Bu ülkede kaç milyon insan varsa, hepsinin bu kıssayı mutlaka okumasını isterdim. Fakat sadece bu ülkedekilerin değil bütün insanların bu kıssadan haberdar olmalarını gerçekten arzu ederdim. Bu benim kendi temennimdir. Belki de birçoğunuz bu kıssayı duymuşsunuzdur.
Mevlana Hazretleri, yakın arkadaş olan iki köleden bahsettiği bu hikâyesinde haset kişilik sahibini o kadar güzel tanıtıyor ki herhalde bundan daha güzel anlatılamazdı. Haset kişiyi tanıyacak feraset bizde olsun ki onun yönlendirmelerine aldanmayalım. İçi fesat kimseyi tanıyalım ki onunla uzun amellere girişmeyelim, ortak hareket etmeyelim de bize vereceği zararlardan kurtulalım.
Kolay değil
Siz benim yine de “tanıyalım” dememe bakmayın. Öyle insanları tanımak sanıldığı gibi kolay değildir. “Ben adamın ciğerini bilirim” diye sakın ola ki iddialı laflar etmeyin. Eyüp Sultan’ın güzel insanlarından Dr. Mehmet Emin hocam -Allah ondan razı olsun- bir gün bana; “Bir adamı yirmi beş senede tanıyamazsın” demişti.
Gençler ne der bilmem ama büyükler bu söze hak verecektir sanırım. Yirmi beş sene değil belki kırk senede de tanıyamayız. Yaşadıkça tanıdığımızı sandığımız kişileri tanımadığımızı görürüz. En yakınımızdakileri bile tanımadığımızı fark ederiz. Mevlana da bu hikâyesinde tanımanın kolay olmadığını, tanımak için gönül gözüne ve veli bakışına sahip olmak gerektiğini anlatmaktadır. Buyurun bu güzel hikâyeyi birlikte okuyalım.
İki köle kıssası
Padişah iki tane köle satın aldı. Onlardan birisiyle sohbet etti. Onu anlayışlı, zeki ve tatlı dilli buldu. Hani derler ya; insan dilinin altında gizlidir, şu dil can kapısının perdesidir. Rüzgâr perdeyi kaldırınca, içerisi nasıl görünürse, bilmediğimiz, tanımadığımız kimse de birkaç söz söyleyince, içini gizleyen perde kalkmış olur.
İnsanın kumaşı sözünden anlaşılır; onun gönlünde inci mi var, buğday mı var anlaşılır, gönlü altın hazinesi mi yoksa yılan ve akrep yuvası mı meydana çıkar. Kimisinin içinde imanın nurları, ilahî aşkın sırları, irfanın izleri vardır, kiminin de benliği, nefsanî arzuları kapkara dışına sızmıştır.
Padişahın konuştuğu birinci köle zeki birisidir, hiç kimselerin söylemeyeceği akıllıca cevaplar verir ona. Adeta kurduğu cümlelerle irfan denizinden inciler saçar. Padişah onun akıllı birisi olduğunu görünce onu temizlenmesi için hamama gönderir, diğer köleyi sınamak için yanına çağırır.
İkinci köle, padişahın huzuruna geldiğinde ağzı kokuyordu. Dişleri de kapkaraydı. Padişah onun bu halinden hiç hoşlanmadı. Konuşması da pek güzel değildi. Kirli elbiseleri ve pis kokusundan dolayı padişah ona biraz uzakta durmasını söyledi.
Fakat padişah onun bu görüntüsünün ardındaki karakterini anlamak istiyordu. Üstü kirli ve ağzı kokuyor diye onu aşağılamak değildi derdi. Onu tanıyabilmek için ona bir zarf attı;
– “Sen akıllı birisine benziyorsun. Oysaki az önce konuştuğum arkadaşın, senin hakkında kötü şeyler anlattı. Senin hırsız uğursuz bir insan olduğunu, doğru bir adam olmadığını, kötülerle düşüp kalktığını söyledi.” Köle cevap verdi:
– “Arkadaşım daima doğru söyler, onun gibi dürüst bir insan yoktur. Arkadaşım söylemişse doğrudur. Böyle iyi bir arkadaş bunları söylemişse kusuru kendimde ararım, demek ki ben öyle birisiymişim diye düşünürüm. Padişahım! Belki de onun bende gördüğü ayıpları ben kendimde göremiyorumdur.” Padişah:
– “Peki, senin kusurlarını anladık. Onun ne gibi kusurları var, sen de bunlardan bahset ki onun hangi işimize yarayacağını anlayabileyim.” Köle:
– “Padişahım! O benim gerçek bir arkadaşım, can yoldaşımdır. Madem emir buyurdunuz kusurlarını söyleyeyim. Onun tek kusuru sevgi, vefa ve insanlıktır. Onun tek ayıbı; doğruluk, zekâ ve dostluktur. O çok cömert birisidir, gerekirse canını bile verir. İhtiyacı olanlara yardım eder. Arkadaşım kendini beğenmiş birisi değildir, kendi kusurlarını da görür. Herkesle iyi geçinir, herkesle kolayca dostluk kurar.“ Padişah:
– “Evladım dur orada kal. Arkadaşını övmekte aşırı gitme. Onu bir imtihana çekerim de sonra sen utanırsın.” Köle:
– “Vallahi de billahi de onu övmekte aşırı gitmedim Padişahım. Arkadaşım benim söylediklerimden yüz kat daha güzel bir insandır.”
Padişah arkadaşını fazlaca öven köleye arkadaşının iç yüzünü bilecek bir nurunun olup olmadığını sordu. Her şeyin iç yüzünün insanlardan gizli olmasının hikmetlerinden bahsetti. Ona şunları söyledi:
– “Herkesin iç yüzü dışına vursaydı, herkesin içten ne düşündüğü dıştan bilinseydi, ikiyüzlülük kalkar, herkes dışardan görünen kötülükleri düzeltmek için, güzel düşünmeye, iyi niyetli olmaya mecbur kalırdı. İçimizdeki imanımız gizli olmasaydı, açıkta olsaydı ya da kişinin kâfirliği alnına yazılsaydı, puta tapan kalmazdı. Meselelerin iç yüzünü normal insanlar anlayamaz ancak veli tabiatlı, özel kavrayışlı kimseler kavrar.”
Padişah köleye bunun dışında daha nice hakikatlerden bahsettikten sonra ona huzurdan ayrılması için müsaade etti. Hamamdan dönen diğer köleyi ise tekrar huzuruna çağırttı. Ona:
– “Sıhhatler olsun delikanlı, sen pek zarif, pek akıllı bir insansın. Fakat öteki kölenin bahsettiği kötü huyların sende olduğuna bir türlü inanamıyorum. Bu kötü özelliklerin de olmasaydı ne güzel bir insan olurmuşsun.” Köle dedi ki:
– “Ey Padişahım! O dinsiz benim hakkımda size ne yalan uydurdu; söyleseniz de cevabını versem.” Padişah:
– “Senin ikiyüzlü birisi olduğunu, görüntüde deva, hakikatte dert olduğunu söyledi.”
O güler yüzlü köle padişahtan bu sözleri duyunca kıpkırmızı oldu. Adeta ağzı köpürdü ve öfkeden deliye döndü. Neredeyse kendini kaybetti. Padişaha dedi ki:
– “Padişahım eskiden benimle dost olan o alçak var ya; kıtlıkta kalmış köpek gibidir. Her zaman pislik yiyen bir insandır.”
Bu ağır söz padişahın hoşuna gitmedi. Köle, arkadaşını kötülemek için konuşmaya devam edince Padişah elini onun ağzına götürdü ve şöyle dedi:
– “Artık yeter! Bu imtihan ile seni ondan ayırt ettim. Senin ruhun kokmuş, onun ağzı… Ey ruhu kokmuş kimse sen benden uzakta dur.”
Padişah bu imtihan ile ikisinin de zihniyetlerini anlamış oldu. İyi niyetli olanı ötekinin amiri yaptı ve onun emrine verdi. Birisi dostum dediği kimseyi karalamaktan imtina ederken, bu konuda hassas davranırken, diğeri dostum dediği kimsenin arkasından ağır konuşabilecek bir tıynete sahip olduğunu gösterdi.
Testiye bakma
İnsanlar temiz yüze, güzel söze çabuk aldanırlar. Fakat güzel, iyi bir yüz, kötü huyla bir araya gelirse beş para etmez. Yüzün güzelliği, özün çirkinliğini gizleyemez. İçteki çirkinlik er geç ortaya çıkacaktır.
Mevlana Hazretleri bu hikâyenin sonunda şöyle der: “Testiye bakma, içindeki suya bak.” Allah adamları, iman yolunun yolcuları, güzel insanlar, dış görünüşe değil insanların içinin güzelliğine nazar etmeye çalışırlar. Güzel konuşuyor diye, dışı süslü diye insanlara değer vermezler, iyi kalpli temiz niyet sahibi olarak gördükleri kimselere değer verirler.
Hayatımda hiç unutmadığım rüyalardan birisini yirmili yaşlarda İlahiyat fakültesinde okurken görmüştüm. Rüyamda çok güzel giyimli birisi bana kantinde bir bardak çay ikram ederken ben çayı dökünce, o kimse; “İçindekine değil bardağa baktığın için çayı döktün” demişti. Bu rüyam bu kadarcık ama bende büyük tesir bırakmıştı.
Dış görüntüye aldanmamak, görüntüyle insanları değerlendirmemek tabi ki olgun insanların kârıdır. Allah da insanların dış görünüşlerine bakmaz. Tombulmuş, zayıfmış, uzun boyluymuş, kısaymış, kıvırcık saçlıymış, siyah gözlüymüş, bakmıyor efendim… Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33)
“İki Köle” hikâyesinde anlatılan bu iki insan tipi, hayat serüvenimizde gözümüzün önünden hiçbir zaman ayrılmasın derim. “Niçin bu insan kötü düşünüyor böyle” diye kendi kendinize sorduğunuz olacaktır. Bunu çözemeyecek bir şey yok. Herkesin niyetleri, tıynetleri başka başkadır. Kimisi birinci köleye benzer içi temizdir, iyi niyetten şaşmaz. Kimisinin de diğer köle gibi içinde yüzlerce tilkiler dolaşmaktadır.
Aydın Başar/ Genç Dergisi
KISSA HAVUZU↗
En güzel kıssa ve hikayelerin derlendiği özel arşivimize ulaşmak için tıklayın.
MENKIBE DERYASI↗
Özenle seçilmiş geleneksel eğitici menkıbeler okumak için tıklayın.
Malın alacası dışındadır
İnsanın alacası içindedir
Kıssadan hisse! Boşuna dememişler: Bana arkadaşını söyle; sana kim olduğunu söyleyeyim…