1983-1984 yıllarında Çankırı İmam Hatip Lisesi’nde okurken bir grup öğrenci ile birlikte Kastamonu’ya gezi düzenlenmişti. Başımızda gönül ehli Mevlüt abimizle beraber Kastamonu’nun başta Şeyh Şaban-ı Velî türbesi olmak üzere tarihi ve manevî yerlerini gezdik. Sonra bizi Kastamonu’nun yaşayan evliyalarından Mehmet Feyzi Efendi’yi ziyarete götürdüler. Bahçesi olan, tek katlı eski tarihî bir ev idi. Bize kapıyı açtılar ve içeri buyur ettiler.
O yıllarda Mehmet Feyzi Efendi 70 yaşının üzerinde olup rahatsız idi. Vardığımızda kendileri abdest tazelemek için abdesthaneye gitmişler, bizi yattığı odaya aldılar. Hatırımda kaldığı kadarıyla odası çok sade olup yattığı karyola eski tip aynalı bir karyola idi. Hepimiz bir kenara oturmuş, bekliyorduk. Sanki hepimizin başında bir kuş vardı da biz kendi aramızda dahi konuşmaya çekiniyorduk. Odada çıt dahi çıkmıyordu.
Nur timsaliydi
Uzaktan tık tık şeklinde baston sesleri gelmeye başlamıştı. Az sonra eski kapının kolu açıldı ve bir Nur Timsali adımını yavaşça içeri attı. Kolunda iki ağabey vardı. Biz hemen ayağa kalktık. Bembeyaz sakalı ve her tarafı nur olan bir zat vardı karşımızda. Adeta çarpılmış ve donup kalmıştım. Tam menkıbe kitaplarında okuduğumuz bir veli karşımızda idi.
Yavaş yavaş yürüyerek karyolasına getirdiler, yatağa yatırdılar, arkasına yastık koydular. Bize hoş geldiniz dedi. Çankırı İmam Hatip Lisesi öğrencileri olarak sırayla elini öptük. Yerimize geçtik oturduk. Mehmet Feyzi Efendi’den gözümü alamıyordum bir türlü.
Biraz sonra hafif bir sesle sohbet etmeye başlamasıyla daldığım âlemden uyandım. Hatırımda kaldığı kadarıyla kesbî ilim ve vehbî ilimden bahsediyordu. Bu esnada hizmet eden ağabeylerden birisi elinde çay tepsisi ile içeri girdi. Efendi Hazretleri’nin çayını karyolanın kenarına koyduktan sonra, diğer çayları misafirlerin büyüklerinden başlayarak dağıtmaya başladı. Bu fakir de öğrencilerin abilerinden sayıldığı için bana da çay geldi. Keyifle çayımı aldım.
Ama Feyzi Efendi’nin hemen yanında yerde oturan grubumuzun yaşça en küçüklerinden olan Muhittin ve birkaç kişiye çay yetişmedi. Elimdeki çaya baktım, küçüklere baktım. Şöyle bir gururlanarak; “Büyük olmanın, abi olmanın faydası bu” diye düşündüm. Ben böyle düşünceler içindeyken Feyzi Efendi birden sözünü değiştirerek kendi çayını Muhittin’e verip “Al evladım bu çayı sen iç” dedi.
Aman Allah’ım! O an beynimden vuruldum, başımdan kaynar sular döküldü adeta. Ben içimden Muhittin’e karşı büyüklük taslarken o büyük Velî mahviyyet gösterip kendi çayını Muhittin’e ikram ediyordu. Çok ama çok utandım. Bu olay üzerinden 40 yılı aşkın süre geçti. Hatırıma geldikçe hâlâ utanırım.
Sonra neler anlattı Mehmet Feyzi Efendi, hatırlamıyorum. O kalabalığın içinde utancımla başbaşa kaldım. Bizi oraya götüren Abi, ayrılmak için müsaade istedi. İzin verilince ayağa kalktık. Sırayla elini öptük. Bütün cesaretimi toplayarak kendisine; “Efendim! Bize dua eder misiniz?” dedim. O da gözlerimin içine bakarak “Evladım! Sen de bizi duadan unutma. Tamam mı?” dedi. O günden sonra ne zaman ellerimi duaya açıp isimler zikretmeye başlasam Mehmet Feyzi Efendi’yi hiç unutmadım.
Kısaca hayatı
Bu güzel Allah dostunun kısaca hayatı şöyle. 1912’de Kastamonu’nun Hepkebirler mahallesinde doğan Mehmet Feyzi Efendi, mahalle mektebindeki tahsilinden sonra Hâfız Ömer Fâzıl’dan (Aköz) hıfzını tamamlamış ve kıraat dersleri almış. Ayrıca Hâfız Tevfik, Hâfız Abdurrahman ve Reîsülkurrâ Hoca Kâmil efendilerden temel İslâmî ilimlerle ilgili dersler okumuş.
Muvazzaf ve ihtiyat askerlik görevleri sebebiyle İstanbul’da bulunduğu 1935-1937 yılları arasında Nevşehirli Hacı Hayrullah Efendi, Hüsrev Hoca ve Abdülhakim Arvâsî gibi âlimlerin tefsir ve hadis derslerine katılmış. Askerliği süresince erata Kur’an öğretmiş, tâlim ve tecvid dersleri vermiş. Askerlik dönüşünde o yıllarda Kastamonu’da zorunlu olarak ikamet eden Said Nursi’den ders almış, onun hizmetinde bulunmuş.
Said Nursi ile olan yakınlığı sebebiyle açılan davalarda yargılanmış. 1943’te Denizli Cezaevi’nde dokuz ay, 1948’de Afyon Cezaevi’nde on ay süreyle mahpus kalmış. Ancak her iki davadan da beraat etmiş. 1957’de Muallim İbrâhim Efendi’nin kızı Melek Hanım’la yaptığı evlilikten biri erkek olmak üzere beş çocuğu dünyaya gelmiş.
Vefatı
Mehmet Feyzi Efendi, 4 Mart 1989 günü, Mirac gecesi öncesi dilinde “Allah Allah” zikriyle Rabb-i Rahîm’ine kavuştu ve Kastamonu Merkez Gümüşlüce Mezarlığı’ndaki aile kabristanına defnedildi. Ömrünü Kur’an öğretimiyle geçiren, çevresindekileri daima millî ve mânevî değerler etrafında birleştirmeye çalışan, kendisini ziyarete gelenleri, tavrı ve sohbetleriyle etkileyen Mehmet Feyzi Efendi gönüllü bir halk eğitimcisi ve yörenin bir kanaat önderi olarak tanınmıştır.
Daha sonraki yıllarda Kastamonu’ya çok gittim, hâlâ da çeşitli vesilelerle sık sık giderim. Her gittiğimde Şeyh Şaban-ı Velî’yi ve ondan sonra Mehmet Feyzi Efendi’nin Gümüşlüce’deki kabrini muhakkak ziyaret ederim. Zira ziyaret etmediğim zaman gizli bir el beni onun kabrine götürür. Kabir taşı çok sade olup şu metin yazmaktadır: “Hüve’l-hayyu’l-bâkî/ Burada yatan Âdem/ Bir zaman hubbî idi/ Bir zaman cübbî idi/ Bir zaman sükûtî idi/ Şimdi turâbî oldu/ Ruhiçün Fatiha”
Doç. Dr. İbrahim Akyol/ İrfanDunyamiz.com
Gönül Dünyamız ↗
Gönül insanlarına dair bam telinize dokunacak yazılar okumak için tıklayın.
İrfan Mektebi ↗
Sevdirici, müjdeleyici üslupla yazılmış hayata dair yazılar okumak için tıklayın.
Ne güzel bir Mü’min! Ne güzel bir hayat ve örneklik!
Allah rahmet eylesin,. Mekanı Cennet, makamı âlî olsun. Vârisi olduğu Resûl-i Ekrem Sallallahu Aleyhi vesellem Efendimize onu ve bizleri komşu eylesin. Âmîn.