Ahmet Yüksel Özemre merhumun “Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı” adlı kitabının giriş yazısında müellif, gönlüne doğması ile 1994 yılının Ramazan ayında on yedi gün on yedi gece bir odaya kapanarak attar dükkânındaki hatıralarını yazdığını söylüyor. Üç yaşından itibaren tam elli üç sene ehl-i irfan ve ehl-i sanatın muhabbet ve sohbet mekânı olan bu dükkânın müdavimi olduğunu ifade ediyor.
Sayfanın altındaki dipnotta da belirtildiği gibi eskiden bir kitabın başına konulan, bir başkası tarafından yazılan takdim yazısına “Takriz Yazısı” denilirmiş. Bu eserin takriz yazısını müellifin yakın dostu İstanbul beyefendisi Mustafa Uğur Derman yazmış.
Faziletler kitabı
Bu yazıda attar dükkânının sahibi merhum Saim Efendi Amca’nın Üsküdar’ın manevi hayatına kendi çapında ağırlığını koyabilmiş ve faziletlerini çocuklarına da aktarabilmiş bir zat olduğuna değinen Uğur Derman Bey, inceliğe bakılsın ki Saim Amca’nın oğlundan bahsederken günümüz dünyasında pek de alışık olmadığımız bir faziletini naklediyor.
Mustafa Düzgünman Ağabey’in kendisinden 50 kuruşluk çekilmiş karabiber isteyen müşterisine, bayatlayınca kokusunu kaybedeceğini hatırlatarak 25 kuruşluk vermeyi teklif ettiğini, kasasına girecek daha fazla paranın cazibesine kapılmadığını söylüyor. Zannedersem bu kitap bu güzel insanları ve faziletlerini anlattığı için çok kıymetli bir eserdir.
Üsküdar ağzı
Bu güzel eserden öğrendiğimize göre Özbekler Tekkesi, Aziz Mahmud Hüdayi Dergahı, Sandıkçı Dergahı ve Nasuhî Dergahı olmak üzere Üsküdar’da eskiden dört büyük tekke varmış. Attar dükkânının sahibi ve aynı zamanda imamlık yapan Hafız Saim Efendi, Özbekler Tekkesi yakınında oturuyormuş.
Eskiden Üsküdar’daki hafızlar “Üsküdar ağzı” denilen bir tarzda Kur’an okurlarmış. Bu geleneğin son temsilcilerinden birisi de merhum hafız Kani Karaca’ymış. Saim Efendi Hoca ve Necmettin Okyay Hoca okudukları kıraatle bilhassa teravih namazlarında cemaate inşirah, neşe ve letafet bahşederlermiş.
Merhum müellifin babası Nuri Efendi, Saim Efendi Amca’nın maddi ve manevi sıkıntıda olanların hizmetine gizlice yahut aşikâre koşan güzel bir insan olduğunu söylermiş. Saim Efendi’nin kul hakkı konusundaki hassasiyetine bakın ki müşterinin hakkı geçmemesi için malın ambalajlandığı kâğıdın aynısı terazinin diğer kefesine de koyar, yine de tartılan malın birkaç gram ağır gelmesine özen gösterirmiş.
Her şeyi cüzî bir kârla satma prensiplerine rağmen kul hakkına riayet hususundaki hassasiyetlerinden dolayı Cenab-ı Hak bu dükkâna öyle bir bereket vermiş ki bu dükkândan iki aile toplamda dokuz kişi ekmek yiyormuş.
Dualı elma
O yıllarda attarlık demek bir nevi pratik hekimlik demekmiş. Doktora gidemeyecek durumda olan fakirlerin bu dükkândan başka gidecek yerleri yokmuş. İneklerin boynuna takılan çandan, cenaze levazımatına, bin bir çeşit boya ve baharatlardan sülüğe kadar bu dükkânda yok yokmuş.
Saim Efendi Amca Kelamî Dergâhı şeyhi Esad Erbilî Efendi’ye müntesipmiş. Kitapta Esad Efendi ile ilgili şöyle bir anekdot dikkatimi çekiyor: “Babam annemle izdivacından sonra üç yıl geçmesine rağmen, hâlâ bir çocuğa sahip bulunamayışının kendisini çok üzdüğünü Saim Efendi Amca’ya açmış. Saim Efendi Amca da kendisinin bağlı olduğu Nakşi Kadiri şeyhi Es’ad Efendi’ye (1848-1931) götürüp takdim ederek, sıkıntısını arz etmiş.
Şeyh Es’ad Efendi bir elma getirterek üzerine bazı yazılar yazmış ve babama: ‘Evladım bu akşam bunu ikiye bölüp yarısını sen ye diğer yarısını da benim kızım yesin’ demiş. Annem bunun üzerine kıssa bir süre sonra ağabeyime hamile kalmış.” (Sayfa 42)
Bu hatırayı da özellikle naklettim ki bazı hayret veren bu gibi işlere aklı yatmayanlar, bilmedikleri bu alanla ilgili konuşmasınlar ve bazı şeyleri de inkâr etmesinler. Dünya dua ile döner, velilerin dualarını Allah dilerse kabul eder ve bu şekilde insanlara ihsanda bulunur.
Bilinmeli ki elmaları bu duayı yazan meclis-i meşayih başkanlığı yapan, Arapça’yı, Farsça’yı su gibi bilen, Divan sahibi Es’ad Efendi gibi âlim ve arif bir zattır. Bu bilgiyi nakleden de herhangi bir kimse değil Türkiye’nin ilk atom mühendisi olan Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre hocadır.
Nakşi neşvesi
Kitapta bahsedilen cezbe ehli, sırlı, kerametli, âşık tabiatlı birçok ismin arasında ben en fazla içlerinde en iddiasız ve sade olan Saim Efendi Amca’yı sevdim. Çünkü işini düzgün yapıyor, ahlaklı, yardımsever sıradan bir insan olarak yaşıyor. Efendisine bağlı klasik bir derviş…
Nakşilerin özelliği şeriata, zahiri ibadetlere çok önem vermeleri, cezbelerinde dengeli olmaları ve cuşa gelip kolay kolay taşmamalarıdır. Gönül ile ilgili mevzuları, ilahi aşka dair meseleleri açıktan konuşmayı sevmezler. “Büyük konuşuruz da ayağımız kayar mı” diye düşünerek bazı sufilerin konuştuğu mevzulara hiç girmezler. Tasavvufi meselelere temkinle yaklaşırlar.
Saim Amca’yı sevmemdeki bir diğer neden de Ahmed Yüksel Özemre’nin babası Nuri Bey maddi sıkıntı çekerken, Saim Bey Amca’nın her birisini iki öküzün çektiği iki uzun arabayla getirdiği odunları Nuri Bey’in evinin önüne yıkması ve annesine; “Hanım abla ucuz buldum, Nuri Bey’e de aldım, biz sonra onunla anlaşırız” demesidir. İşte en güzel keramet bu diğerkâmlık ve iyilikseverliktir.
Çocuk eğitimi
Kitapta iyi insanların yetiştiği bu atmosfer çok güzel resmediliyor. Günümüzün çocukları ve gençleri de bu güzel atmosferi keşke tanıyabilse. Kitapta bir arifin çocukluktan itibaren nasıl yetiştiğine dair de önemli ipuçları yakalıyoruz. Dilerseniz bu ipuçlarından birisini nakledeyim; hem de o yıllarda çocuklar babalarını nasıl karşılarmış görelim:
“Babamı sabahları işine uğurlamak ve akşamları da sokak kapısında istikbal etmek biz iki kardeş için zevkli bir vazifeydi. Babam akşamları eve geldiğinde ayakkabılarını çıkarmak üzere büyük malta taşı döşeli taşlıktaki iskemleye oturmadan önce elinden paketleri alır, elini öper, terliklerini önüne koyar, çıkardığı ayakkabılarını da yerine kaldırırdık. Bunu takiben hemen, taşlığa bitişik olan yemek odasına geçer ve ellerimizi yıkayarak sofraya otururduk.” (Sayfa 39)
Müellifin çocuklukta aldığı terbiyeye dair şu cümlelerin de altını çizmiştim: “Bana Mızraklı ilmihalin umdelerini teorik olarak sert bir eda ile korkutarak ezberletmek yerine, önce Sevgili Peygamberimizin ve onun sadık yakınlarının muhabbetini aşıladılar.” (Sayfa 41)
Çocukların ilmihal öğrenmeleri elbette çok önemlidir ancak ondan daha da önemlisi çocuklara dini sevdirmektir. Çocuğa verilen terbiye, sevdirme prensibi üzerine kurulmazsa boşa gidecektir.
Aydın Başar/ Altınoluk Dergisi
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.