Ahmet Muhtar Büyükçınar Hocamız çok cömert idi, ikram etmeyi, yedirmeyi severdi. Aynı zamanda çok güzel yemek yapardı, iki yüz çeşit yemek yapmayı bildiğini söylerdi. Özellikle pişirmiş olduğu Buhara Pilavını yemeye doyum olmazdı.
Her dönem, kursiyerleri ayrı ayrı sınıflar halinde evine davet eder, onlara Buhara pilavı ikram ederdi. Bizim dönemimizde de yaklaşık yirmişer kişilik üç sınıf idik, her sınıfı ayrı bir günde davet edip Buhara pilavı ikram etmişti.
Gıda hassasiyeti
Hocaefendi abur-cubur her şeyi yemezdi, yediği şeylerin, güzel, kaliteli, taze ve leziz olmasına dikkat ederdi. Buna Bakara Suresi 168, 172 ayetleriyle Mâide Suresi 88. ayetinde geçen ‘tayyibât’ kelimeleriyle Kehf Sûresi’nin 19. ayetinde geçen ‘ezkâ taâmen’ ifadelerini delil olarak zikrederdi.
Yediğimize dikkat etmemizi ve midemizin her şeyi içerisine atacağımız bir çöplük olmadığını söylerdi. Hocaefendi bir öğünde çok çeşitli yemekler yemezdi.
Davetlerde aşırı gidilerek israf derecesine varan çok çeşitli yemekler yapıldığını bildiği için misafir olduğu ev sahibine hangi yemekleri getireceğini sorar, bunlardan iki tanesini seçerdi. Tabi yemeğin sonunda yenen tatlı hariçti.
Talebelerini severdi
Hocamız talebelerine çok düşkündü, onları çok severdi. Onlara sadece ilim öğretmekle yani dersini okutup belirli konuları aktarmakla kalmaz, onlara hayat tecrübelerini, hayatta muvaffak ve başarılı olabilmenin yollarını da anlatır, bunun için düzenli ve prensipli olarak çok çalışmanın gerekli olduğunu söylerdi.
Hocamız tabir caizse feleğin çemberinden geçmiş, küçük yaştan itibaren çok sıkıntılı bir hayat yaşamıştı. Bunları talebelerine anlatır, hayatta mutlu olmanın yollarını da gösterirdi.
1985 yılında yaş haddinden emekli olduktan sonra Yalova Esenköy’e yerleşmişti. Orada da talebeleriyle sık sık görüşmek ister, bundan büyük bir zevk alırdı. Sık sık ziyaret edilmediği zaman sitemde bulunurdu.
Bir defa bana telefon etmişti, konuşmalarımız esnasında: “Benim Antep’te bir hocam vardı, vefat etti” demişti. Ben de yeni vefat etmiş olduğunu zannederek: “Başınız sağ olsun, Allah rahmet etsin” demiştim.
Hocamız, “- Dinle, şimdi vefat etmedi, yıllar önce vefat etti. Hocam hayatta iken Antep’e gidip ziyaret ederdim, o vefat ettikten sonra oğullarını ziyaret ettim, onlardan vefat eden olunca da torunlarını ziyaret ediyorum” demişti. Anladım ki hocamız kendisini sık sık ziyaret etmediğimizden dolayı bize sitem ediyordu.
Hocamız haklı idi, kendisini sık sık ziyaret edemiyorduk. Oğlu kışları İstanbul’da Yeni Sahra’da kalıyordu. Bir defa telefonda kendisine, “Hocam, İstanbul’a geldiğinizde haberim olsa da görüşsek” demiştim. Hocam, “Ağaç yaşlanınca kök hareket etmez, dalları hareket eder” diye yine beni mahcup etmişti.
Esenköy’de bir defa kendisini ziyarete gittiğimde yine sitemde bulunarak geç geldiğimi söylemişti. Ben de, “Hocam, iki ay önce gelmiştim” deyince “iki ay geç değil mi?” diyerek, talebelerinin kendisini daha çok ziyaret etmeleri gerektiğine işaret etmişti.
“Hayru’l ebeveyni men allemeke” (En hayırlı ebeveyn sana ilim öğretendir) sözünü sık sık söylerdi. Bununla hocaya saygı ve hürmette bulunmanın ebeveynden önce geldiğini belirtmiş olurdu.
Doç. Dr. Durak Pusmaz/ İrfanDunyamiz.com
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.