İnsanların fikri duygularını zedelemeden insanlarla ilişki kurmak ve kurduğu ilişkiyi Rabbani ölçüleri perdelemeden devam ettirmek, siyaset ve münasebet ilmini bilmeyi zorunlu kılar. Siyaset ve münasebet ilmini bilmeyenler, güzel söz ve yumuşak muamele ile insanları idare edemezler. Bunun için Rabbimiz bizlerden güzel sözlü ve güzel amelli olmamızı istiyor. “Kullarıma söyle en güzel şekilde konuşsunlar…” (İsra Suresi, 53)
İslam’da gerek sözlü ve gerekse fiili olarak insanlarla ilişki kurmak esastır. İnsanlarla sözlü ve fiili olarak ilişki kurup idare etmeye “mudâratu’n nas” denir. Mudâratu’n nâs, tevhidi hareketin değişmez ahlaki vasıflarından birisidir. Tabii ki tevhidi hareketin sosyal ve siyasal alanlardaki başarılarının enerji kaynaklarının en mühimi mudaratu’n nastır. Mudaratu’n nas insanları idare etmektir, insanlara güzel muamelede bulunmaktır. Daha doğrusu insanları mefsedetlerden uzaklaştırıp maslahatlara alıştırmaktır. Bu nedenle mudaratu’n nas, İslami siyaset ilminin bir başlangıcıdır.
Tevhidî hareket
İnsanlar ne kadar hırçın olurlarsa olsunlar, tevhidi hareketin havası onları uysal hale getirmeğe muktedirdir. İnsanları kendisine alıştırmayan, alıştırdığı insanlara karşı güzel muamelede bulunmayan bir hareket muvaffak olamaz.
İnsanların sevaplarını ve hatalarını dikkate alarak kendilerini kulluk çizgisi üzerinde idare etmek, Rabbimizin değişmez emirlerindendir. Şanlı önderimiz Hazreti Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Allah Teâlâ, Kur’an’ı (farzları) ikame etmemizi bana emrettiği gibi mudarat’u nası, insanları idare etmeği de bana emretti.” (Deylemi, El Firdevs)
Evet, bir Müslüman için Kur’ân-ı Kerim’in hükümlerini tatbik etmek ne kadar önemli ise insanları idare etmek yani mudaratu’n nas da o kadar önemlidir. Mudaratu’n nas siyasetin şer’î manasıdır. Çünkü siyaset insanları yönetmektir. Tabii ki; insanları yönetebilmek için her şeyden önce onları idare etmeği bilmek ve bunu başarmak gerekir.
Fetavay-ı Hindiyye’de mudaratu’n-nas hakkında şunlar kaydedilmiştir: “Mükellef için müstehab olan, insanları idare etmesi ve onlarla iyi geçinmesidir. Sünnete uygun olan hal, tebliği mülayemet yapmak ve güler yüzlü olmaktır. Muhatabı ister muttaki, ister facir olsun, ister Ehl-i Sünnet, ister ehli bidat olsun, dalkavukluğa sapmadan ve taviz vermeden konuşmak uygun olur. Mudaratu’n nas dalkavukluk değil, Resulullah sallellahu aleyhi ve sellem’in hem sözlü ve hem de fiili bir sünnetidir.”
Yağcılık değildir
İslam ulamasından İbn-i Battal rahmetullahi aleyh bu konuda şöyle diyor: “İnsanları idare etmek ve onlara durumlarına göre davranmak, müminlerin ahlakındandır. Bu insanlara karşı ağır başlı olmak, yumuşak konuşmak ve kaba saba sözleri terk etmektir. Bu şekilde davranmak, insanlar arasında ülfet ve sevgiyi geliştirir. Bazı insanlar mudaratu’n-nası yağcılık zannederler. Âlimler yağcılığı, fasık biri ile görüştüğü zaman zahirde, onun fıskına rıza göstermek ve yaptıklarını yanlış bulmamak şeklinde izah etmişlerdir. İdare etmeği ise; cahili eğitmek için, ona yumuşak davranmak, fasığı kötü amellerinden vazgeçirmeğe çalışmak için güzel davranmak ve fıskını ortaya dökmemesi için, ona karşı yanlış davranışlardan kaçınmak, yaptığı kötülüklerin yanlış olduğunu söz ve fiilleriyle güzel bir şekilde belirtmektir.”
“Âlemde âlimlerin yağcılığı olmasaydı, zalimlerin zulme cesareti olmazdı” diye Dağıstanlı Abdulfettah’ın güzel bir sözü vardır. Kur’an-ı Kerim’de yağcılık münafıkların karakteri olarak zikredilmektedir. Bazı ayetlerde geçen “tudhinu- yudhinûne” kelimeleri (Bkz. Kehf, 28; Enam, 52; Kalem, 8-14) “yağ” anlamına gelen “duhn” ve “dihân” kelimelerinden türemiş olup “yağlamak, yağcılık yapmak, yaltaklanmak…” anlamlarına gelir.[1] Nitekim aynı kelime bir başka ayette şöyle geçmektedir: “Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz?” (Vakıa, 81)
Buradaki “müdhinun” bir işte gevşeklik gösterip, işin bir kenarından gevşekçe dokunmak, o konuda sert ve ısrarlı olmamak demektir.[2] Yine “müdhinun” yalancılar ve kâfirlerin tarafına meyledenler anlamına gelmektedir. Ya da bunların münafıklar olduğu söylenmiştir. “Biz de inandık” diyerek Müslümanlara yağcılık yaparlar. Müşriklerin yanına geldiklerinde “Sizinle beraberiz” deyip onlara yağcılık yaparlar.[3]
Sahabe efendilerimizin hayatlarına baktığımızda ise bu konuda müstesna örneklerle karşılaşıyoruz. Bu örnekliklerden birisi de Habeşistan hicreti esnasında sergilenmiştir. Asr-ı saadette sahabîler Medine’ye hicretten önce Habeşistan’a hicret ettiler. Bu hicretten önce Hazreti Meryem ve Hazreti İsa’nın durumunu bildiren ayetler geldi. (Bkz. Meryem, 1-40) Zira gidecekleri yer bir Hıristiyan ülkesiydi. Hazırlıklı olmak gerekiyordu. Ayrıca onlara karşı nasıl davranılacağı da ayetlerle belirlendi. (Bkz. Ankebût, 46)
Kureyş, Amr İbnu’l As ve Abdullah İbn Ebi Rebia’dan oluşan bir heyet gönderip Müslümanları geri almak istedi. Fakat Kral Necaşî Müslümanları korudu. Orada Cafer İbn Ebi Talib vakarlı bir konuşma yaparak kendilerini savunmuştur. Olay pek meşhurdur. Müslümanların verdiği bilgilerden etkilendikleri için Habeşistan’dan bir heyet gelip inceleme ve araştırma yaptılar ve sonunda Müslüman oldular. (Bkz. Kasas, 52-55) Sahabenin karakteri ne yücedir! Huzuruna sığındıkları Habeşistan (Etiyopya) kralı Necaşi’ye bile yağ yakmamışlardır. Müslüman her zaman böyle olmalıdır.
Aklın başı
Dava adamlarının biricik vasfı mudaratu’n nastır. Dava damaları bu konuda sahabe efendilerimiz gibi yağcılığı değil bu kavramı esas alırlar. Mudaratu’n nas, ahmaklık değil, tam bir akıllılıktır. Peygamberimiz sallellahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Allah Teâlâ’ya, imandan sonra aklın başı mudaratu’n nas yani insanları idare etmektir.”
Bilindiği gibi, iman kalbe yerleşip hayata hâkim olan bir güçtür. İman, İslami tebliğ etmeği zorunlu kılar. Dolayısıyla imanı olduğu halde dinini tebliğ edenlerin en çok muhtaç oldukları şey, insanları idare etme kabiliyet ve maharetidir. Yani mudaratu’n nastır. Akıllı kimse insanlara karşı mudaratta bulunur. Mudaratu’n nas, insanların dertlerine derman, üzüntü ve sıkıntılarına ortak olmak, ümitsizlere ümit kaynağı olmaktır.
Mudaratu’n-nas, tatlı söze, tebessümlü yüze, cömert ele, şevkatli gönüllere muhtaç olanlardan bunları esirgememektir. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: “Mudaratu’n nas, insanları idare etmek sadakadır.” Şu bir hakikattir ki; mudartu’n nas, siyasetin dili, münasebetlerin ise hayat direğidir. İslam’ın varlığı, siyaset ilmi ve münasebet ile kaimdir. İslam sevgi muhabbet dinidir, siyaset ve münasebet nizamıdır. İslam’a teslim olmuş Müslümanlar kadar tatlı sözlü ve güler yüzlü kimse yoktur. Bu da Müslümanı, gayrimüslimden ayıran bir özelliğidir.
Mudaratu’n nas, İslam’ı tanıtma, sevdirme ve kabul ettirme sanatıdır. Davetçiler bu ruh ve şuurla mudaratu’n nasda bulundukları müddetçe doğru yoldadırlar. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Her kim mudaratu’n nas (da bulunmak) suretiyle ölürse şehittir.” (Alusi, Ruhul Meanî)
Kolay değil
Mudaratu’n nas kolay değildir. İnsanların cehaletlerine, kabalıklarına, inatlarına, ısrar ve inkârlarına karşı, tatlı sözlü ve güler yüzlü olmaktır. Sert olmadan kuvvetli ve zayıf olmadan da yumuşak olmaktır. Çok sert olan kırılır, fazla yumuşak olan da yutulur. Mudaratu’n nas yoluna diken atanlara tebessümle gül atmaktır. Seni öldürmeğe gelenler sende dirilmelidir. Bu suretle mü’min olgunlaşır ahlak sahibi olur.
İki cihan güneşi Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem; “Ben mudaratu’n nas ile gönderildim” buyuruyor. Zulmün ve zalimlerin iktidar oldukları, fakir ve yoksulların ve gariplerin hor ve hakir görüldükleri sosyal ve siyasal sistemlerde mudaratu’n nas ile vasıflanmak, Peygamberimizin yoluna devam etmenin bir işaretidir. Peygamberimizin yolu insanı ancak ve ancak kurtuluşa, cennete götürür. Ya Rabbi bizleri Habibinin yolundan ayırma şefaatine nail eyle. Amin! Velhamdülillahi Rabbil Alemin…
Not: Rehber Ansiklopedisinden derlenmiştir.
Dr. Ramazan Şahan/ İrfanDunyamiz.com
DİPNOTLAR
1 Bu kelimeler Kur'ân-ı Kerîm’de şu ayetlerde aynen geçmektedir: “Tûr-i Sînâ'da da yetişen bir ağaç daha meydana getirdik ki, bu ağaç hem yağ (duhni) hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (zeytin) verir.” (Müminun, 20) “Gök yarılıp da, gül gibi (verdeten) kızardığı, yağ gibi (ke’d-dihân) eridiği zaman haliniz nice olur?” (Rahman, 37)
2 Zemahşerî, el-Keşşâf 'an Hakâiki't-Tenzîl, IV, 59.
3 Tabrassî, Mecmau'l-Beyân li Ulûmi'l-Kur'an, VI. Cilt, s. 132.
Şahsiyet Gelişimi↗
Müslümanca hassasiyetlerle yazılmış kişisel gelişim yazıları okumak için tıklayın.
Adab-ı Muaşeret↗
Sosyal hayattaki edep ve görgü kurallarına dair yazıları okumak için tıklayın.