Yıllar önce polis arkadaşım Hüseyin Sarı ile bir ziyaretten geliyorduk. Yol güzergahında el kaldıran bir vatandaşı arabamıza aldık. Yol boyunca hoş sohbetler ettik. Adamın köyü ana asfalta 5 km kalmış iken adam arabadan inmek istedi. Kabul etmedik, köyüne kadar götürdük.
Bizi evine davet etti. Kapısının önüne kadar gidip de eve girmemek olmazdı. Ağustos ayının sıcağı vardı, bizim için de bir mola olur diye düşündük. Adam bize içeriden ayran getirdi. Ayranı içerken bir inilti sesi duyduk. “Bu evde hasta mı var?” dedim. Adam; “Önemli değil” dedi.
Israrcı oldum
Hastayı görmek istediğimizi söyledim fakat adam hastayı bize göstermek istemiyordu. Tabi serde polislik olunca ben kuşkulandım; “Hastayı görmeden gitmeyeceğiz” dedim. O esnada içerdeki odadan bir kadın sesi geldi. “Onlar beni görüştürmezler.”
Bu defa ayağa kalktım; “Kardeşim biz polis memuruyuz! Hastayı bize göstermek zorundasın” dedim. Çaresiz kalan adam bizi hastanın yattığı odaya götürdü. Aman Allah’ım 30’lu yaşlarda bir kadın, öyle zayıflamış, öyle erimiş ki yorganın altında görünmez olmuş.
O genç kadını öyle görünce hem üzüldüm hem sinirlendim. Sert bir tavırla; “Nedir bu bacımızın hastalığı?” diye sordum. Adam; “Bilmiyoruz” demez mi? “Yahu kardeşim ne demek bilmiyoruz? Yoksa doktora götürmediniz mi?”
“Bizim doktora götürecek gücümüz yoktur” dedi. “Yahu bu köyün imamı, muhtarı veya ileri gelen hiçbir kimsesi yok mu? Burası dağ başı mı?” diyerek sitem ettim. Allah’tan üzerimizde para vardı, bayağı bir miktar bıraktık. “Hemen bu bacımı hastaneye götüreceksin tamam mı?” diyerek adamdan söz aldım. Kadıncağızın gözleri gülmeye başladı.
Aklıma geldikçe
Bu olay aklıma geldiğinde kendime çok kızarım. İnsanın bazen basireti bağlanıyor. Tüh bana, yazıklar olsun bana! Neden o zavallı kadını arabamızla hastaneye götürmedik de para verdik? Onu muayene ettirseydik ve işin takipçisi olsaydık ne kadar hoş olacaktı. Bizi o eve kadar, ona merhamet eden Allah Teâlâ götürdü, fakat biz görevimizi iyi yapmadık.
Bu yazıyı okuyan gençler anlamakta zorluk çekebilirler. 1990’lı yılların Türkiye’sinde durum böyle idi. Hastaneye gitmek muayene olmak kolay değildi. Bizim Kösemiz’de de durum farksız değildi.
Hele ki 1960’lı ve 70’li yıllar yoksulluğun zirve yaptığı çileli yıllardı. Neredeyse her ihtiyacımızı Trabzon’dan temin ederdik. Özellikle hastalarımızı genellikle Trabzon’a götürdük. Düşünün hastasınız, sancıdan kıvranıyorsunuz, ilaç yok, doktor yok… Trabzon’a götürmek istiyorlar ama araç bulamıyorlar. Cebinizde paranız da yok, borç bulabilirseniz bayram ediyorsunuz.
Genç kardeşlerimi biraz daha şaşırtayım. Şehirde giyineceğiniz temiz elbise de yok. Okulda hademelik yapan amcanın elbisesi size uyarsa yahut bir tanıdığınızdan bir pantolon bulabilirseniz giyersiniz. Yoksa üzerinizde yamalı pantolon, ayağınızda kara lastikle, yollara düşersiniz.
Sonra öyle araç bulmak da kolay değil. Saatlerce araç beklersiniz. Hasbelkader denk gelirse kamyonların şoför mahallinde yolculuk yaparsınız. Araç yolda mola verdiğinde parası olan lokantaya girer, olmayan bir köşede evinden getirdiği çökelekli ekmeği yemeye çalışır.
Bizim Köse’den Trabzon’a en az 7 veya 8 saatte gidilirdi. Yollar stabilize, araçlar ilkel, dağ yolları daracıktı. Bazen gelen araca yol vermek için durmakta zorluk çekilirdi, Hele kışın kar yağınca yolda kalanların, her gün meydana gelen kazaların haddi hesabı yoktu.
İnanın abartı yok
Bu anlatılanları okuyanlar; “Siz de çok abartmışsınız” diyebilirler. Bizim gibi o yılları yaşayan büyüklerinize sorarsanız abartmadığımızı size söylerler. Eski bir kamyon şoförü tanıdığı olan varsa ona sorun o daha güzel anlatır o günkü durumları. O zamanki kamyon şoförlerinin neredeyse hepsinin pantolonlarının paçaları yırtık veya yanıktı. Niçin biliyor musunuz? Araçlarda kalorifer sistemi olmadığı için küçük tüp ve gaz ocağı ile ısınırlardı.
Tüm bunları niçin yazdım? 04 Mayıs 2023’de acilen Bursa’dan Köse’ye gitmem icap etti. İstanbul’dan Trabzon’a uçak ile gittim. Sağ olsun yeğenim ile Trabzon’dan Gümüşhane’ye beraber gittik. Bir gün önce Zigana Tüneli açılmış. 14,5 km uzunlukta.
Tüneli 9 dakikada geçtik, Zigana Dağı diye bir yeri görmeden… Bir saat kırk beş dakikada Köse’ye vardık. Aynı gün tekrar dönmemiz gerekti. Trabzon terminaline yine yukarda yazdığım süre kadar kısa bir zamanda vardık.
Allah celle celaluh kitabında bizlere sık sık nimetlerini hatırlatıyor. Bunca nimeti görmezden gelirsek kör değil nankör oluruz. Körlüğün çaresi olur da nankörlüğe çare bulunmaz. Allah korusun nankörlük çok kötü bir illettir. Son yirmi senede ülkemize çok büyük hizmetler yapıldı. Hava yolları, kara yolları, hızlı trenler, köprüler, tüneller, şehir hastaneleri, ihalar, sihalar, gemiler, tanklar, Togglar; şimdi saymakla bitiremiyoruz.
Nankörlük bize yakışmayacağına göre, bu nimetlerin gelişine vesile olan başta Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere emeği geçen herkese gönülden şükranlarımı arz ediyorum. Bu yazıyı Trabzon’dan Bursa’ya uçak ile giderken yazdım. Hey gidi dünya hey! Bizim gibi orta gelirlilerin uçağa binmesi hayal bile edilemezdi. Nerede nereye…
Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.