığını o sahneleri yaşayarak gördüm.

Bizim simitçi Mücahit: “Ağabey sonuç nasıl oldu, daha sonra görüştünüz mü? O meyhaneden o kardeş kurtuldu mu?” şeklinde soru yağmuruna tuttu beni.

Cümleler boğazımda düğümleniyordu, gerisini anlatmak istemiyordum. “Bundan sonrası anlatmaya değmez, bu konuyu böyle kapatalım istersen,” diyerek geçiştirmeye çalıştım fakat Mücahit ısrar edince devam ederek anlattım:

Eşinden ayrılınca evlatları da onu terk etti. Bir ara meyhanede birileriyle kavga etmiş, ayağından vurulmuş ve aylarca hastanelerde yatmış. Telefonunun özellikle bana verilmemesini yakınlarına söylemiş, çünkü beni görünce çok utandığını söylüyormuş.

Alacaklılar her taraftan kıskaca almışlar, elinde ne varsa hepsi hiç olmuş, gitmiş. Ağlaya ağlaya âmâ olmuş, gözleri görmez bir hale gelmiş. Aciz bir halde yaşlı ablasının evinde kalırken bazı zamanlar intihar etmek istemiş fakat gözlerinin görmeyişi ve yataktan kalkma imkânının olmayışından dolayı intihar teşebbüsünü gerçekleştirememiş.

Yüce Mevla bildirmiş

Mevlâmız Kur’an’ında bakın nasıl buyurmuş: “Ey insanlar! Yeryüzünde helâl ve tertemiz olan şeyleri yiyin. Şeytanın adımlarına uymayın. Şüphesiz ki o, sizin için apaçık bir düşmandır.” (Bakara Sûresi, 168) “O size yalnız kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmeyeceğiniz şeyi söylemenizi emreder.” (Bakara Sûresi, âyet 169)

Müfessirlerimiz bu âyeti açıklarken, hitâbın bütün insanlara oluşunu ve şeytana uymamanın yolunun mideden geçtiğini özellikle belirtiyorlar. Şeytan sizi yoldan çıkarmak için önce kötülüğü emreder. Meselâ; “Bugün sabah namazına kalkmasan da olur. Düğün yaparken birkaç kadeh içsen de olur” gibi… yavaş yavaş yoldan çıkarır ve daha sonra hayasızlığa başlatır.

Birkaç yıl önce savunduklarınızı şimdi hor görmeye, daha dün tenkit ettiğiniz kötü şeyleri siz de yapmaya başlar, ondan sonra da Allah celle celaluh hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemeye başlarsınız. Artık rotadan çıkınca da Allah’ı bırakır, insanların gözüne girmek için de yapmadığınız bir şey kalmaz. Hâlbuki göze girmek için çöp kadar küçülmek lazımdır, insan ise göze değil de gönle girmelidir.

Önce Yaratanı sevip sonra da onun bizi sevmesine çalışılmalıdır ki gönüller onun elindedir; işte o zaman gönüllerde sultan olursun. Birçok insan görürüz, uyanmak için ille de bir felaket gelmesini bekler. Ama bilelim ki her musibet de insanın kurtuluşuna sebep olmayıp bazen de insanı helâk edebilir. Şair ne güzel demiş: “Uyanman için ille de bir tokat mı yemelisin ensene?/ Ölüm sana gelmeden sen kendine gelsene” (Cengiz Numanoğlu)

İnsan denen varlık

Evet, insan denen bu yüce varlık, değerleri ile yaşayınca âleme nur saçar, ama değerlerine bir fiyat biçip de değersiz kalınca, etrafında olanlar zaman olur ki kendisinden kaçar.

Bizim kahveci dostumuz da en büyük hatayı kredi çekince yapmış. Rabbimizin, “Allah’a ve Resûlü’ne savaş açmıştır,” dediği faiz belâsı bir haneye girince, artık huzur denen şeyler oradan kaçıyor. Şairin şu deyişi de bunu ne güzel izah ediyor: “Bir çağ ki, beyinlerde cehalet fır dönüyor./ Faiz fırtınasından, ne ocaklar sönüyor” (Cengiz Numanoğlu)

Simitçi Mücahit, çok heyecanla bekledi ki ben: “O kardeş kurtuldu, artık namaza başladı, eski eşine geri döndü, mutlu hayatını sürdürmeye devam ediyor,” diyeyim. Ama diyemedim, çünkü onların olması artık mümkün değildi.

Malını, ailesini, sıhhatini kaybeden o insan çok şükür ki inancını kaybetmeden Azrail ona yetişmiş. Umarız son zamanında çektikleri hatalarına kefaret olur. Allah’ımızın cenneti çok geniştir, biz yine de dua edelim. Bu dünyası viran oldu, inşallah o âlemde perişan olmaz.

Şimdi onunki gibi yıkılan nice yuvalar var. Açılan ellerimizi sadece kendimiz için açmayıp bir Müslüman olarak dualarımıza bu insanları da katalım ve imanlı ölmek için her an imanlı olarak yaşamaya çalışalım.

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

Şunlara Gözat

Selât-ü selam hassasiyeti…

Yüce Allah, Hazreti Muhammed sallellahü aleyhi ve sellem’in kendi katındaki değerinden dolayı ona salat-ü selam …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.