Bizim gibi gezenler neler gördü neler! Bir süre önce abdest alan bir insan görmüştüm, elleri yoktu, ayakları ile abdest alıyordu. Musa isimli bir kardeşimiz şöyle anlatmıştı: “Medine’de trafik sıkışmıştı, ilerleyemiyorduk, kızdım ‘Ne bu hal?’ dedim, biraz sonra sıkışık olan yere yaklaştığımda, elleri-ayakları kesilmiş bir insanın sürünerek karşıya geçtiğini görünce çok utandım, kızgınlığım için tövbe ettim.”
Görmek önemli değil ki, ibret almak önemli. Bir seferinde de tam 21 yıldır uyumayan; “Benim için dünyanın en büyük serveti bir saatlik uykudur” diyen insan ile konuşmuştum. Nefes almak için birkaç cihaza bağlananlar mı dersiniz, yıllarca yataklardan kapılara bakanlar mı, yazmakla bitiremeyeceğimiz kadar olaya şahit olduk; fakat dünya bizleri çok kötü çarptı, bir türlü uyanamıyoruz.
Bazen düşünüyorum, ağzımda tat olmasa kazancım neye yarar? Gözüm görmese, dilim konuşmasa, kulağım duymasa halim nasıl olurdu? Binlerce, milyonlarca insan bir arada yaşıyor, hâyâ duygusu olmasa toplumun hali nice olurdu? Rabbimize çok şükür etmeliyiz. Nasıl mı? Nimeti ondan bilerek… Mala sahip değil bekçi olduğumuzu unutmadan, elimizde olanları başkaları ile paylaşarak… Gözleri Kur’an ile, alnı secde ile, dili doğru söz ile terbiye ederek…
Nimeti hatırla
Çoğu zaman ne kadar büyük nimetlerin içinde yüzdüğümüzü unutuyoruz. Nazarlarımızı bizden daha kötü durumda olanlara çevirsek böyle mi olur… Üzerimizdeki nimetleri hatırlatma kabilinden birkaç hatıramı paylaşmak istiyorum. Bir gün kızgın kızgın gelen genç bir arkadaşa selam vermiştim. Sert bir tavır ile; “Hocam sana bir sorum var, sorabilir miyim?” dedi. “Buyurun sorun, neymiş sorunuz?” dedim.
Elini açtı, elinde olan paraları bana göstererek şöyle dedi: “Ben bu kazanç ile nasıl ev alırım? İşte benim maaşım bu. Söyler misin bu kazanç ile ev, araba alınır mı? Ben faiz çekmeye mecbur değil miyim? Benim için faiz niçin haram olsun ki!” O an aklıma başka bir şey gelmedi; “Sen namaz kılıyor musun?” diye sordum. “Hayır, kılmıyorum. O Allah bana ev vermemiş, araba vermemiş; ben niye O’na namaz kılacakmışım ki!” dedi.
Biz bu minvalde konuşurken tanıdığım bir arkadaş bastonuna dayana dayana yanımıza geldi, selam verdi. Ona döndüm; “Nasılsın?” diye sordum. “Çok şükür. İmtihanımız çok ağır, ama beterin beteri var” dedi. “Hayırdır bir sıkıntın mı var?” diyerek derdini öğrenmek istedim. “Evet, hem de ne sıkıntı! 31 yaşındaki kızımın iki gözü de beyin ameliyatı olduktan sonra görmez oldu” dedi ve ağlamaya başladı. Onu teselli etmeye çalıştım ve genç memur arkadaşa döndüm. “Allah sana ev, araba vermemiş ya, sen sakın secde etme!” dedim.
Genç arkadaş hatasını anlamıştı: “Estağfurullah, dünyanın evini, arabasını verseler gözlerim olmasa neye yarar? Sana söz veriyorum bugünden sonra namazlarımı hiç kaçırmayacağım.” Memnun oldum; “Bana değil, Allah’a söz ver. Aferin sana, ibret almak akıl işidir” dedim. Ya işte böyle dostlar… Ne güzel demişler:
İbret almak akıl işi
İyi düşünürse kişi
Bu dünyanın en son işi
Ölümden haberin var mı?
Hepimiz yolcuyuz
Konuyla ilgili bir hatıramdan daha bahsedeyim. Sevdiğim bir dostumu çok üzgün görmüştüm: “Nedir senin bu halin?” diye sordum. “Sorma, evimde huzurum yok, evime gitmek istemiyorum” diyerek başladı, içini döktü, dertlerini anlattı, anlattıkça da rahatladı. Arkadaş bilgili biriydi, fakat bilgi beyin ile alakalıdır; gönül yaralanmış ise başkasının tesellisine ihtiyaç vardır. Dilim döndüğü kadar ona bir şeyler anlatmaya çalıştım, ama anlattıklarımın yeterli olmadığımı ben de anladım.
Beraber akşam namazını kılmak için terminal camisine gittik. Müezzinlikte oturan yaşlı bir amca garip bir şekilde bize doğru dönerek; “Yolcu musunuz?” dedi ve anlatmaya başladı: “Hepimiz yolcuyuz da, dünya bizi çok yorduğu için gidilecek yolu unutur olduk. Ne yapalım dünya bu, biz unutsak da Azrail bizi unutmayacak. Dertliyim evlat, dertliyim. Tam iki yıldır bu terminalde bankların üzerinde yatıyorum. Dört çocuk büyüttüm, bankadan kredi çektiler maaşım elimden gitti. Hanımdan ayrıldım, yuvam yıkıldı, çocuklar yüzüme bakmaz oldu. Ne yapayım, ‘Başa gelen çekilir’ derler ya ben de sabretmeye çalışıyorum. Kusura bakmayın başınızı ağrıttım.”
Bizim arkadaş: “Anlat amca, anlat ki için rahatlasın” dedi ve bana döndü, yüz hatları değişmişti, haline şükretti: “Vay be, beterin beteri varmış; ben de evin huzursuzluğunu dert ediniyordum. Bu amcanın derdi yanında benimki de dert mi?” dedi.
Ha bu millete ne oldi?
Şimdi size anlatacağım olay da hayli ibret verici. Kalabalık bir caddede giderken kolumdan birisi tuttu. Döndüm baktım, yıllar önceden tanıdığım Karadenizli bir arkadaş olduğunu gördüm. Beraber bir çay ocağına gittik. Hal hatır ettikten sonra arkadaş bana: “Söyler misin bana ha bu millete ne oldi?” dedi. “Hayırdır bir sıkıntın mı var?” deyince arkadaş anlatmaya başladı:
“Hem de ne biçim! Kızımı evlendirdim. Düğünden önce damat bana haber gönderdi, ‘Yüzüğüm gümüş olsun’ dedi. Altın yüzük takmazmış, beş vakit namaz kılarmış, senin anlayacağın iyi Müslüman bir genç. Aradan birkaç ay geçti, kızım telefonda bana ev aldıklarını söyledi. ‘Hayırlı olsun’ dedim başka bir şey demedim. İki gün sonra tekrar telefon açtı: ‘Baba hastanedeyiz, damadın evin içerisinde düştü, ayağı kırıldı’ dedi. ‘Allah şifâ versin’ dedim, doğrusu ekonomik durumum iyi olmadığından damadın ziyaretine gidemedim, çünkü arada 1000 km yol vardı.
Kızım ile sık sık görüşmeye devam ediyorduk, her konuşmamızda bana farklı felâket haberlerini bildiriyordu. Bir müddet sonra torunumuz oldu. Torun birkaç aylık olduktan sonra hanım ile ziyaretlerine gittik. Bu defa da çocuğun ayaklarına çay suyu dökülmüş, yine hastane kapılarında idiler. Damada dedim ki: ‘Oğlum nedir bu ters gidişat, kazancın mı haram, yoksa yaptığın iş mi gayri meşru?’
‘Yok yok, ben o işin neden olduğunu anladım; ama dönüşü olmayan bir yola girdim, dönemiyorum. Şu evi almadan önce çok mutluydum, ne oldu ise ev aldıktan sonra oldu. Bu evi 230 bin liraya aldım, bankadan kredi çektim. Çekmez olaydım; öyle bir pisliğe bulaştım ki, huzurum kalmadı, perişan oldum.’
‘Oğlum hani senin hassasiyetlerin vardı? Hatta evlendiğin zaman ‘Gümüş yüzük takarım, altın takmam’ diyecek kadar hassastın’ diyerek biraz sitem ettim. ‘Sorma, kötü arkadaş kurbanı olduk. Etrafımda tanıdığım herkes o pisliğe bulaşmış, bizi de teşvik ettiler’ dedi.
‘Peki, başına gelen bu musibetlerden ders almadın mı, kurtulmayı düşünmüyor musun?’ dediğimde; ‘Nasıl yani, satsam zarar ederim?’ dedi. Ben de ona nasihatte bulundum, dedim ki: ‘Evet satacaksın, hata yaptığını anlayacak, pişman olacak ve tövbeye sarılacaksın. Biraz da zarar edeceksin ve sonunda bu dünyada perişan olmaktan, o dünyada ise rezil olmaktan kurtulacaksın.’
‘Ama şey, nasıl olacak?’ tarzında biraz mırın kırın etti. ‘Hemen şimdi olacak!’ dedim ve ağırlığımı koydum. Sağ olsun yine de imanlı bir Müslüman olduğunu gösterdi. Evi sattı, aldığı parayı borçlara dağıttı, bayağı bir zararı oldu ama huzuru buldu. Şimdi kirada kalıyorlar ve bana da her zaman şöyle dua ediyorlar: ‘Sen sebep olmasaydın sürünüp duracaktık.’
Evet, dostlar Karadenizli arkadaşımızın anlattıkları da işte böyle. Bir yere faiz girince, kredi girince orayı duman etmeden çıkmıyor, görüyorsunuz. Aslen Artvin’li olan, yıllarca Bursa’da muhasebecilik yaparak geçimini temin eden şair, yazar ve fikir adamı merhum Süleyman Yılmaz abimizi rahmetle anarak onun bir dizesiyle yazımı bitirmek istiyorum. Gönül adamı derler ya, işte tamda ona bu kelimeler yakışırdı diyorum. Bizim gibilerin bir saatlik sohbetinden onun bir şiiri daha etkili olur herhalde… Şu mısraların güzelliğine bakın:
Al bu sözü defterin sonuna yaz,
Sahtekarsan eğer sonun ayaz.
Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.