Doğu Karadeniz‘in seçkin simalarından Hacı Ali Küçe Efendi –yöre halkının diliyle Hacel Efendi– Fatsa‘ya bağlı Kargucak (Hatipli) Köyü’nde doğmuştur. Babası Mustafa Efendi, annesi Şerife Hanım’dır. İlk tahsilini Fartıl’da Hacı İbrahim Efendi‘den yapmıştır. Bir hatıra olarak talebelik yıllarından şöyle bahsetmektedir:
“Hocamın tarlasına sırtımda ağaç kazıklar taşıdığım için sırtım yara olmuştu. Rahmetli annem görünce çok üzüldü, okumaktan vazgeçip başka bir iş yapmamı istedi. Ben de ne pahasına olursa olsun ilim yolculuğundan vazgeçmeyeceğimi söyleyip onun gönlünü alarak yolculuğuma devam ettim.”
Daha sonra Ünyeli Müderris Yusuf Bahri Efendi, Hocazade Sarı Müftü‘den Arapça, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Akaid gibi temel İslamî ilimleri 15 yıl tahsil etmiştir. Halid-i Bağdadi‘nin talebesi Kudüs, Erzurum, Erzincan dolaylarında irşad vazifesi yapan Abdullah-i Mekki‘nin halifelerinden el alan (Seyfeddin Yürük; İslam Mecmuası, s.170, Ekim 1997) Hacı Ali Efendi, bölgemizin mümtaz üstatlarından biri olarak şöhret bulmuştur.
Zor zamanlar
Doğduğu Hatipli Köyü‘nden den ayrılıp Kumru‘nun Pencik (Esence ) Köyü’ne yerleşmiştir. İlmi faaliyetlerinin yanında duruş sahibi bir mücadele adamıdır. Medreselerin kapatılmasına rağmen bütün namüsait şartları göze alarak ders vermeye devam etmiştir. Bu uğurda emsalleri gibi acı dolu bedeller ödemiş talebelerini yetiştirmekten vazgeçmemiştir.
Son dönem ediplerinden Ali Ulvi Kurucu o çile dolu yıllardan bahisle şöyle diyor; ‘’Müslümanlara Kur’an-ı Kerim’in öğretilmesinin yasaklandığı, camilerin kapatılıp ot deposu, asker kışlası yapıldığı, camide veya evlerde ders verenlerin takip ve tevkif edildiği, çok sıkıntılı, üzüntülü, buhranlı günlerdi.” (Hatıralar 1, s.179)
Hacı Ali Efendi, Trabzon‘dan Havza‘ya kadar geniş bir sahadan gelen öğrencilerine başta Haleb-i Sağir olmak üzere İslami ilimlerin temel kitaplarını okutmuştur. Gündüz ders verdiği talebelerin sayısı bazen sekseni bulur, geceleri kalmak üzere onları komşularının evlerine dağıtırdı. Bu güzel komşular o öğrencilere hizmeti Allah rızasına vesile bilip sahiplenirdi. Elde avuçta ne varsa bu ilim yolcusu olan misafirleriyle paylaşırlardı.
Hani ihlas ehli için; “İman en büyük imkandır” denir ya, maddi manevi zorluklar bu imkanlarla aşılmıştır. Medreselerin kapatılması kararına rağmen bütün bedelleri göze alarak ilim öğretmekten vazgeçmeyen Hacı Ali Efendi böylece kendisinden sonra da ilim irşad görevini devam ettirecek talebeler yetiştirmeye muvaffak olmuştur. Selim Hoca, Dursun Hoca, Serkizli Mehmet Hoca, Yusuf Ziya Işık, Nuri Ünlü, Recep Aktaş, Ali Peru, Mehmet Özbek daha niceleri…
İlme düşkündü
Hocamızın Sünnet-i Seniyye’ye ve ilme düşkünlüğü herkesçe müsellemdir. Medresesinde Emsile, Bina, Maksut, Avamil, Izhar, Molla Cami, Bedii, Beyan, Mantık, Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi klasik ilimleri okutan Hacı Ali Efendi, Sivaslı İhramcızade İsmail Efendi‘ye intisap etmiş, ondan feyz almış, zül cenahayn bir alim olarak ilmi ve irfan yolunda hayli mesafe kat etmiştir.
Bir keresinde; ‘’Şimdi öleceksin deseler ne yaparsın?” diye sormuş, sonrasında; “Ben olsam hemen bir hoca bulup dizinin dibine çöker, ilim tahsil ederdim” diyerek sorusuna kendisi cevap vermiş. Ardından da “Rabbim! ilmimi artır” (Taha, 114) ayetindeki emr-i ilahiye işaret buyurmuş.
Burada büyük alim Zahid El Kevserî’nin şu tespiti hatırlanmalıdır: “Ben şuna inanmışım ki ilim, nafile ibadetten efdaldir. Nafile ibadetler, şahsımızı kurtarmak, Allah Teala lütfederse cennetteki makamımızın yükselmesi içindir. Fakat ilim, Müslüman kardeşlerimizi cehennemden, cehennemin başlangıcı olan dalaletten ve küfürden kurtarır.”
Celadet sahibidir
Kendini Rabbinin yoluna adayan bir alimde olması gereken hangi vasıflar varsa onlara sahipti. Malumdur ki Allah’a karşı tazimle karışık korku, diğer korkuları siler süpürür. İşte Hacı Ali Efendi öyle bir “haşyet” duygusuna sahipti ki kimseden çekinmezdi. Celadet sahibiydi, gerektiği yerde hiç korkmadan hakkı haykırmaktan geri durmazdı. Salabet sahibiydi; alim duruşunu hiç bozmaz, istikametini daima korurdu.
Hacı Ali Efendi aynı zamanda ehl-i verasetti, mukaddes ilim emanetini Ebedi Rehber’inden aldığı gibi tavizsiz bir şekilde, adeta gölgenin sahibine sadakati misali bir sadakatle, gelecek nesillere talim ve teslim etmek gibi ulvi bir meziyeti şahsında cem eden yüce bir kamet idi. İşte biz bugün varis-i enbiya olmaya namzet olan tüm hocalarımızdan, alimlerimizden de bunu bekliyoruz.
Bütün bunlarla beraber Hocamız heybetli ve şecaatli görüntüsünün aksine son derece mütevazı bir alim-i billah idi. Gitti her yerde sohbet ve irşad görevini bir gönül doktoru kıvamında ifa ederdi. Yüzü güllerin dalı, sözü arının balı gibiydi.
Yoğun ilmî ve irşadî faaliyetlerinin yanında yörede yapımına başlanan cami ve medrese inşaatlarına maddi manevi destek olur, bizzat işçilik yapar, sırtında yük taşıyarak da katkıda bulunurdu.
Zaman zaman hayranlıkla gökyüzüne bakarak derinden bir sesle “Allah” demeyi alışkanlık haline getirmişti. Yenişehirli Avni’nin dediği gibi; ‘’Sanma taleb-i devleti câh etmeye geldik. Biz âleme bir yar için ah etmeye geldik.’’ Onun ah u enini hep Yar için olmuştu. Tebessüm edince yüzünde güller açar, simasından etrafa nurlar saçılırdı. Yine bir tevazu misali olarak yakınlarına; “Hiçbir ibadetimden dolayı cenneti ummuyorum ama şu annenize gösterdiğim sabır beni biraz ümitlendiriyor” dediği rivayet edilir.
İbadete önem verirdi
Onun en farik vasfı ilimle birlikte ibadete de çok düşkün olmasıdır. Geceleri çok az uyur, ilim, ibadet ve evrat ile meşgul olurdu. Özellikle teheccüt namazını ömür boyu Yasin’le kıldığı rivayet edilir. Onunla ilgili doksanlı yıllarda okuduğum bu özelliği beni çok etkilemiştir.
Üç aylarda çevre köylerden irşad için davet alır bazı talebelerini yanına alarak davete icabet eder, giderken ders kitaplarını yanında götürürdü. Bu hallerde bile ilim tedrisine ara vermezdi. Talebelere ders vermeden önce mutlaka kendisi derse hazırlık yapardı.
İrşad için gittiği yerlerde önce Kur’an okur, okuduğu yere mana vererek sohbetine, vaazına devam ederdi. Misafir kaldığı evlerde öğrencilerine; “Siz yatıp uyuyun” der, kendisi ibadetine devam ederdi. Bazı öğrencileri uyuyup uyanır onu ayakta namaz kılarken görürdü. Bazen de secdede çok uzun kalınca yanındakiler “öldü mü” endişesine kapılırdı.
Duası müstecaptı
Müderris Ali Efendi duası müstecap bir alim olup katıldığı yağmur duaları sonrası rahmetin sağanak olarak indiği, şifa duası okuduğu hastaların şifayap olduğu rivayetler arasındadır. Anlaşılan odur ki merhum Hocamız keşif ve keramet sahibi bir Allah dostuydu. Nitekim Ali Efendi’nin kendisinden sitayişle bahsedip irtibatını hiç kesmediği Abdi Hoca, onun hakkında şöyle dermiş: “Hacı Ali Efendi kırklara karıştı, fakat tüm Allah dostları gibi o da bu mübarek makamı insanlardan gizliyor.”
İki kişiden bahsederken; ‘’Zamanımızın kibrit-i ahmeri Sivaslı İhramcızade İsmail Efendi ve Abdurrahman Hilmi Bilici (Abdi Hoca ) olabilir” dermiş. Kibrît-i ahmerin bazı kaynaklarda geçtiğini görüyoruz. Hazreti Ali radıyellahu anh’dan rivayet edilen bir haberde Resulullah Efendimiz sallehu aleyhi ve sellem’in ebdalleri vasfettiği, onların sayı ve sıfatlarını bildirdiği, sonunda da; “Onlar, ümmetin içinde, kibrît-i ahmerden daha kıymetlidirler” dediği nakledilmiştir. (Bkz. Hılyetü’l Evliyâ, 1/5-17)
Bir keresinde tarlasına haksız yere el konan bir köylü, gâsıbı öldürmek niyetiyle silahını almak için yola çıkmış. Yolda Hacı Ali Efendi’yle karşılaşmış. Onun sorusu üzerine niyetini ve başından geçenleri anlatan şahsa Ali Efendi şunları söylemiş: “Şimdi evine ve tarlana geri dön. O adam sana aldığını geri verecek.” Hoca Efendi’nin bu ikaz ve taahhüdü sayesinde geri dönen köylü gâsıbın büyük bir korku içinde tarlasını iade ettiğine şahit olmuştur.
Bir hasreti vardı
Müderris Ali Efendi 72 yaşına geldiğinde bir hastalık geçirir. Kırk derece ateşle hasta yattığı ve bir an bile Allah’ı zikretmekten geri kalmadığı bir anda birden uyanıp kendine gelir ve yanındakilere şunları söyler: “Beni bir meyveliğe götürdüler. Orada çok güzel meyveler vardı. Ben onlardan yemek istedim. ‘Sen bu meyvelerden 10 yıl sonra yiyeceksin’ dediler.”
Hacı Ali Efendi bu olaydan tam 10 yıl sonra 1957 yılında, 82 yaşında olduğu halde vefat eder ve binlerce kişinin katıldığı bir cenazenin ardından Pencik Köyü‘nde defnedilir. Yaşarken zaman zaman; “Dine baskının kalkıp, dini tedrisatın serbest olduğu günleri görecek miyim‘’ dermiş. İşte Müderris Hacı Ali Efendi bu hasretle fani aleme veda etmiş…
Mezar taşına şunlar yazılmıştır: “Hüve’l Baki. Avcalan Müderrisi Hacı Ali Küçe. Ah efendim nazar eyle şu mezar taşına. Dünyada sallanıp gezerken taş dikildi başına. Bu gün bana ise yarın sanadır, aklını al başına. Bakıp geçme Ya Muhammed ümmeti, Mü’minin mü’mine bir Fatihadır minneti.” Salat selam olsun o gül yüzlü Nebi’ye ve rahmet olsun onun adımlarını adım adım takip eden Hacel Efendi gibi zatlara… Ruhu şad, makamı cennet olsun! Tüm geçmişlerimizin ervahı için, üç İhlas bir Fatiha okuyalım.
Not :Bu yazının hazırlanmasında İslam Mecmuası’nın 170. Sayısı Seyfeddin Yörük, Geçmişin Gölgesi’nde kitabından Ahmet Çapku, hocamızın talebesi Mehmet Özbek’le özel söyleşiden istifade edilmiştir. Kendilerine minnet ve şükranlarımı arz ederim. Görselde kullanılan resim hocaya ait olmayabilir, resmi henüz teyit edemedik.
Recep Uzun/ İrfanDunyamiz.com
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.