Hak davanın sevdalısı Nazif Dağdelen abi

Sevdiğim, saydığım, kendisini her gördüğümde beni içimdeki Hak davanın sevdasına daha çok bağlayan sözler eden bir dostumdu Nazif Dağdelen Abi. İnsanlarla diyalog kurmayı, konuştuğu her insanın gönlüne girmeyi çok iyi bilen bir dava adamıydı. İslam davasını kendisine dert edinmişti. İnananları parça parça görmeyi sevmeyip, ümmet ruhu ve uhuvvet şuuru ile birleştiren, hataları söylerken istikameti de gösteren samimi bir insandı.

2003 yılında oğlumun düğününde tanışmıştık. Ne ilginç bir şeydi ki; tanımadığı, bilmediği bir insanın oğlunun düğünü için eşini, çocuklarını alıp, ta Muğla’dan Bursa’ya gelmişti. Bana: “Siz beni tanımıyorsunuz, fakat ben sizi gıyabınızda tanıyor ve seviyorum. Bugün İstanbul’dan İsmail Sarı arayıp oğlunuzun düğününe gideceğini söyleyince ben de eşime ve çocuklarıma; ‘Hazırlanın tanımadığımız bir dostumuzun düğününe gidiyoruz’ dedim ve bu düğün telaşı içinde sizinle tanışmaya geldim” demişti.

O bir dosttu

İşte o böyle bir dosttu. Âcizane biz de birkaç ay sonra iadeyi ziyaret için hiç gitmediğimiz Muğla’nın yolunu tuttuk. Biz Muğla’ya gitmeden Nazif Abimiz bize programlar düzenlemiş; evlerde, işyerlerinde, salonlarda, derken bir hafta bizi sohbetten sohbete koşturdu. Dostlarına bizim reklamımızı öyle yapmış ki, insanlar; “Hoş geldin” diyerek bizi bağrına basıyordu ve bir daha o arkadaşlarla ayrılmamız da mümkün olmuyordu. Artık yılda birkaç kez Muğla, Yatağan, Kavaklıdere, Çayboyu durağım olmuştu. Hele Belediye ile Müftülüğün Yeşil Vadi’de Peygamberimizin doğumu vesilesi ile düzenledikleri program unutulmazdı.

5 Ekim 2009 Pazartesi günü saat 21.30’da almış olduğum haber çok acıydı. Nazif Abinin vefatını öğrenmiştim. Cenaze namazına yetişmek ve “gönülden dost” dediğim Nazif Dağdelen Abime son görevimizi yapmak için İstanbul’da muhtarlık yapan Yunus Türk Bey’le beraber Aydın’a gittik. Yol boyunca rahmetli ile olan hatıralarımızı anlatarak sabahın erken vaktinde Aydın İncirliova’ya vardık. Maraşlı Durdu isimli güzel bir insan bizi evinde misafir etti.

Cenaze namazı çok kalabalıktı, her kesimden insanı orada görmek mümkündü. Defin işlemleri bittikten sonra bile birçok insan mezarı başında ağlayıp duruyordu. Kimi Yasin okuyor, kimi dua ediyordu. O manzarayı görüp de şaşırmamak mümkün değildi. Bir yandan gözyaşlarımı silerken diğer yandan da düşünmeye başladım. Nazif Abi’nin özelliği neydi ki 900 km uzaktan kalkıp gelenler yorgunluklarını unutup da mezar başında gözyaşlarıyla Yasin okuyorlardı?

Evet, o İslam terbiyesinden nasibini almış, ömrü boyunca her yerde Hak bildiği doğruları savunan, bunu yaparken de insanları incitmemek için hassas davranan biriydi. Hiçbir şeyi gizlemezdi, özü, sözü, yüzü maskeli değildi. İnsanı tanımak İçin yolculuk yapmak önemlidir; beraber yaptığımız yolculuklarımızı unutmak mümkün değildir. Şahsen onu öz abim gibi bilirdim.

Mermercilik yapardı kapısını çalan hiçbir Cemaat mensubunu veya fakir boş çevirmezdi. O, yetimlerin, fakirlerin, öğrencilerin dertlerini paylaşırken kendi çocuklarını, torunlarını da yetiştirmenin gayreti içinde olan biriydi. Hiç usanmadan yıllarca çocuklarını İstanbul’a getirdi götürdü. Bir siyasi görüşün; daha doğrusu Milli Görüşün bir temsilcisi olmasına rağmen tüm diğer siyasiler ona saygı duyarlardı.

İlim sevdalısıydı. Sofrası açık, gönlü zengin bir insandı. Misafirperverliği yanında, hediyeleşmeyi, kendinde olanı paylaşmayı severdi, bunları yaparken de yüzünden tebessümü hiç eksik etmezdi. Belediye başkanları bir çok işlerinden onun fikirlerine başvurur istişare ederlerdi. Yurtdışında olan nice insanların işlerinin takibini yapardı. Üniversite öğrencilerini Nazif Abisiydi.

Güzel bir davranış

En son duyduğum şu güzel davranışını da buraya kaydetmeden geçemeyeceğim. Evinin yakınındaki caminin görevlisi genç imam efendiye demiş ki: “Bana bir hafta müsaade et, ameliyattan sonra sana lojman yaptırmak için elimden gelen çalışmayı yapacağım.” Kendisine nasip olmadı ama sevenleri onun bu son isteğini de yapma görevini üslendiler.

Akşam namazını müteakip camide dilim döndüğünce bir şeyler anlatmağa çalıştım. Bu esnada karşımdaki birçok insanı da ağlarken gördüm. Samimiyetleri yüzlerinden okunan o güzel insanlarla beni tanıştıran dostumu aralarında görmemek benim için çok zor oldu. Evinden uzakta Manisa’da, hasta yatağında iç hastalığı sebebi ile dünyaya veda etmişti. Umarım şehit olmuştur. Şair ne güzel söylemiş:

Hayat dediğin ne ki, dalda bir kuru yaprak;
İstersen yüz sene yaşa, akıbet kara toprak.    

Sayfalarca yazsam gönlümdeki yerini yazıya dökmem mümkün değil… Bu satırları onun toprağa yattığı ilk gece, Kavaklıdere’de misafir olduğum Salih Bey’in evinde yazdım. Gece boyunca gözüme uyku girmedi, aklıma gelenleri yazarken gözyaşlarıma da hâkim olamıyordum. Dostlardan ayrılmak çok zor oluyor, onu Allah için sevmiştim. Onun Allah ve Resulünü sevdiğine şahitlik edecek yüzlerce dostu var. Doğrusu ölümüne imrendim, Rabbim bizlere de öyle ölüm nasip etsin!

Cenaze namazında Hocaefendi “Merhumu nasıl bilirdiniz” dediğinde o sahneyi görmeliydiniz, cemaat gözyaşları ve yürekten gelen seda ile “İyi biliriz” dediklerinde ben de içimden şöyle diyordum: “Biz ondan razıyız yeter ki o bizden razı olsun. O diğerlerine göre değil de değerlerine göre yaşayan insandı.” Selam olsun hayatını midesine göre değil, Mevlâ’sına göre yaşayan o güzel dosta! Selam olsun sevdasının adına dava deyip, fikrini benimsemediği insanları bile kırmadan etrafına güzellikler yayan o güzel dosta! Makamı cennet olsun! Allah ailesine, sevenlerine sabırlar versin!

Geylani Akan/ İrfanDunyamiz.com

Gönül Dünyamız ↗

Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.

İrfan Mektebi ↗

Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.

Şunlara Gözat

Abdullah bin Mes’ud gerçek bir kahramandı…

Elimizdeki kaynakların bildirdiğine göre Hazreti Dâvûd aleyhis selam, babasının en küçük oğludur ve çobanlık yapmaktadır. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.